Başlıktaki iddia için ne alakası var diyen birçok insan olacaktır. Uzun yıllardır demokratik parti veya güçlere yönelik saldırıların arkasında birçok sermaye çıkar hesabı yattığını hep gördük. Tek millet-tek devlet- milli-yerli vb. iddialarla ortaya konan saldırılardan çıkarı olan tek kesim her zaman ama her zaman sermaye çevreleri olmuştur. Benzer saldırılar toplumca kabul gördüğü ölçüde sermaye çıkarları büyümüş, toplum ise fakirleşmiştir. Kars Belediyesi Başkanı Ayhan Bilgen ve birçok HDP yönetici ve üyesinin gözaltına alınarak kriminalize edilip toplum dışı unsurlarmış gibi lanse edilmeye çalışılırken, Bilgen’in özelinde Kars Belediyesi’nin HDP’nin elinden alınmak istenmesinin birçok nedeni var.
Ayhan Bilgen, operasyonun Kars’a kayyum atanması amacıyla gerçekleştirildiğinin fakına vararak kayyum atanması öncesi istifa edeceğini gözaltından duyurmuştu. Bu duyuru sonrası HDP’nin Kars Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi üyeleri de gözaltına alınıp İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırıldı. Bu gelişmeler Kars Belediyesi’nin iktidar yanlısı AKP veya MHP’lilerce yönetilmesi için hazırlık olduğu ve bu amacın sadece kentsel rant vb. ile ilişkili olamayacağını son günlerdeki gelişmelere bakınca anlayabiliyoruz.
01.09.2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı kanun hükmünde kararname ile Belediye Kanunu’nda düzenleme yapılmış ve sadece 10 gün sonra HDP’li 28 Belediye’ye kayyum atanmıştı. Belediyelere el koyma anlamına gelen kayyum atamaları içinde Urfa-Suruç özel bir yer tutuyordu. 20 Temmuz 2015’te 33 gencimizin katledilmesi sonrasında Suruç’u Suriye’ye geçişte bir kapı olarak değerlendirildiği ve 2016’da kayyum atanarak bu kapının cihatçıların gelip geçtiği adeta kontrolsuz bir kapı haline getirildiğini izlemiştik.
Kars’ın, Ermenistan sınırında bir kent olması ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında başlayan çatışmalı süreçte Türkiye’nin her koşulda Azerbaycan’ın yanında yer alacağını açıklamış olması, Suriye’de yaşanan bir sürecin burada da yaşanma olasılığına işaret etmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron yaptığı açıklamada, Antep’ten Azarbaycan’a cihatçıların taşındığına dair kesin bilgilerin ellerinde olduğunu açıklarken, Rusya’nın da aynı paralelde açıklama yapması dikkat çekmiştir.
Alman rahip Martin Niemöller’in “Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve bir şey demedim çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Katolik değildim ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde benim için bir şeyler diyecek kimse kalmamıştı” sözleri sanki bugün yaşadığımız süreci andırıyor.
Kapitalist devletlerin toplumu yönlendirip sermaye çıkarlarını büyütmek için her türden yola başvurduklarını görmek mümkün. Toplumu yönlendirmenin en önemli kaldıracı bir düşman yaratarak o düşman üzerinden halkı yönlendirmek başlıca uygulamalar içinde yer alıyor. Bugün devletin içeride düşman olarak göstermeye çalıştığı kesim Kürtler ve HDP olarak öne çıkmakta. Kürt halkının halk olmaktan dolayı öne çıkan haklı talepleri bu düşmanlık politikaları üzerinden görünmez kılınmaya çalışılıyor. HDP, Türkiye’de ezilen toplumun taleplerini içeren bir programa sahip ve Kürt halkının taleplerini de en ileriden savunan bir parti. Gelelim bu sürecin doğayla ilişkisine. HDP’nin toplum tarafından sahiplenilmemesi halinde Türkiye coğrafyasının dört bir yanında doğal yaşamın tamamı sermaye birikim alanı haline getirilmesi daha da kolaylaşacak. HDP’nin bu durumla ilgisi ise Alman rahibin söylediklerinde gizli. Sadece bu da değil tabii. Geçtiğimiz günlerde 900 bin hektara yakın doğal alanın maden şirketlerine verilme sürecinde yaklaşık 400 bin hektarlık kısmının HDP’nin en çok oy aldığı yani Kürt halkının yaşadığı coğrafyada bulunuyor. HDP’nin ekoloji politikaları bu süreçte sermaye karşıtı bir tutumu zorunlu kılıyor ve bu tutum iktidarı rahatsız ediyor.
Rahibin sözlerini hafızamıza kazımalıyız. HDP’nin halktan gerekli desteği bulamaması halinde toplumun tüm kesimlerinin baskı altına alınması yönetenler açısından mümkün görülüyor. TBMM’nin ilk gündemlerinden biri olan, işçilerin kıdem tazminatının üstüne yatılıp işçilerin mezarda emekliliğe itilmesini içeren yasalar Meclis’te görüşülecek ve bu durum emekçi halkların tamamına ve doğaya yönelik sermaye saldırılarının topyekûn olarak yaşanacağı bir sürecin içine gireceğimizi gösteriyor. Bu süreçte ezilenlerin yani işçinin, memurun, köylünün ve doğanın çıkarlarını savunmanın mihenk taşı HDP’ye sahip çıkmak olacaktır.