20.yüzyılın başında Ortadoğu’nun bugün sorun halinde olan denge ve yapılanması oluşturulurken, Kürt halkı ve siyasi hareketi içte toplumsal ve dışta siyasal koşullar sonucu yaşadığı zayıf durum yüzünden varlıksal bir gerçeklik olarak görülmedi. Hegemonik dünya güçleri çıkarları gereği Ortadoğu’yu ulus-devletlere göre bölüp yapılandırdı. Modern sömürü sistemleri olarak ulus-devletler inşa edilirken hegemonik güçlerin temel yaklaşım ve kaygıları işbirlikçi uydu iktidar kesimlerinin varlığı oldu. Ulus-devlet gerçeğinin siyasal anlamı bundan başka bir şey değildir. Türk ulus devlet yapılanmasında görüldüğü gibi gerçeğin tersinin iddiası zevahiri kurtarmaya dönük politik bir yaklaşımdır. İddianın çok tekrarı tersinin gerçek olduğunun kanıtıdır aslında. Bunun farkına varmayanlar çok safiyane sonuçlara ulaşabilirler kendileri açısından.Ama akan zamanda vuku bulan gerçeklik farklı olmaktadır.
Ortadoğu coğrafyası kapitalist dünya güçleri tarafından kendi sistemlerinin yararına bu şekilde ulus-devlet yapılanmaları olarak biçimlendirildi. İlk elden Türk,Arap ve Fars devlet kesimlerini belli bir dönüşüme uğratarak ulus-devlet sahibi kıldı. Egemen Kürt tabakası yeterince işbirlikçiliğine rağmen toplumsal tabandaki zayıflığından ötürü kapitalist dünya sistemi tarafından desteklenmedi. Bunun sonucudur ki bir Kürt ulus-devleti oluşturulmadı. Yoksa diğer koşullar olan nüfus ve coğrafya hususlarında diğerlerinden eksik bir yan yoktu. Eksik olan Kürt toplumsal gerçeğinde devlet ve iktidar olgusunun zayıflığıydı. Diğer toplumlarda bu yan güçlüydü ve bunun mensubu olan toplumlar stratejik bir güç haline geldi. Kürtlerde baskın olan yaşam modeli demokratik toplum kültürüydü.Günümüzde de bu hala bu şekildedir. Kürtlerde egemen tabaka zayıf kalırken demokratik toplum kültürü yaygın yaşam şekli haline gelmişti. Bunun sonucunda Kürt toplumundaki egemen tabakanın geliştirdiği iktidar sistem açısından stratejik bir değer taşımadı. Diğer iktidar kesimleri desteklenirken Kürtlerdeki iktidar kesimleri desteklenmedi. Bir bu,bir de ulus-devlet yapılanmalarının karakterinin tekliğe dayalı olmasının sonucunda bir önceki dönemde bir denge unsuru olarak varlığına ihtiyaç duyulan Kürt egemen tabakasının ulus-devlet aşamasında bu önemini yitirmesiyle stratejik bir önemi kalmamasının yanında Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasıyla beraber Kürt halkı inkâr ve imha sürecine tabi tutuldu. İmha sürecine alınmasının sistem açısından çok yönlü bir işlevi söz konusu oldu. Bunun yanında esas olarak bölge toplumlarını milliyetçilik ve iktidar zihniyetine olabildiğince bulandırarak oluşturulan ulus-devletler eliyle kontrol ve hâkimiyet altında tutmanın aracı haline getirildi.
Gelişen uzun süreç içerisinde klasik Kürt Hareketi ile diğer hareketlerin bunu yeterince fark edip aştırmaları söz konusu olmadı. En güçlenen hali olan Güney’deki güçlerin geçen referandum meselesinde açığa çıkan durumunda anlaşıldığı gibi Kürt egemen tabakasının hegemonik güçler açısından stratejik bir konumu hala söz konusu değildir. Kapitalist hegemonik sistemin genel Kürt olgusuna yaklaşımının taktiksel olduğu iyice anlaşılmalı ve taktiksel olanın da kaçınılmaz olarak pazarlık konusu olacağı bilinmelidir. Kürt egemen tabakasının başta Türk ulus-devleti olmak üzere diğer bölge sömürgecileri tarafından hızla yutulmak istendiği anlaşılmaktadır. Böyle bir sürecin Güney’deki referandumla beraber başladığı anlaşılıyor. Durum başta Güney’deki güçler olmak üzere egemen tabakanın klasik yaklaşımlarını değiştirerek asgari ulusal duruş ve birlik çizgisine gelmeyi öne koymuş bulunuyor. Bu ne kadar gerçekleşir bilinmez ancak bunun dışında Kürt olgusunu yaşama ve yaşatmanın imkânı kalmadığı görülüyor. ABD’nin ve diğer hegemonik güçlerin Kürt egemen kesimlerine bazı zamanlarda olumlu yaklaşımları daha farklı siyasi hesaplar gereğidir. Bunun da PKK etrafında bir halk gücünün oluşmasını engelleme amaçlı olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla burada stratejik bir yaklaşım yoktur. Kürt Hareketi ve Önderliği’nin, hegemonik dünya güçlerinin, bunun başını çeken ABD’nin oluşturmak istediği yeni Ortadoğu düzeninde karşıt kutupta görülmesinden ötürü tasfiyesi ve onun etki alanındaki toplum kesimlerinin bir şekilde kırımı temel hedef konumundadır. 9 Ekim komplosuyla iyice belirginleşen bu durum ABD’nin PKK liderlerini direkt öldürme arzu ve hedefini deklare etmesiyle beraber bu hususta yeni bir aşamaya girildiğini ortaya koymaktadır. Kürt Hareketi’nin geliştirdiği bağımsız çizgi ve mücadele sonucunda Kürt halkı stratejik bir konum yakalamıştır. DAİŞ’e karşı koymakta tereddüt etmemesi onun bu yönünü tahkim etmiştir. Bu sonuçlar verilen bağısız mücadele çizgisi sayesinde olmuştur ve bu saye ile ancak arzulanan sona ulaşılabilecektir. Bunun dışında bazılarının sandığı gibi gelişmeler ABD’nin Kürtlere yaklaşımının değişmesi sonucunda olmamıştır. Kapitalist hegemonik sistemin Kürtlere olan yaklaşımı değişmemiştir.