Tutuklu Kürt kadın siyasetçi Gülser Yıldırım ile tecridi, HDP’yi, Kürtçe’yi ve ülkenin halini konuştuk:
Gülcan Dereli/ Hüseyin Kalkan
Cezaevinde tutuklu Kürt siyasetçileri ve belediye eşbaşkanları ile yaptığımız söyleşi serisi devam ediyor. 3 Kasım 2016 tarihinde gece yarısı operasyonu ile gözaltına alınan HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, bir gün sonra yani 4 Kasım’da tutuklandı. 4 çocuk annesi Yıldırım, daha önce de siyasi soykırım operasyonları denilen “KCK operasyonları” kapsamında 15 Şubat 2010 tarihinde tutuklanmış, 3 Ocak 2014 tarihinde tahliye edilmişti. Yıldırım, cezaevinden ilk söyleşisini Yeni Yaşam’a verdi. İyi okumalar…
Öncelikle vaktiniz nasıl geçiyor, günlük yaşamınız nasıl?
Sorularınıza geçmeden önce İzmir’de partimiz HDP’nin il binasına yönelik yapılan alçakça saldırıyı ve bu saldırıda katledilen canımız, yoldaşımız ve emekçi arkadaşımız Deniz Poyraz’ı saygıyla, minnetle anıyor, değerli ailemizin ve bütün halkımızın başı sağ olsun diyoruz, diyorum. Bu alçakça saldırıyı gerçekleştiren hastalıklı zihniyetten beslenen gözü dönmüş ve beyni körelmiş katil sürüsünü ve onların arkasında, yanında, önünde bulunan bütün sorumluları şiddetle kınıyor, lanetliyorum. Saygıdeğer Fehime Ana’nın da dediği gibi “Bir Deniz gider bin Deniz geliriz” şiarıyla özgürlük, eşitlik ve demokrasi temelinde barış mücadelemize her zamankinden daha fazla sarılarak devam edeceğiz. Ta ki Türkiye ve Kürdistan halklarıyla birlikte bu ülkeye demokrasi ve onurlu bir barışı getirip inşa edinceye kadar bu hakikat yolculuğumuz devam edecektir.
Cezaevinde geçirdiğimiz bir günümüzün kısaca özetini yapacak olursak, bizler 3 kişilik mekanlar olarak tasarlanmış F Tipi koşullarında ilk kadın tutsaklar olarak güne başlıyoruz. Bizler için günün ilk ışıklarıyla başlayan yaşam hareketliliği yanı başımızda bulunan yoldaşımızdan duyduğumuz ve kulaklarımızda müzik tadında çınlayan Rojbaş sesidir. Ve bizler kulağa gelen bu güzel sesin vermiş olduğu moral ve motivasyonla güne başlıyoruz. Bu moral, motivasyonun bize verdiği güç, inanç ve halkımıza karşı duyduğumuz sorumluluk, uğruna mücadele ettiğimiz değerler bizi dimdik ayakta tutuyor. Her ne kadar tecrit koşullarında yaşıyor olsak da halkımızla birlikte olduğumuzu belirtmek istiyorum. Bu maneviyatın vermiş olduğu güçle bütün duvarları, engelleri aşarak ruh ve mücadele birliğini oluşturuyoruz. Böylece günün rutin koşuşturmaları içinde başta halkımıza ve kadın özgürlük mücadelemize karşı duyduğumuz görev ve sorumluluklarımıza bu duygu ve düşüncelerle dalıyor ve hep daha iyisini yapma, halkımıza layık olmak isteği ve arayışı içinde o günün sonuna geliyoruz. Ve bir sonraki güne doğacak güneşi özgürlük umudumuzu diri tutarak karşılamaya hazırlanıyoruz.
Yoğunlaştığınız bir konu var mı?
Öncelikle belirtmeliyim ki okumayı ve bilgi deryasına açılmayı çok severim. Çok sevmeme rağmen dışarıdaki koşullar ve içinde bulunduğum pratik koşuşturmalar bana bu olanağı pek sağlamadı. Ama cezaevine girdikten sonra zamanımın büyük bir bölümünü okumakla geçirdiğimi söyleyebilirim. Böylece Kürt halkının “Kadim Çınarı” olarak bilinen ve hepimizin değer verdiği Âpe Musa’nın yaşam anılarından yola çıkarak Dr. Nuri Dersimi’nin, onurun timsali olan kaleminden “Dersim Tarihi” ve Bilge’nin insanlığı aydınlatan kadın özgürlükçü felsefesiyle devam ederek geçmiş tarihimizin derinliklerine dalıyorum. Bu tarihin derinliklerinde yaptığım anlam yolculuğundaki insanı güzel yapan, onu değerli kılan ve özgürleştiren onun hakikat arayışı ve özüdür. Her bireyin kendi toplumsal tarihinin kökleri üzerinden yeşermesi, dilini, kültürünü ve varlığını koruyarak yaşamak ve yaşatmaktır. İnsanlığın evrensel değer yargılarıyla bütünleştirip geleceğe taşımaktır diye düşünüyorum. Hepimizin de bildiği gibi bir halkın kendi varlığını ve toplumsal özünü korumak için öncelikle diline sahip çıkması ve onu yaşatması gerekir.
Alman filozof Leibniz, “Bana bir alfabe verin size o alfabeden bir dil, o dilden bir ulus yaratayım” demiş. Ne kadar da doğru söylemiş. Sanki biz Kürtlerin kulağını çınlatmak için söylenmiş bir sözdür. Onun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti kuruluş tarihinden başlayarak önce dilimizi asimile etmeye ve dilimizle birlikte bütün toplumsal hakikatimizi de yok etmeye çalıştı. Her ne kadar yürütmüş olduğu bu politika ile istediği sonuca varamamış olsa da günümüz koşullarının teknolojik imkanlarıyla bu politika daha da önemli bir noktaya gelmiş, görev ve sorumluklarımızı da büyütmüştür. Ne yazık ki üzülerek de olsa söyleyelim, bizler halk olarak Ahmedê Xani, Baba Tahirê Uryan, Faqiyê Teyran, Melayê Cizîrî, Celadet Bedirxan ve daha nice Kürt dil emekçisi değerlerimizin bize bıraktığı bu kutsal mirası hak ettiği düzeye getiremedik. Ama buradan takip ettiğimiz çok değer verdiğimiz dil çalışmaları olduğunu da görüyoruz. Bu çalışmalar kıymetli ve anlamlıdır. Buradan sizin aracılığınızla bu çalışmaları yürüten bütün arkadaşları yürekten kutluyor, kendilerine başarılar diliyorum. Anlaşıldığı üzere benim de yoğunlaşmalarım ve okumalarım daha çok bu temelde ve Kürtçe’dir.
HDP’yi kapatma tartışmalarının amacı nedir?
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi partileri kapatma tarihine baktığımızda, başta Kürt siyasi geleneğinden gelen partiler olmak üzere birçok partinin kapatıldığını görüyoruz. Oysa AKP iktidara gelmeden önce, partilerin kapatılmasına karşı olduğunu, kapatılmalarını doğru bulmadığının imajını çiziyordu. Peki, ne oldu da AKP iktidara geldikten uzun bir süre sonra bu kadar açık bir biçimde HDP’yi hedef göstererek kapatılması için yargıya talimat veriyor? Çünkü MHP’lileşmiş AKP-MHP iktidarının üzerinde ortaklaştığı ırkçı, tekçi ve inkarcı politikalarının temelinde Kürt düşmanlığı ve demokrasi düşmanlığı yatıyor. Tabii ki parti kapatmayı devletin militarist, tekçi, inkarcı anlayışından ve geleneğinden kopuk ele alamayız. Bugün de bu geleneğin başını çeken, onu daha da kötü hale getirip sahiplenen ve kendilerini devletin merkezine koyan bir AKP-MHP ortaklığıyla karşı karşıyayız.
Yapılan bütün baskılara, tutuklamalara ve kumpaslara rağmen daha büyüyen ve güçlenen bir HDP’yi görüyorlar. Bu da iktidarı kaybetmeyi ve korkularını daha da büyütüyor ve daha fazla HDP’ye saldırıyorlar. Böylece önümüzdeki seçimlerde HDP’siz bir seçim atmosferi yaratmak istiyorlar. Bir yandan da 7 Haziran 2015 seçimlerinde yitirdikleri tek başına iktidar olmanın ve en son yerel seçimlerde partimizin ortaya koyduğu irade ile yitirdikleri birçok büyükşehir belediyesinin intikamını almak istiyorlar. Ama buradan bir kez daha çağrıda bulunuyoruz: Türkiye’nin bütün demokrasi güçlerine sesleniyoruz. HDP’yi kapatmak isteyen zihniyet özünde özgürlükten, eşitlikten, demokrasiden, kadın eksenli bir yaşamdan ve ülkenin aydınlık geleceğinden yana olan bütün kesimlere karşı bir darbe girişimi içinde. Ve AKP-MHP politikalarının ülkeyi sürüklediği uçurumdan kurtarmak için hep birlikte mücadele etmeye ve halklarımız adına tarihi sorumluluğa davet ediyoruz.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı cezaevlerinde açlık grevi var. Tecride karşı topluma mesajınız ne olur?
Bilindiği gibi 22 yıldır İmralı Cezaevi’nde olan Sayın Abdullah Öcalan bugün kendisinin ve İmralı’da bulunan arkadaşlarının üzerindeki tecrit politikası en ağır biçimde devam ediyor. Cezaevlerinde bulunan diğer siyasi tutsakların kullandığı hiçbir haktan yararlanamıyorlar. Bugün İmralı Adası’nda daha da ağırlaştırılarak yürütülen tecrit politikasını, Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun diyalog ve müzakere yol ve yöntemleriyle çözme arayışı ve çabasından kopuk ele alamayız. Çünkü uluslararası komplo ile kaçırılıp Türkiye’ye teslim edildiği günden beri ve mesajlarını topluma ulaştırma olanağı bulduğu her zeminde Kürt sorununun demokratik, diyalog yöntemleriyle ve Türkiye bütünlüğü içinde çözme arayışı, çabası ve çağrısı olmuştur.
Nitekim AKP iktidarının da Sayın Öcalan’ın da bu çabalarına yönelik bir diyaloğu gelişmiş ve oluşturulan heyetler nezdinde görüşmeler başlamıştı. Bu görüşmeler beraberinde bir çatışmasızlık ortamının oluşmasına vesile olmuştu. Artık canlar yitirilmiyor ve anneler gözyaşı dökmüyordu. Bu durum toplum tarafından da büyük destek görmüş ve toplumsal barış umudunu yeşertmişti. Ne yazık ki AKP iktidarı, başlatılan bu süreçten geri adım atmış ve MHP ile ortaklaşarak rotayı onun istediği çizgiye getirmiştir. Ve bir kez daha inkar, imha ve savaş politikalarına geri dönmüştür. Bunun ilk adımı olarak da tecrit politikasını ağırlaştırarak, İmralı’dan yapılan diyalog ve çözüm çağrılarına kapılar kapatılmış, toplumda oluşan barış umutları heba edilmiştir.
Değerli halkımızın da bildiği ve takip ettiği gibi bugün cezaevlerinde halen devam eden süresiz dönüşümlü bir açlık grevi var. Sürdürülen bu grevin talepleri arasında öncelikli olarak Sayın Öcalan ve arkadaşlarının üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması yer alıyor. Yine başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye halklarının özgürlük, eşitlik, demokrasi ve adalet mücadelesine ve toplumsal barışa yönelik bir çağrıdır. Ama bu çağrı, sadece zindan koşullarında sesini, talebini, bedenini açlığa yatırarak duyurmaya çalışan siyasi tutsaklara bırakılmayacak kadar hayatidir. Cezaevlerinde ölümlerin yaşanmaması için başta halkımız olmak üzere özgürlükten, eşitlikten, demokrasiden, adaletten ve barıştan yana olan bütün kesimleri duyarlı olmaya ve katkı sunmaya davet ediyoruz. Bu görev ve sorumluluk ister içeride ister dışarıda olalım ülkemizin demokratik geleceği ve özgür yaşam birlikteliğimiz adına tarihi görev ve sorumluluğumuzdur.
Sorunların kaynağı Kürt düşmanlığı
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İnanın AKP-MHP iktidarının ülkeyi sürüklediği ve getirdiği karanlığı anlatmak için söylenecek o kadar çok şey var ki, insan hangisinden başlayacağını bilemiyor. Ama yaşanan bütün sorun ve sıkıntıların temelinde, iktidarlaşan erkek egemen zihniyetin kapitalist, rantçı ve karanlık yüzünün olduğunu biliyoruz.
Aynı şekilde çocukların da güvenle ve korkusuzca yaşayıp büyüyebileceği bir ortam da yok. Ne yazık ki aynı uygulamalardan doğa da nasibini alıyor ve bu talan düzenine her gün binlerce ağacını (evladını) kurban veriyor. Bu yaşananlara yüreğimiz yangın yerine dönerek tanık oluyoruz.
Kadın katliamlarının en vahşi ve hunharca devam ettiği bir dönemde İstanbul Sözleşmesi’nin Saray tarafından iptal edildiğini görüyoruz. Çocukların en çok taciz ve tecavüze uğradığı ve toplum olarak halen bu vicdansızlığın, utancın duygusunu yaşadığımız bir zaman diliminde, “Somut delil olması gerekir” denilen yasaların çıkarılmaya çalışıldığını ve tecavüzcüleri koruma amaçlı olduğunu görüyoruz.
İktidardan yana olmayan medya kuruluşlarının ve kalan az sayıdaki muhalif basın emekçilerinin de nasıl boğazının sıkıldığını ve nefesinin kesilmeye çalışıldığını görüyoruz. Yaşanan bütün bu sorun ve sıkıntıların kaynağında, bugün ülke sınırlarını da aşan Kürt düşmanlığı ve yürütülen savaş politikalarının olduğunu görüyoruz.
Yaşanan bütün bu gerçeklikler temelinde bakıldığında bir kez daha Türkiye ve Kürdistan halklarının HDP’nin ilkelerine, felsefesine ve savunduğu değerlere ne kadar da ihtiyacı olduğunu ve bu ilkelerin toplumsal yaşam için vazgeçilmez değerde olduğu ortaya çıkıyor. Onun için buradan bir kez daha başta halkımız, bütün demokrasi güçleri, kadınlar ve barıştan özgürlükten, eşitlikten, aydınlık bir gelecekten yana olan herkesi umudu daha da büyüterek HDP’ye sahip çıkmaya çağırıyorum. Çünkü HDP sizsiniz ve sizin iradenizin yaşam bulduğu adresinizdir.
Son olarak ben ve oda arkadaşlarım Aysel Tuğluk ve partimizin Gebze (önceki dönem) İlçe Eşbaşkanı Damla Bağcı, değerli halkımızın ve bütün halkların Kurban Bayramı’nı kutluyor, en içten ve derin sevgi, saygılarımızı sunuyoruz. Silav û rez.