Bir tartışmadır sürüyor. Güya HDP’nin baraj sorunu varmış. ‘Bıçak sırtı’ bir durum sözkonusuymuş. Aşıp aşmayacağı belli değilmiş. Peki gerçekten durum bu mu? Eğer HDP böyle bir noktadaysa, Tayyip Erdoğan neden günübirlik olarak bu partiye saldırıyor, Demirtaş’a yüklendikçe yükleniyor. HDP belirtildiği biçimde baraj sorunu yaşayan, zayıf bir pozisyondaysa, Erdoğan’nın bu feryadı figanı niye?
Erdoğan’ın son Diyarbakır “mitingi”ne bakalım. Meydanda neredeyse kimse yok, gelenler de tasarruflu kullanım adına “cadde” üzerinde oluşturulan özel bir mizansenle sıraya dizilmiş ve kitleye hitaben Erdoğan “Kürt sorunu bitmiştir” diyor. Benzer söylemleri Erdoğan geçmişte de kullandı. Asıl dikkat çeken boyut; Erdoğan geçen yıllardaki gibi meseleye dokunup geçmiyor, uzun uzun anlatıyor, halka bir nevi dert yanıyor. Diyarbakırlılara, Diyarbakırlılar şahsında Kürtlere “yapmayın, etmeyin” der gibi sesleniyor ve bir kez daha beni destekleyin diyor. Kuşkusuz Erdoğan Kürtlerin desteğini çekmesi durumunda, iktidarını kaybedeceğini biliyor. Ondandır ki, Kürt halkına özellikle özyönetim sürecinde uyguladığı baskı politikasını anlatma ihtiyacı hissediyor. Kürt halkı ile AKP arasında oluşan derin mesafeyi kaldırma çabasına girişiyor.
Fakat Kürt halkının eski durduğu noktada olmadığını görüyor ve öfkeleniyor. HDP ve Demirtaş’a bu kadar saldırmasının, onları hedef tahtasına koymasının temel gerekçesi de bu oluyor. Erdoğan herkesten daha fazla bugün HDP’nin, Türkiye ve Kürt siyasetindeki ağırlığını görüyor. HDP etrafında başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi güçlerinin bir araya gelmesini, dayanışmasını izliyor. HDP’nin her geçen gün kendi kabuğundan sıyrılıp, genel Türkiye siyasetine etki eden bir politik duruş kazandığını fark ediyor. Bundan dolayı HDP’ye saldırıyor. Yapabilirse eski günlerdeki gibi kriminalize etmek, belli bir Kürt kitlesinin destek verdiği bir parti görüntüsüne büründürmek istiyor. Eğer bunu başaramazsa, geçen seçimlerde kendisine oy veren Kürtlerin de bu seçimde oy vermeyeceğini en iyi Erdoğan biliyor. Saldırırsam, manipüle edersem, belki ikna eder geçmiş oyumu alırım diyor. Yine Türkiye’nin batısında -özellikle metropollerde- HDP’nin başta Kürtler olmak üzere önemli oranda demokratik sol seçmenden oy alacağını görüyor. Yani HDP’nin önü alınamazsa kendisini iktidardan alacak yegane parti olduğunu en fazla Erdoğan biliyor.
Bundan dolayı psikolojik savaşa ağırlık veriyor. HDP’yi zayıf, etkisiz gösterme telaşına düşüyor. Halbuki gerçeklik bunun tersine işaret ediyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları, meydanlardaki görüntüler bir yana Kürt seçmenin HDP’den uzaklaşmasını, AKP’ye yaklaşmasını gerektirecek herhangi bir objektif neden gözükmüyor. Aksine AKP-MHP ittifakı, Kürt seçmenin HDP’ye daha fazla sarılmasına yol açıyor. Yine Erdoğan’ın İmralı’da oluşturulmak istenen çözüm masasını devirmesi ardından yapıp ettikleri, çok daha keskin bir biçimde AKP’den kopuşa neden oluyor. Benzer bir durum Türkiye cephesinde de yaşanıyor. Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere sistemden zarar gören tüm etnik, inanç kesimleri, azınlıklar, sosyal gruplar HDP etrafında bir araya geliyorlar. Alevilerin bu seçimde ezici bir biçimde HDP’ye oy vereceklerini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. HDP’nin yapıcı politikaları bir yana CHP’nin aday tercihleri ve izlediği siyaset bu tablonun oluşmasında oldukça etkili.
Buradan hareketle şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. HDP’nin bir baraj sorunu yoktur. Hatta denilebilir ki HDP için 7 Haziran sonuçlarını hedef koymak, siyaset bilmemek, siyasal atmosferi analiz etmemek, hatta siyasal körlük olarak dahi değerlendirilebilir. HDP’ye 7 Haziran’da, 1 Kasım’da oy veren potansiyel, 16 Nisan referandumunda yakılıp yıkılan Cizre’de yüzde 80 oranında destek veren halk kitlesi yerli yerinde duruyor. Kuşkusuz AKP-Saray iktidarı HDP’nin bu gerçekliğini görüp, engel olmak isteyecektir. Her türlü oyuna başvuracaktır. HDP’nin güçlü bir biçimde sandıktan çıkmaması için hatta yapılabilirse baraj altı kalması için devletin tüm imkanları seferber edilecektir. Zaten bugün yürütülen politikanın esasını da bu gerçeklik oluşturmaktadır. Ama unutmayalım ki, 7 Haziran seçimlerinde de, 16 Nisan refendumunda da iktidar farklı hedefler peşindeydi fakat sonuç demokrasi güçlerinin lehine olmuştur.
Seçimlere bugün itibariyle 19 gün kalmıştır. İktidar güçlerinin amacı bellidir: “HDP büyük kazanmasın, 24 Haziran’dan sonra siyasete daha etkili bir güç olarak girmesin, mütevazi sınırlarda kalsın”. Her ne kadar kamuoyundan gizlense de, HDP’nin giderek hem Kürt illerinde hem de Türkiye’de temel muhalefet gücü haline geldiği artık tartışma götürmez bir gerçektir. Bu gerçeklik bilindiğinden baraj tartışması yapılmakta, çıta düşürülerek, HDP’nin siyasal etkisi sınırlanmak, halk nezdinde oluşan itibarı zayıflatılmak isteniyor. Fakat büyük şair Nâzım’ın veciz deyimiyle “Gebedir her sukût bir yükselişe. Ne mümkün karşı koymak bu köpürmüş gelişe…’’