Mücahit Akgün
Seçimlere sayılı günler kalırken partilerin seçim çalışmaları da yoğunlaştı. İki ittifak dışında en çok tartışılan parti kuşkusuz HDP. Cumhur İttifakı’nın sahibi olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, HDP’yi günlük olarak hedef gösteriyor. Adeta seçim stratejisini HDP’ye karşıtlık üzerine kurmuş durumda. Erdoğan’ın sözlerini talimat olarak alan kolluk kuvvetleri de HDP’ye yönelik saldırıları en üst boyuta çıkardı. AKP’nin seçim stratejisinin sadece seçim ve HDP’nin seçim stratejisiyle ilgili olmadığı aşikar. Bu strateji Kürtleri inkar etme siyasetinin bir parçası. Zira Erdoğan’ın seçim mitinglerinde, “Türkiye’de Kürdistan yok Kuzey Irak’a gidin”, “HDP’liler teröristtir, bu topraklarda yerleri yok” gibi söylemlere ağırlık vermesi seçim stratejisinin Kürt inkarıyla bağını açıkça ortaya koyuyor. Ancak oy aritmetiğine bakıldığında, Erdoğan’ın asıl rakibi olması gereken Millet İttifakı’ndan çok HDP’yi hedef almasının sebebi, HDP’nin tüm tehdit ve saldırılara rağmen diz çökmemesi ve seçim stratejisi olduğu kesin.
HDP planları bozdu
Erdoğan’ın HDP’ye yönelik öfkesinin birçok nedeni var. Ama şimdiki öfkesinin en önemli nedeni HDP’nin Türkiye’nin bazı illerinde aday çıkarmaması. Erdoğan siyasi gündemi ve partilerin stratejisini belirlemeyi seven bir siyasetçi. Hatta tek belirleyen olmak siyaset felsefesinin motivasyon kaynağıdır. Tek adam rejimini istemesi ve Anayasal düzeni hallaç pamuğu gibi atmasının tek sebebi bu. İktidara geldiği günden itibaren güçlendikçe bu arzu ve hırsını topluma daha fazla dayattı. Devletin tüm gücünü eline geçiren, medya ve sivil toplum, kısmen devlet yapısı dışında kalan güçler üzerinde tam hegemonya kuran Erdoğan, her konuda tek ve mutlak belirleyici olmanın artık kendi doğal hakkı olduğuna inanıyor. Tam da bu noktada HDP’nin uyguladığı seçim stratejisi Erdoğan’ın tüm planlarını altüst etti.
Denize düştü, MHP’ye sarıldı
Erdoğan, HDP’nin seçim stratejisini, ‘mutlak hakkı’ olarak gördüğü, inandığı ve uğrunda büyük çabalar verdiği ‘tek belirleyici’ olma pozisyonuna müdahale olarak görüyor. Bu inisiyatifin elinden alınmasının kızgınlığını yaşıyor. Normalde Erdoğan bu seçimlere ittifakla girme niyetinde değildi. Hatırlanacak olursa, seçim süreci başında yerel seçimlere ilişkin yasal zemin yok diye MHP’ye ‘herkes kendi yoluna’ restini çekti. Oysa Erdoğan’ın çıkarına olduğu zaman yasal ya da anayasal zeminin olup olmamasının çok önemli olmadığı biliniyor. Türkiye’de artık bir yasanın uygulanıp uygulanmaması ya da yeni bir yasanın çıkarılıp çıkarılmamasını tek kriterinin Erdoğan’ın kişisel gücünü arttırıp arttırmaması ile ilgili olduğunu gösteren yüzlerce hatta binlerce örnek mevcut. Peki Erdoğan’ı ittifaka mecbur kılan neydi?
İktidarın bumerangı
Kuşkusuz Erdoğan’ın tekrar ittifakı gündeme almasına neden olan HDP’nin bazı şehirlerde aday çıkarmama hamlesiydi. Yani Kürdistan’da kazanma, Türkiye’de kaybettirme stratejisiydi. HDP bu hamle ile Erdoğan’ın kendisine göre dizayn ettiği ve ilelebet çıkarına işleyeceğini hayal ettiği çarpık seçim sistemini günün şartlarında olabilecek en uygun şekilde uygulama yoluna gitti. HDP’nin tercihi Erdoğan’ın çarpık seçim sisteminin bumerang gibi dönüp kendisini vurmasının önünü açtı. Tüm partilerin çizdiği sınırlar ve gündem içinde seçime gitmesini bekleyen Erdoğan, tam muktedir olduğunu düşündüğü bir anda, HDP’ye göre stratejisini çizmek zorunda kaldı. Beklemediği bu hamle karşısında yeni tavizlerle MHP ile ittifaka döndü.
7 Haziran korkusu
Erdoğan’ın MHP ile sürdürmek zorunda kaldığı Cumhur İttifakı’nın HDP’nin stratejisi karşısında yeni bir hamle olmadığı gibi, HDP stratejisinin kendisi ve ittifakı için yaratacağı sonuçları bertaraf edecek mahiyette olduğu da şüpheli. HDP’nin aday çıkarmadığı yerlerin belli olmasına paralel olarak Erdoğan, MHP ile ittifakını genişletmek zorunda kaldı. Erdoğan’ın canını bu düzeyde yakan husus, HDP’nin planına göre plan geliştirmek zorunda kalması ve kendi planının ne kadar işe yaradığının da şüpheli olmasıdır. Bunun için çıktığı her meydanda HDP’yi tehdit ediyor. Tabiri caizse Erdoğan 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadığı yeni bir “seni başkan yaptırmayacağız” sendromuna benzer bir gerçeklikle karşı karşıya kaldığı hissinde. Bu tehlikeyi sezdikçe de HDP’ye daha fazla saldırıyor.
Öfkenin nedeni direnme
Erdoğan’ın öfkesinin diğer bir nedeni ise HDP’yi tüm saldırılara rağmen uysallaştıramaması. Yani boyun eğdirememesidir. HDP’nin ısrarlı mücadelesi toplumun direnen damarı haline geldi. CHP’nin rotasız siyasetinin de katkı sunduğu umutsuzluğu sarsıyor, halklara direnme ve değiştirme umudu aşılıyor. HDP’nin seçim hamlesi olmasaydı, 31 Mart seçimleri malumun ilamından başka bir anlam taşımayacaktı. AKPMHP iktidarı yine devlet gücünü ve olanaklarını da kullanarak istediği sonucu sandıktan çıkarırdı. İstediği sonucu çıkarmak için AKP-MHP iktidarı yine aynı oyunları sahneleyecektir. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Zira son seçimlerde aldıkları oyların önemli bir bölümünün devlet gücü ve olanakları, basının tekleştirilmesi, YSK başta olmak üzere birçok devlet kurumunun fiili müdahalesiyle alındığı kesindir. AKP-MHP iktidarının korktuğu ve korkulu rüyaları haline gelen, HDP’nin topluma verdiği direnme ve değiştirme umududur.
Erdoğan’ın tedirginliği
Uyguladığı strateji nedeniyle HDP’nin AKP ve ittifakı tarafından bu düzeyde hedef alınmasının kendileri açısından nedeni, mantığı ve amacı vardır. İlginç olan Türkiye’deki mevcut durumu bilmesine rağmen süreci iyi okuyamamasıdır. HDP’nin Erdoğan’ın yarattığı çarpık seçim sistemini kendisine karşı kullanması kadar doğal bir durum yoktur. Bununla hem halkların başına musallat olan AKP-MHP iktidarına ciddi bir darbe vurmuş oldu, hem de Türkiye’deki halklara direniş, değiştirme ve kazanma umudu aşıladı. Bunun şimdiden bile etkilerini görmek mümkün. Bugün AKP’nin CHP yardımıyla oluşturduğu, “Seçimlerle bir şey değişmez” algısının yerine, seçmende 31 Mart seçimlerine dönük birçok büyükşehir belediyesinin değiştirme umudu ve çabası varsa, bu kesinlikle HDP’nin seçim stratejisinin sonucudur. Erdoğan ve Bahçeli ittifakının bugün kaybetme tedirginliği içinde olması bu hamle nedeniyledir.
Umut veren öncü olur
Bu seçimlere damgasını vuran kesinlikle HDP olmuştur. Denklem dışında kalması beklenen, iki ittifak arasında cereyan edilmesi umut edilen seçim sürecinin belirleyicisi ve ana aktörü HDP olmuştur. Hem kazanma hem kaybettirme anahtarını elinde tutmaktadır. 1 Nisan’da AKP-MHP iktidarının kaybettiği her alan Millet İttifakı’ndan ziyade HDP’nin başarısı olarak kayda geçecektir. Ve bunun Türkiye halklarında bir karşılığının olacağı muhakkaktır. HDP yaşanan değişim rüzgarının ve değiştirebilme umudunun öncülüğünü iyi yapabilirse, halklar için tek seçenek haline gelecektir. Türkiye’de halihazırda en büyük sorun, umut verecek bir alternatifin olmamasıdır. Muhalefetin parçalı ve rotasız halinin topluma güven vermemesidir. HDP’nin hamlesi tam da toplumun bu beklentisine cevap vermiştir.
Kürtlerin cevabı var
Öte yandan AKP iktidarının Kürtlere karşı verdiği savaşın ve Kürtleri ülkeden sürgün etme tehdidinin de karşılığını almış olacaktır. HDP’nin seçim hamlesi aynı zamanda Kürtlerin Türkiye siyasetindeki etkisini de en çarpıcı şekilde gözler önüne sermiştir. Kürtleri değil inkar etme, dışlamanın dahi bedelinin siyasette kaybetmek olduğunun nişanesi olmuştur bu hamle. Kuşkusuz Kürtlerin etkili bir aktör olarak siyasete etki etmesi sadece HDP ile sınırlı değildir. Kürt halkının total mücadelesinin bir sonucu. Nitekim bu mücadele sadece Türkiye sınırları içinde AKP-MHP iktidarını zorlamıyor. Irak ve Suriye başta olmak üzere birçok alanda benzer etkiler yaratıyor. Bunu Erdoğan başta olmak üzere Cumhur İttifakı’nın tüm yetkililerinin konuşmalarında görüyoruz.
AKP-MHP’nin iflası
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nu son dönemlerde yaptıkları konuşmalara bakıldığında dahi AKP-MHP iktidarının Kürt mücadelesi karşısında yaşadıkları durumu anlamak için yeterlidir. Neredeyse artık cümlelerinin başı ile sonu birbiriyle çelişik hale gelmiştir. “PKK’yi bitirdik, hepsi teslim oldu” cümlesi ile başlayan konuşma, “Yalvarıyorum PKK karşısında bizi boynu bükük bırakmayın” cümlesiyle bitebiliyor. Kürt halkı artık Ortadoğu’da siyaset yapan tüm güçlerin gözettiği bir faktördür. Bu faktör AKP-MHP iktidarının dış politikada iflas etmesinin temel sebebidir. Yine ekonomideki iflasın da kaynağı olduğunu, Erdoğan’ın, “Patates, soğandan fiyatını soruyorlar, siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz?” sorusundan anlamak gayet mümkün. AKP-MHP iktidarı son kaç yıldır savaş hükümeti gibi çalışmış ve ülke kaynaklarının büyük bir bölümünü bu savaşa harcamıştır.
Kızıl Elma dağılacak
AKP-MHP’nin iktidarının topluma vereceği bir vaat ve bu vaatleri gerçekleştirecekleri bir güç ile mecalleri kalmadığı için tek seçeneği toplumu kutuplaştırmak ve Kürtlere karşı verilecek savaş üzerinden konsolide etmektir. Yani hedefinde Kürtler, sol, sosyalist ve demokratik çevrelerin temsil edildiği HDP vardır. Kendisini vurmaya kilitlenmiş bir iktidarı zayıflatmak, yapılabilecek en akıllıca şey ise şayet, HDP’nin kazanabildiklerinin yanı sıra kazanma şansının olmadığı yerde iktidara darbe vurması doğaldır. İktidarın söylemleri, telaşı ve korkusuna bakılırsa, HDP bu amaca şimdiden önemli oranda ulaştı. Ancak hamlenin asıl sonuçları 1 Nisan’da görülecektir. Birçok büyük şehiri kaybetmiş Cumhur İttifakı yürümeyecektir. Erdoğan, zayıfladığı bir seçimin ardından seçimlerden uzak duracak, elbette ancak bunun yarattığı sonuçlardan uzak durması kendi elinde olmayacaktır. Cumhur İttifakı bir koalisyondur ve sınırları devletin tamamını içermektedir. Ayrışması da sadece AKP ve MHP’nin ayrışması olmayacaktır. Kızıl Elma’nın ayrışması olacak ve yeni bir iktidar kavgası ile kartların yeniden karılması demektir. Bunun dış siyaset ayağı da düşünüldüğünde, HDP’nin hamlesinin tahminlerin ötesinde ve beklenenden çok daha fazla etki yaratması mümkündür. Siyaset alanının kelebek etkisine en uygun ve açık alan olduğunu unutmamak gerekir.