Küresel ölçekte yaşanmakta olanlar, yaşadığı ağır süreçten bunalmış herkeste tarihsel bir sürecin eşiğinde olunduğu izlenimi uyandırıyor. Tarihin sonunun ve kapitalizmin zaferinin ilan edilip tarihsel ilerlemenin sonuna gelindiğinin duyurulduğu bir dönem sona eriyor. Bitti denilen işçi sınıfı kendisini, hem de metropol ülkelerde büyük grevlerle yeniden gösterirken egemenler büyük bir korku ve şaşkınlık içerisinde değişik ülkelerde neo-liberal yıkıma karşı ayağa kalkmış halkların isyanını izliyor. Ağır ekonomik krizin içerisinde kıvranan, kendisiyle beraber yerkürenin yıkımını getiren kapitalist üretim, kendisinin tetiklediği üretici güçlerdeki gelişmeyi kontrol edemez duruma doğru ilerlerken gerek yol açtığı toplumsal yıkım gerekse iklimsel felaketle yüzleşmek durumunda kalıyor. Biliyor ve görüyor ki, canlanmakta olan sadece sınıf mücadelesi değil onun yüz küsur yıllık ideolojisidir, sınıfın insanlığın ve dünyanın kurtuluş çığlığıdır. Düzen kendi varlığını biraz daha uzatabilmek, gelmekte olan sonu geciktirmek ve büyüyen umudu söndürebilmek adına daha vahşileşiyor ve saldırganlaşıyor. Dünya bir yandan halk ayaklanmalarının meydanlarda yaktığı ateşle ısınırken öte yandan zorba yönetimlerin azgınlaşan saldırıları ve emperyalist yağmanın yol açtığı savaş, iç savaş ve katliamlarla boğuşuyor. Düzen, gelmekte olan yeniye kendiliğinden teslim olmayacağını ortaya koyarken eskinin yıkılmasını sağlayacak devrimci eylemi bir zorunluluk olarak dayatıyor.
Kapitalist yıkım, insanlığı barbarlıkla sosyalizm arasında bir seçime zorlarken, yazılmış kitaplar yeniden raflardan indirilmeye, unutulmaya yüz tutmuş sloganlar meydanlarda atılmaya başlanıyor. Sınıfsız, sömürüsüz, insanca adil bir dünya özlemi egemenlere korku, ezilenlere umut olmaya devam ediyor. Benzer bir durum ülke coğrafyasında da belki daha yavaş adımlarla ama dirilen özgüvenle kendisini hissettiriyor. 17 yıllık AKP hegemonyası dağılmaya yüz tutarken yerinin nasıl doldurulacağı sorusu sadece egemenleri değil ezilenleri de meşgul ediyor. Dünyada olduğu gibi henüz kendi örgütü ve ideolojisi ile buluşamamış işi sınıfı ve yoksul halk kitleleri olmakta olanı anlamaya çalışırken bir yandan da kendi yolunu tarif etmeye, kendi adresini bulmaya çalışıyor.
HDP, kongresine tam da böyle bir süreçte hazırlanıyor. Parti, kongre sürecine doğru ilerlerken, devletin yoğun baskısını ve ağır saldırılarını göğüslemek durumunda da kalıyor. Kendi devamının, HDP’de cisimleşen halk iradesinin ve direnme azminin yok edilmesinden geçtiğinin farkında olan iktidar, partiyi siyaset yapamaz hale getirmek için her yolu deniyor. Parti binaları abluka altına alınıyor, kayyumlarla belediye yönetimlerine el konuluyor, üyeler ve yöneticiler gözaltı, tutuklama terörüyle karşı karşıya bırakılıyor.
HDP’yi hedef alan devlet saldırısının bir boyutunu Kürt halkına karşı düşmanlık siyaseti oluştururken diğer boyutunu partinin ve onun tabanının, ülke siyasetinde oynadığı kilit rolün önemi oluşturuyor. AKP-MHP-Ergenekon faşist-erkek blokunun birleştirici unsuru, Kürt halkına karşı düşmanlık ve savaş siyasetidir. Ağır ekonomik ve siyasal krizin ortasında, kendi tabanını bir arada tutmakta zorlanan siyasal iktidar, gerek yaşanan krizin kristalize ettiği sorunları ötelemek gerekse tabanı bir arada tutup, iktidar blokunun bütünlüğünü korumak adına Kürt halkına ve siyasal temsilcilerine karşı saldırı politikalarını yürürlüğe koyuyor. Bu saldırı, sadece Kürt halkı, HDP ve bileşenlerine yönelik bir saldırı olmaktan öte; emek, demokrasi, özgürlük güçlerini ve Saray karşıtı güçleri hedef almaktadır. Bu saldırının ve savaş politikalarının boşa düşürülmesi, ülke halklarının çıkarına olacaktır. Partiye yönelen saldırının, bir bütün olarak emek ve demokrasi güçlerini hedef alan bir saldırı olduğu tespitinden hareket edilecekse, HDP’ye yönelen saldırının boşa düşürülmesinde, bu güçlere de önemli sorumluluklar düştüğü kabul edilmelidir.
Gerek krizin dayattığı işçi sınıfı mücadelesi gerek ağır baskı altında bunalan Saray karşıtı güçlerin yürüttüğü adalet ve demokrasi mücadelesi açısından HDP ve onun temsil ettiği tabanla, Saray’a karşı mücadelede yan yana yürümek bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu durum HDP’ye, yükselen işçi sınıfı ve saraya karşı hareketlenen toplumsal dinamiklerle bağ kurma olanakları yaratmıştır. Doğal olarak bu bağın kurulmasında başat görev HDP bileşeni ve ittifakı olan Türkiyeli sosyalist güçlere düşmektedir. Sosyalistler bir yandan kendi tarihsel görevlerini yerine getirip işçi sınıfı ile sağlam bağlar kurmak, öte yandan sınıf hareketinin Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile yan yanalığını sağlamak görevi ile yüz yüzedir. Gelişmekte olan sınıf hareketinin Kürt özgürlük mücadelesi ile ortak bir kanalda buluşması, yoksulluk ve sefalet dayatılan kitlelerin taleplerinin Kürt halkının özgürlük talepleriyle birleştirilmesi, devrimci mücadelenin güçlenmesi ve hedefine ulaşması açısından mutlak zorunluluktur. HDP bileşenleri geçmiş alışkanlıkları ve rekabet anlayışlarıyla bu görevin altından kalkamayacaklarını görmelidirler. Sosyalistlere düşen, küçük hesaplar ya da parlamenter beklentilerle iç polemiklere boğulmak değil işçi sınıfı ve yoksul halk kitlelerinin taleplerine cevap, adres olacak bir perspektifi hayata geçirmek için güçlerini yan yana getirmek olmalıdır. Sosyalistlerin yan yana gelişi talebi, HDP’ye karşı değil onun üzerinde yükseldiği birleşik mücadele perspektifini büyütmek, devrimci mücadeleyi güçlendirmek için tüm çaba ve özverinin ortaya konulması talebidir.