Herdem Fırat*
15 Ekim itibariyle HDP 10. yılını geride bıraktı. On yıl boyunca HDP’nin adının geçmediği nerdeyse tek bir gün olmadı. Sadece Türkiye siyaseti açısından değil Ortadoğu ve dünya siyaseti açısından da çok önemli bir yer edindi ve bu yerini halen de korumaya devam ediyor. HDP 10 yılı geride bırakırken şimdilerde Türkiye’nin yakın geleceği açısından çok kritik bir konuma gelmiş ve nasıl hareket edeceği ya da etmesi gerektiği hemen her platformda tartışma ve değerlendirme konusu oluyor. Özellikle iktidar ve muhalefet HDP’nin ne yapacağı üzerine her gün yazıp çiziyor. Tabiri caiz ise HDP’yi en az konuşan HDP’lilerin kendisi oluyor. Yaygın ve yanlı medyada HDP adına ahkam kesilmeler, suçlamalar, doğrultu vermeler alabildiğine gidiyor. Kimileri Cumhur İttifakı’na siyaset malzemesi vermekle eleştirirken, kimileri hiçbir ittifakta yer almaması yönünde görüş belirtiyor. Kimisi de kapatılması gerektiğini belirtiyor. AKP-MHP faşist rejimi açısından ise tam bir ‘baş belası’ olarak görülüyor. Peki gerçekten HDP nedir, ne yapmak istiyor? HDP’yi daha iyi anlamak için belki de kuruluş gerekçelerine bakmak gerekiyor. Kuşkusuz HDP’nin belli bir tüzüğü ve programı vardır. Anlamak isteyenler açısından rahatlıkla okunup bir fikre ulaşılabilir. Ama bence HDP’yi anlamak için en iyisi kongrelerine bakmak gerekir.
HDP 15 Ekim 2012 yılında verilen kuruluş dilekçesiyle resmi kuruluş sürecini başlattı. Örgütleme çalışmalarının ardından 27 Ekim 2013 yılında yapılan 1. Olağanüstü Genel Kongresi’yle aktif bir şekilde siyaset sahnesine girdi. Demokratik siyaset geleneğinin devamı ve daha geniş bir politik perspektifle tüm sorunların çözümüne aday bir parti olarak Türkiye’nin dört bir yanında örgütleme faaliyetlerini sürdürdü. Kurulduğu günden bugüne kadar bir taraftan iktidarın hedefi olurken bir taraftan da muhalefetin en çok saldırdığı parti oldu. Tüm bunlara rağmen de siyasetinden taviz vermeden günümüze kadar geldi. HDP’yi en çok eleştirenlerin başında gelen Mustafa Balbay bile bir televizyondaki konuşmasında Türkiye’de seçmenlerine verdiği söz doğrultusunda en ilkeli siyaset yürüten partinin HDP olduğunu ifade etti. İlkeler üzerine kurulan HDP birçok kez eşbaşkanlık değişimine rağmen gün be gün büyüyerek siyaseti belirlemeye devam ediyor. Bu da gücünü kişilerden değil üzerinde siyaset yürüttüğü zemin ve mirastan aldığını gösteriyor.
22 Haziran 2014 yılında gerçekleşen HDP 2. Olağan Kongresi’ne bir mesaj gönderen PKK Lideri sayın Abdullah Öcalan’ın mektubu şöyle başlıyordu: “Değerli yoldaşlar, 1970’lerin çıkışına dayalı olarak ortaya çıkan hareketimizi Türkiye devrimci demokratik ve sosyalist hareketlerinden hiçbir dönemde ayrı düşünmedik. Kendimizi hep bu çıkışın ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirdik. Her zaman bütünsel olmaya, hareket etmeye özen gösterdik. Çağrı yaptık, adım attık. Bilinen veya az bilinen nedenlerle ayrı düştük. Faşizm, Türkiye’nin batısında alacakaranlığını egemen kılarken, doğusunda asla ölüm sessizliğine mahal bırakmadık. Bu coğrafyanın emekçilerini ve temel kültürel değerlerini stratejik önemde birinci sıradaki dost ve yoldaşlar olarak değerlendirdik. Bu temelde bölgesel bir dayanışmayı stratejik perspektif edindik. Böylece gerçek bir enternasyonalizme zemin olduk, yol açtık, yürüdük. Şimdi koşarcasına birincil stratejik dostlarla yeniden buluşmaya ve hareket etmeye çalışıyoruz.”
Sayın Abdullah Öcalan böylece HDP’ye nasıl bir rol ve misyon biçildiğini de anlatmış oldu. Yıllarca çeşitli adlar altında faşizme karşı birlikte hareket etmeler olmuşsa da kalıcı bir direniş hattı oluşturulamamıştı. Şimdi HDP ile bir taraftan enternasyonalist bir birliktelik inşa edilirken bir taraftan da faşizme karşı direniş hattı oluşturuluyordu. Mesajın belki de en can alıcı kısmı “Şimdi koşarcasına birincil stratejik dostlarla yeniden buluşmaya ve hareket etmeye çalışıyoruz” cümlesi olabilir. HDP de stratejik dostlarla buluşmanın ve hareket etmenin adresi oluyor. Yani HDP güncel olay ve olgulara göre ittifak kuran ve bu minvalde siyaset yürüten bir partiden ziyade stratejik hedefleri olan ve buna göre hareket eden bir partidir.
Sayın Abdullah Öcalan 27 Ekim 2013’te yapılan HDP’nin 1. Olağanüstü Kongresi’ne gönderdiği mesajda ise şöyle diyordu: “HDP, ortak demokrasi mücadelemizde önemli bir tarihsel sapağa işaret etmektedir. 71 devrimciliği devlete isyan devrimciliğidir. 40 yıllık isyandan sonra artık devletle müzakere önemlidir. Zira devrimci mücadeleler ancak nitelikli bir müzakere süreciyle kalıcı bir insanlık kazanımına dönüşebilir.” Yani HDP sadece bir direniş partisi değil aynı zamanda sorunların çözümü konusunda devlet ile müzakere süreci yürütecek olan parti konumundaydı. Zaten 2013-2015 yılları arasında devam eden ‘çözüm sürecinin’ demokratik siyasetteki muhatabı HDP idi. HDP İmralı-Kandil arasında sürecin sağlıklı işlemesi için sorumluluk yürütürken aynı zamanda devlet-TBMM arasındaki işleyişte de kalıcı çözümün olması için sorumluluk aldı. O dönemde gerek halk nezdinde gerekse devlet nezdinde adeta mekik dokudu.
HDP, Arap Baharı’nın yaşandığı, Türkiye’de Gezi ve ODTÜ direnişlerinin gerçekleştiği, Newroz’un çok görkemli bir şekilde kutlandığı, Rojava’da devrimin gerçekleştiği bir dönemde kuruldu. Doğalında HDP’nin kurulmasında tüm bunların etkisini görmek mümkün. Kongre’de tüm bu direnişlerin rengi de vardı. Ortadoğu’dan birçok hareketin temsilcilerinin yanı sıra Gezi Direnişçileri, ODTÜ Direnişçileri de kongrede yerini almıştı. O zaman kongrenin havası tam direniş havasıydı. Kürt halkının serhildan ruhu ile sosyalistlerin direniş ruhunun birleşmesinin somut ifadesi oluyordu kongre. Sırrı Süreyya kongrede “Devir artık barikat devridir” diyerek kongrenin ruhunu dile getiriyordu.
Kuşkusuz HDP’nin kuruluşuyla sosyalist devrimci mücadele birlikteliği başlamamıştı. Ancak çok önemli bir kavşaktı. Yeni bir merhaleydi. Bundan dolayı etkisi çok güçlü devam ediyor. 1. Olağanüstü Kongresi’nden sonra hemen her kongrede benzer vurgular öne çıktı. Aynı coşku ve moral açığa çıktı. Gerçekleşen son kongrede de benzer mesajlar verildi. HDP’yi kendine göre değerlendirenlerin öncelikli olarak bu gerçekliği görmesi gerekiyor. HDP sıradan, birilerinin istediği gibi değerlendirip bir yerlere konumlandıracağı bir parti değildir. Aynı zamanda birilerinin yedeğinde ve tekelinde olan bir parti de değildir. Bundan dolayı kimi kişilerin tutum ve söylemlerinin HDP’yi bulunduğu pozisyonu değiştirileceği değerlendirmesi yerinde değildir. Tabi ki siyaset, başarılı olma sanatıdır. Gerek muhalefet gerekse iktidar bu yönlü taktik ve stratejiler izleyebilirler. Kendilerine göre bir yaklaşım belirleyebilirler. Ancak son sözün HDP’ye ait olduğunun da herhalde farkındadırlar.
Seçim sürecine girerken HDP’nin nasıl bir tavır alacağı çok konuşuldu. HDP tüm bu tartışmalara cevap olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan yana olduğunu göstererek 3. Yol stratejisinin öncülüğünü yaptığını da ilan etmiş oldu. İttifak ilanından sonra bile ‘bakanlık verme’, ‘Cumhur İttifakı ile antlaşma’ ve benzeri değerlendirmeler yapıldı. Hatta bir önceki eşbaşkan üzerinden de ayrılık-ayrışma değerlendirmeleri oldu. Fakat hiçbiri HDP’yi bulunduğu konumdan milim saptıramadı. Bundan sonra da saptıramaz. HDP ve demokratik siyaset çizgisini böyle değerlendirenler büyük yanılacaktır.
Faşizmin koyulaştığı bir dönemde seçim sürecine de girilmiş oluyor. Faşizmin salt seçimlerle devrilemeyeceğini en iyi HDP biliyor. Bundan dolayı bir taraftan seçim stratejisi belirlerken bir taraftan da direnişi örüyor. Bir taraftan oy potansiyelini yükseltmek için örgütleme çalışmaları yaparken bir taraftan da sorunların çözümü için muhataplığını ilan ediyor.
Sonuç olarak HDP’yi birkaç bakanlık için pazarlık yapan bir parti, kişilerin tutum ve söylemleriyle hareket eden bir parti, muhalefet ve iktidarın çizdiği çerçevede siyaset yapan bir parti olarak görenler büyük yanılıyorlar ve yanıldıklarını daha da göreceklerdir. HDP Sayın Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği gibi 40 yıllık devrimci-sosyalist emeğin ürünüdür. Direniş kadar müzakere partisidir. Seçim kadar devrim partisidir. O yüzden bu mirasa sahip çıkmanın yolu HDP’yi daha çok sahiplenmekten geçiyor. Eleştiriler kuşkusuz vardır. Fakat eleştiriler üzerinden suni gündemler yapmanın HDP ve demokrasi mücadelesine hiçbir faydası yok. HDP’nin omuzladığı yükün ağırlığının ve bunun karşısında hem Cumhur hem de Millet İttifakı’nın takındığı tavır ortadadır.
Demokrasi mücadelesi yürüten gerek şahıs gerekse örgütlerin bu konuda dikkatli olmaları tarihi bir sorumluluktur. HDP’nin kolektif tavrına zarar verecek her çıkış başta iktidara, sonra da demokrasi dışı çevrelere yarar. HDP’yi zayıflatmak, suni gündemlere çekmek onu anahtar konumdan çıkarmaktır. HDP hiçkimseyi veya partiyi koşulsuz desteklemek durumunda değil. İlkeler partisi olan ilkeler üzerinden siyaset yürür. Faşizmin her tür yönden saldırdığı bir süreçte imza kampanyaları açmak, HDP veya başka bir harekete karşı bireyleri koruma sevdasına düşmek onca emeği göz ardı etmektir. Hiçbir kurum veya şahıs HDP kadar demokrasi mücadelesi verenleri koruyamaz, savunamaz. Bundan dolayı HDP fikriyatının etrafında kenetlenmek, faşizmin kalesini yerle bir etmek öncelikli görevimiz olmalı.