12 Eylül darbesiyle TBMM lağvedildi, hükümet görevden el çektirildi, anayasa askıya alındı, en az 18 siyasi parti kapatıldı. 27 Mayıs’ta başbakan ve bakanlar idam edildi. Bu iki örnekte de görüldüğü gibi her darbe siyaseti hedef alır. Darbe, siyasetin yasaklanması, siyasi faaliyetlerin engellenmesidir.
Bütün darbelerin gerekçesi aynıdır: “Devlet otoritesini tesis etmek, bölücü, yıkıcı, irticai, terörist faaliyetleri engellemek…” Bu gerekçeler üzerinden devletin elindeki zor aygıtları kullanılarak halk iradesine el konulur. Halk iradesine dayalı demokratik işleyişlerin askıya alındığı, saldırıya uğradığı her türlü yönelim darbe pratiğidir. Her darbe kendi “hukukunu” işletir. Bu hukuk “Anayasanın askıya alınmasının, Meclis’in lağvedilmesinin, siyasi partilerin kapatılmasının, siyasetçilerin kodese tıkılmasının, başbakan ve bakanların idam edilmesinin” zeminini hazırlar. “Yargı” ya da “hukukun” devrede olması darbe yapıldığı gerçeğini ortadan kaldırmaz, aksine darbe hukukunun işlediğini gösterir.
Bu müdahaleler sadece askeri kalkışmalarla gerçekleştirilen 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleriyle sınırlı değildir. Başta HDP olmak üzere bugün muhaliflerin neredeyse tamamına siyaset fiilen yasaklı hale getirildi. Milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı ve cezaevleri Kürt siyasetçilerle dolduruldu. Belediyelere zorla el konularak, milletvekilleri Meclis’ten atıldı. Halk iradesi gasp edildi. Bugün devrede olan darbe süreci kendi hukukunu oluşturma aşamasına geçti. TMK paha biçilmez bir siyaset yaptırmama aparatı olarak zaten devrede. Siyasi Partiler Yasası, Seçim Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle de muhalefete dayatılan “siyasi yasak” resmileştirilecek.
Bütün bu saldırıların hedefinde yer alan HDP’yi kapatma girişimi bu sürecin bir başka aşamasıdır. Bunun için başlatılan kampanya, Kenan Evren’in 82 anayasasını “halka onaylatma” aldatmacası gibi, darbe konusunda kamuoyu yaratma çabasıdır. Her şeye rağmen iktidarın bugün HDP’ye ve muhalefete yönelik yaptığı darbeye verilen halk desteği 12 Eylül askeri darbesine verilen “destekten” daha fazla değildir. Toplum, HDP hedefe konulmuş olsa bile bu kampanyanın ve yönelimin esas olarak kendi iradesini ortadan kaldırmaya yönelik olduğunun farkında ve bu ferasetle hareket ediyor.
Darbenin sözcülüğünü yapanlara dikkat edilse bile nasıl bir sürecin işletildiği kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bugünkü darbenin sözcülüğünü yapanların tamamı geçmişte yapılan darbelerin destekçileridir. 27 Mayıs askeri darbesinin öncülüğünü yapan bir siyasetin temsilcisi olarak Devlet Bahçeli, HDP’nin merkeze alındığı darbenin açık sözcülüğünü yapmaktadır. Bunu yaparken 20 Temmuz darbesini hayata geçiren Saray iktidarıyla tam bir işbirliği ve ortaklık içindedir. 12 Eylül darbesine destek vermiş, Tandoğan’da “Ordu Göreve” çağrısı yapmış bir siyasetin temsilcisi olan ve yıllardır bu toplumdan yüzde 0.5’in altında oy alan Perinçek ve İşçi Partisi, Bahçeli ile birlikte bu darbe sürecinin eş sözlüğünü üstlenmiştir. O yüzden hayatında hiç olmadığı kadar kanal kanal gezdirilerek toplumu ikna etmesi amaçlanmaktadır ama nafile. Perinçek halkı ikna edebilmiş olsaydı partisini yüzde hiç değilse yüzde 1’e çıkarırdı.
Bu darbe süreci artık sivil görünümlü olmaktan çıkmıştır. “HDP kapatılsın” diye başlatılan kampanya imzacılarının yüzde 80’i emekli askerlerdir ve dolayısıyla darbenin askeri ayağı da tamamlanmıştır. Canan Arıtman gibi eski CHP’li Ergenekoncular bu ittifaktaki yerini almıştır. Darbenin Hamidiye Alayları kolu da unutulmamış; Bucaklar, korucular, aşiret reisleri de bu kampanyaya dahil edilmiştir. Haliyle HDP’ye karşı, Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna ortak noktaları halk iradesine karşıtlık olan çok bileşenli bir Darbe Partisi, katıksız bir Darbeci İttifak kurulmuştur.
Bu darbe sürecine karşı durmak, itiraz etmek, hak değil sorumluluktur. HDP’nin bu darbeye itiraz etmesi ahlaki ve ilkesel olarak mecburiyet olduğu gibi aynı zamanda bir varlık, yokluk meselesidir. Elbette darbe ve darbe karşıtlığı sadece HDP’nin sorunu değildir. Siyaseten var olan her dinamik siyaset yapabilme zeminini savunmak zorundadır. Bugün HDP’ye kapatılan siyasi zemin, darbeci ittifakın hesabına uymadığında yarın diğer siyasi partilere de kapatılacaktır.
Dolayısıyla böyle bir ortamda HDP’nin darbeye karşı mücadele yükseltme kararını sorgulayan, bunun altında gerekçe arayan herkes darbe ittifakının bir parçasıdır. TV kanallarında iktidara yakın isimlerce dillendirilen, “HDP neden yürüyor, HDP ne yapmaya çalışıyor” sorularının tercümesi “HDP neden teslim olmuyor” şaşkınlığıdır. Sorulması gereken soru “HDP neden yürüyor” sorusu değil, “HDP bu koşullarda mücadeleyi yükseltmesin, yürümesin de ne yapsın” sorusudur.