Geçtiğimiz pazar günü HDP, dördüncü olağan kongresini yaptı. Parti örgütü ve seçmen kitlesi üzerindeki ağır baskı, yıldırma, korkutma, kriminalize etme tedbirlerine, halkın üzerindeki ağır baskıya ve milyonlarca seçmenin iradesinin yok sayılarak seçilmiş hemen hemen tüm belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanmasına rağmen kongreye gösterilen ilginin büyüklüğü, halklarımızın demokrasiyi ne denli benimsediğini, inatla, kararlılıkla baskı düzenine son verme arzusunun önüne geçilemezliğini ortaya koydu. Hakkari’den Edirne’ye kadar binlerce araçla bir gün önceden halaylarla, govendlerle, horonlarla, türkülerle yollara düşen onbinler, salonlara sığmadılar, dışarısı bir miting meydanı gibiydi. Hem de büyük büyük partilerin övünerek medyaya servis ettikleri kalabalık mitingler gibi.
Bu elbette halkın kararlılığının göstergesi, inatla, ısrarla demokrasiye ve insan haklarına sahip çıkmasının göstergesi. İktidar bloku ne tedbir alırsa alsın, muktedirler boğazlarını yırtarcasına ne kadar bağırırsa bağırsın, halkın korkmadığının göstergesi. Halkın korkuyu yenmiş olması, iktidar cenahında korku ve panik nedeni olmakta.
Bir yandan dış politikada batağa saplandıklarını gizlemek için savaş politikalarına yönelmekte, Suriye’den sonra Libya’da da savaşı tırmandırmak istemekteler.
Şubat sonuna kadar süre tanımışlardı, bir mermi atılsa bile gidebildiğimiz yere kadar gideriz dediler, Suriye kırsalında görüntüsü yayılan asker cenazelerine, baba ocaklarına ateş düşüren tabutlara rağmen Putin’den aracılık, düne kadar şeytanlaştırdıkları ABD ve NATO’dan destek beklemekteler. Astana ve Soçi mutabakatlarının uygulanmasını istiyorlar, o andlaşmanın kendilerine yüklediği görevi yerine getiremediklerini, daha doğrusu getirmediklerini hesaba katmıyorlar. Soçi mutabakatı, Türkiye’nin İdlib’deki terör unsurlarını temizleyip bölgeyi gerçek sahiplerine, Suriye’ye bırakılmasını gerektiriyordu. Halbuki Türkiye oraya girdikten sonra bölgeyi temizlemek şöyle dursun, tüm dünyanın terör örgütü saydığı suç örgütleri varlıklarını daha da arttırdı.
Libya’da da durum aynı. Artık kayıpları gizleme dönemi başladı. Televizyonlarda “yeni evliydi, nişanlıydı, bir çocuğu vardı” gibi yürek burkucu konuşmalar, yerini sessizliğe bıraktı. Libya’da hayatlarını kaybeden canlarımızın sayısını bile açıklamadılar. Törensiz, sessiz, ağıtsız defnettiler. İçlerinde üst rütbeli subaylar ve iyi yetişmiş istihbarat elemanları olduğu, sayının on beşten fazla olduğu şayiaları dolaşmakta. Sayın Erdoğan “birkaç şehidimiz var” diyerek sanki birkaç eşya kaybetmişiz gibi anlatmakta bu elim olayı. Ardından, “ama karşı taraftan yüzden fazla kişiyi etkisiz hale getirdik” diyerek adeta efsunlanmış kitlenin gönlüne su serpmekte ve alkışlanmakta.
Ekonomide bir yandan ekonominin başındaki damat bey aylık güzellemelerini, uçma müjdelerini tekrarlarken bir yandan altın ve dolar yükselmekte. Bir uçan var da Türkiye değil, dolar ve altın uçuyor, enflasyon tüm hesap oyunlarına rağmen halkın cebinde onların önüne geçiyor. Ee bunun önlenmesinin yolu da faizi düşürüp liradan kaçmayı hızlandırmak yetmeyince yeni tasarruf tedbirleri girecek devreye. SGK’dan alınan bir rapor, emekli maaşlarından kesinti yapılması ve bayram ikramiyelerinin kesilmesi önerildiğini gösteriyor. Zaten ay sonunu borçlanarak ve borcu borçla kapatarak geçiren dar gelirli, emekli daha da perişan hale gelecek.
Kapitalizmin en önemli ilkesi olan “mülkiyetin kutsallığı” ve Medeni Kanun’un en önemli ilkelerinden biri olan “vasiyetin dokunulmazlığı”nı ayaklar altına alarak İş Bankası’na el koymaya çalışıyorlar. Türkiyenin en büyük ekonomik gruplarından biri olan İş Bankası da yetmez ama bir süreliğine idare eder diye düşünüyorlar galiba.
İşte “bu ahval ve şerait” içinde HDP’ye ve onu destekleyenlere düşen nedir?
Öncelikle HDP, kuruluş felsefesine uygun olarak ve her türlü baskı ve yıldırmalara rağmen Türkiye’nin bütünü için demokrasi yolundaki yürüyüşüne ara vermeden mücadeleyi sürdürmek zorundadır. Bugüne dek politika üretemediği, yeterince muhalefet etmediği iddialarının aksini kanıtlamak durumundadır. Evet, her türlü yalan propaganda ve baskı ile karşı karşıya ama yine de yapılabilecek çok şey var.
Türkiye’nin tarım, hayvancılık, sanayi, denizlerden yararlanma, uluslararası sular, çevre konularında halka gerçekleri her türlü araçla anlatmak durumundadır.
Aslında iyi bir vizyona sahip olduğunu bildiğimiz dış politikadaki düşüncelerini, Kıbrıs ve Ege sorunları başta olmak üzere hiçbir milliyetçi karşı çıkıştan çekinmeden ortaya koymak gerekir.
Her ne pahasına olursa olsun bir demokrasi bloku yaratılması için çalışmak gerekiyor. Aksi halde dağınıklık, AKP ve yandaşlarının iktidarının uzamasına yol açacaktır. İçi boşalmış kof bir gövdeden ibaret iktidarın yıkılması an meselesidir. Bunalan kitleler ilk seçimde onların iktidarına son verecektir.
HDP’ye muhalefet edenler ise her türlü zorluğa rağmen direnen partinin eksiklerini elbette dile getirecekler ama öte yandan doğrusunun ne olduğunu da söyleyip ona destek olmak durumundadır. Eleştiri elbette yararlıdır ama yol gösterici de olmak zorundadır.
Yeni dönemde görev alanlara yürekten başarılar dilerim.