Hukuksuz bir şekilde iptal edilen ve 23 Haziran’da yeniden tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri Binali Yıldırım şahsında iktidar partisi AKP’nin büyük hezimeti ile sonuçlandı.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) ekolojik çıkarım yöntemi ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve 2018 Milletvekili seçimleri arasındaki oy geçişlerini incelediği analize göre 23 Haziran’da 4 milyon 730 bin oy alan CHP adayı Ekrem İmamoğlu bu oyların 2 milyon 379 binini CHP seçmeninden, 1 milyon 28 binini HDP seçmeninden, 712 binini İYİ parti seçmeninden, 253 binini MHP seçmeninden ve 143 binini de AKP seçmeninden aldı. Yine bu analize göre 31 Mart’ta İmamoğlu’na oy veren HDP’li seçmen sayısı 911 iken bu sayı 23 Haziran’da 1 milyon 28 bine yükselmiş. Oy vermeyen HDP seçmen sayısı ise 212 binden 81 bine düşmüş. Buna göre İmamoğlu oyların yarısını CHP dışındaki seçmenden aldı ve bunların yaklaşık dörtte birini de HDP seçmeni oluşturuyor.
31 Mart seçimlerinde İstanbul dışında Ankara, İzmir, Mersin, Adana ve Antalya’yı da ekleyerek diyebiliriz ki AKP’nin geriletilmesinde metropollerdeki HDP seçmeni çok belirleyici bir rol oynadı. HDP’nin “AKP’yi geriletme, AKP’ye kaybettirme”ye dayalı bu seçim stratejisinin tabanda ciddi bir karşılık bulduğunu söylemek mümkün. Her ne kadar program ve tüzüğü Türkiye’deki hegemonik iki blok (Milliyetçi-Muhafazakâr blok ile Ulusalcı-Laik blok) dışında bir üçüncü çizgiyi büyütmeye dayanan HDP’nin yerel seçimlerdeki taktiksel yaklaşımı de facto olarak onu CHP bloğuna taraf kılsa da, seçimlerden hemen sonra toplanan HDP kadroları önümüzdeki dönemde kendi özgün üçüncü çizgilerinde siyaset üreteceklerini açıkladılar fakat bu açıklama aynı zamanda seçim sonuçlarının yarattığı toplumsal etkiyi ortak bir demokrasi bloğuna evriltme çağrısıyla birlikte geldi. Bu nedenle HDP’nin kendi üçüncü yol stratejisini ilerleyen süreçte nasıl kurgulayacağı ve bu strateji üzerinden seçim sonuçlarıyla açığa çıkan toplumsal değişim talebini diğer siyasi partilerle birlikte ne gibi ortak mücadele hatları üzerinden büyüteceğine dair yoğun bir tartışma döneminin bizi beklediği aşikâr.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Henüz çok yeni bir parti olsa da hem dayandığı uzun erimli legal siyaset geleneğinin mirası, hem de kurulduğu günden itibaren girdiği çokça seçim HDP’nin kendi seçmen tabanı ile son derece uyumlu bir ilişki geliştirmesine vesile oldu. Bir yandan HDP’nin yaslandığı legal siyaset geleneğinin ana arterini oluşturan Kürt seçmenlerin HDP’nin Türkiye’nin batısında da tabanlaşmasına yönelik cesaretlendirici desteği; öte yandan Türkiye devrimci geleneğinden gelenler başta olmak üzere, demokrat ve değişimi isteyen batılı genç kuşakların siyasi ufku HDP’de görmeleri bugüne kadar olmayan bir sinerji açığa çıkardı. Her ne kadar HDP etrafında bir araya gelen seçmen kitlelerinin etnik, sınıfsal ve toplumsal dönüşüme dair perspektifleri tamamen birbiriyle uyuşmasa da en azından legal siyaset alanındaki beklentilerini karşılayacak talepler konusunda çok büyük çelişkiler yaşamayan bir asgari ortaklaşma durumu da büyük oranda oluşmuş durumda. Türkiye’deki demokratikleşme, Kürt meselesi temelinde bir toplumsal barış, etnik ve dinsel toplulukların tekçi devlet ideolojisi tarafından yok sayılmasının önüne geçme, başta toplumsal cinsiyet eşitsizliği olmak üzere sosyal ve ekonomik birtakım eşitsizliklerin giderilmesine yönelik istek HDP’ye oy veren seçmenlerin büyük çoğunluğu tarafından müşterek bir siyasal talep kataloğu olarak benimsenmiş durumda.
Bana öyle geliyor ki 24 Haziran 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk nüveleri atılan fakat 31 Mart 2019 belediye seçimlerinde doğrudan HDP’nin seçim stratejisine dönüşen bir yaklaşımla artık sadece HDP’nin iç konsolidasyonu üzerinden değil (zira HDP seçmeni kendi partisiyle son derece güçlü bir sadakat geliştirmiş durumda), aynı zamanda Türkiye’deki egemen iki blok arasındaki güç ilişkilerine dahil olarak, sonuçlara etki ederek bu yeni güç konfigürasyonunu kendi politik gündemi lehine dönüştürecek bir yaklaşımı benimsedi. Bu yaklaşım HDP’yi sadece bir siyasal parti olarak görmenin ötesine geçerek, seçim kampanyaları döneminde HDP dışındaki seçmen kitleleri ile bağ kurarak, onların gündemlerine dahil olarak ve onlarla kurulan taktiksel ittifaklarla kendi toplumsal değişim perspektifini onlara da sirayet ettiren bir etki çemberi genişlemesine dayanıyor.
Doğrusu siyaset dilinin toplumu son derece polarize ettiği bir ortamda böylesi bir yaklaşım temelinde diğer siyasi partilerin tabanlarına temas edecek bir politik tahayyülün güçlü bir toplumsal muhalefet bloğunun oluşması açısından son derece kıymetli olduğunu düşünüyorum. Yeter ki HDP bu stratejiyi işletirken kendini iki egemen bloktan herhangi birisine yedekleyecek “yancı” bir pozisyondan değil tam aksine bir üçüncü çizgi öznesi olarak kendi eşitlik ve özgürlük perspektifini bu üçüncü taraflara da ulaştırma kararlılığını sürdürmekten vazgeçmesin.