Türkiye’nin önümüzdeki aylarda gerek ekonomik gerekse siyasi olarak zor bir dönem geçireceği belli. Koronavirüs salgınının da ülkenin epeydir sürmekte olan bu sıkıntılarının büyümesine katkısı oldu. Bu durum sadece Türkiye’de böyle değil. Dünyaca ünlü ekonomistler her ülkede iktisadi daralmadan söz ederken, birçok ülkede de derin siyasi yarılmalar ortaya çıktı. Türkiye’de ise bu iki durum epeydir mevcut. Hem ekonomik küçülme halkın geçim derdini gündemin birinci maddesi haline getirdi hem de kutuplaşma siyasetinin etkisi sonucu toplumsal yarılma had safhaya çıktı.
Bu süreçte salgın önlemleri gevşer, gündelik hayat normalleşirken, insanlar öncelikle günlük geçim sıkıntılarının çözümüne yönelecek, hayat gailesinin peşine düşecek. Ancak gerek yatırımların gerekse üretimin artması ve ekonomik krizin aşılması için öncelikle toplumsal barışın tesis edilmesi gerekiyor. Toplumsal barış olmadan ülkede bırakın refah seviyesinin yükseltilmesini, işsizlik ve pahalılık gibi sokaktaki insanın hayatını zorlaştıran en temel meseleleri çözmek mümkün olmayacaktır.
Tam da bu yüzden iktidar kanadında sık sık ‘gönül seferberliği’, ‘milli birlik’ gibi kavramlar telaffuz ediliyor. Eğer bununla kastedilen toplumsal birlik ya da toplumsal barış ise, iktidar bir yandan da tam tersini yapıyor ve kutuplaştırma siyasetinde hız kesmiyor.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana toplum mühendisliği projelerinin başarısızlığa uğraması sonucunda bu topraklarda halklar uyumlu ve demokratik bir toplum oluşturamamıştı. Hükümetin son yıllardaki kutuplaştırma politikası sonucu ülkede artık bir toplumsal yapıdan da söz etmek zor.
Türkiye, gerek coğrafi gerekse etnik sebeplerle ancak demokrasinin gelişmesi ve ülkedeki halkların eşitliğiyle bir toplumun oluşabileceği bir coğrafya ve insanların ihtiyacı olan barış ve refaha da ancak demokrasi ve eşitliğin sağlanması ile ulaşabilir.
Ancak maalesef ne hükümet partisi ve koalisyon ortağı parti ne de diğer ulusalcı, geleneksel siyasi partiler böyle bir vizyon ve projeye sahip. Hem programları hem pratikleri geçmişin toplum mühendisliği projelerini sürdürmeye yönelik kalıyor.
Türkiye’de halkların yeniden bir toplum oluşturmasına dair bir vizyonu olan tek siyasi çizgi Kürt siyasal hareketinin ve Kürt halkının ülkenin sol muhalifleri ve halkların ezilen kesimleriyle kurduğu ittifak ve bunun siyasi temsil kurumu olan HDP’dir.
HDP, kendisine yönelik bütün saldırılara rağmen bu vizyondan uzaklaşmıyor ve demokrasi ve barışta direniyor. Çünkü zaten kurumsal yapısındaki ittifak bu demokrasi ve barış içinde bir arada yaşam prensipleri etrafında oluşmuştur ve bu ittifak, hem partisini Meclis’in üçüncü büyük partisi haline getirmiş hem de her seçimde ülke siyasetinin gündemini ve sonuçlarını belirlemiştir.
Bundan sonra da ülkenin en temel sorunlarının çözümünü yine HDP ortaya koymaya devam edecektir.
Eğer bu ülkede bir toplumun oluşması ve bu toplumun barış içinde bir arada bir refah toplumu hedefine yürümesi isteniyorsa bu, ancak HDP’nin vizyonunun toplumsallaşması önündeki engellerin kalkması ile mümkün olacaktır.
Tam da bu dönemde iktidar oy kaygısı ile HDP’ye saldırırken, muhalefetin sessiz durması, HDP’nin toplumsal barışa ulaşmadaki rolünün farkına varmaması ve HDP ile uyumlu bir ittifak oluşturmaması, hâlâ ulusalcı önyargılarına saplanıp kalması şaşılacak bir şeydir.