Altılı masa krizi aşmış görünüyor. Hatta kriz aşıldıktan sonra aday Kılıçdaroğlu’nun eli biraz da güçlendi. Ancak daha seçimlere iki ay var ve bu aralıkta çeşitli taktiklerin devreye girmesi kaçınılmazdır. Cumhur İttifakı kendini genişletmeye çalışıyor, fakat bu yoldan gideceği yol çok sınırlıdır.
Muhalefetin adayı nihayet belli olduktan sonra gündemin ön sırasına “HDP sorunu” çıktı. Sorunun iki yönü var. Kapatma davası nasıl seyredecektir? Hazine yardımına konulan blokajın kaldırılması ve savunmanın Nisan ortasına uzatılması çeşitli yorumlara yol açsa da, sonunda kapatma tehdidi “Demokles’in kılıcı gibi” HDP’nin üzerinden salınmaktadır. Bu konuda her yorum eksik kalacağı için bir noktaya değinmekle yetinelim. Eğer Cumhur İttifakı her türlü oyunu devreye sokarak seçim öncesi bütün çözüm yollarını tıkayan bir kararla HDP’yi seçim dışı bırakırsa ortaya bir meşruiyet sorunu çıkar. Keyfiliğin zirvelerine tırmanmış bir Cumhur İttifakı “meşruiyet” sorununu ne kadar ciddiye alır, bilemeyiz, ancak böyle bir gelişme seçim sonrası süreçte bu kez düzen için “Demokles’in kılıcı”na dönüşebilir.
Sorunun diğer yönü, tarihsel bir dönemi kapsayan derinliğe sahiptir. “HDP ile görüşme” cümlesiyle sembolize olan olgunun arkasında, yakın dönemi dikkate alırsak, kırk yıldır düğümlenen ancak çözümlenemeyen “Kürt sorunu” yatmaktadır. Dolayısıyla sorun HDP ile görüşmekten öteye çok derin köklere sahiptir. Aslında siyasal İslamın iktidar olmasıyla ortaya çıkan egemenliğin yeniden inşası sorunu bir yönüyle “Kürt sorununu” kapsamaktadır.
90’lı yılların başlarında kurulan Demirel-İnönü koalisyonu soruna farklı bir yaklaşım geliştirmeye çalıştı, ancak bu çok kısa sürdü. Aynı koalisyon cumhuriyetin en karanlık yıllarının yaşandığı bir döneme dönüştü. Bu dönem Kemalizmin, o güne kadar ki burjuva partilerinin tümüyle yıprandığı yıllar oldu. Ardından bu yıkıntının üzerine siyasal İslamın iktidar yılları başladı. Kürt sorununa farklı yaklaşım AKP iktidarının yükselişini sağladı; ancak AKP devletin bu konudaki reflekslerine geri dönüğü ölçüde kendi yıkımını hazırlamaya başladı.
Kılıçdaroğlu’nun “elbette HDP ile de görüşeceğim” cümlesini kurabilmesinin arkasında uzun, acılı, karanlık yılların birikimi yatmaktadır. Erdoğan sorunun çözümünden inkarına dönünce, bunu aynı zamanda yaratmak istediği yeni egemenlik biçiminin aracı haline getirmekten geri durmadı. 90’lı karanlık yıllarda MGK’nin siyasete çizdiği sınırlar nasıl onun içinde kalan siyasi partileri ve aynı zamanda MGK düzenini tükettiyse; benzerini Saray son on yıldır kendi dışındaki siyasi parti ve demokratik kuruluşlara uygulayarak yaptı. “Devletin beka sorunu” ve “ansızın gidilen” sınır ötesi operasyonlar hep siyasete Saray’ın çizdiği sınırları korumak içindi. Sınırların içinde kaldığı ölçüde “muhalefet” kendini bir türlü toparlayamadı; ancak aynı zamanda Saray da çizdiği sınırları korumak için keyfileşti, çürüdü, depremin gösterdiği gibi felç oldu.
“HDP ile görüşme” sorunu bu tarihsel açıdan bakılınca derin köklere sahiptir. Basit bir görüşmeden öteye içinde demokratik bir düzenin inşasının anahtarını taşımaktadır. Altılı masa görüşmeye bu derinlikten yaklaşmadığı takdirde büyük sorunlarla yüz yüze kalacak ve Saray’ın tuzaklarına düşme tehlikesinden kurtulamayacaktır.
Oysa depremin ortaya çıkardığı çok önemli bir gerçek yaşanıyor. Saray felç olunca deprem alanlarında neredeyse ikili iktidar ortaya çıktı. Kürt belediyelere atanan kayyumlar hatırlanırsa ikili iktidarın çok daha yaygın olduğu görülebilir. Zaten dayanışma çalışmalarında bu gerçeklik çok açık bir şekilde kendini ortaya koymuştur. Altılı masa Saray’ın kuşatmasından uzaklaştığı ölçüde üzerindeki gerilim artacaktır. Ancak aynı zamanda Emek ve Özgürlük İttifakı depremin iyice görünür hale getirdiği yaşama hakkına yönelen tehdide karşı meslek odalarıyla, sendikalarla, belediyelerle, bölgesel meclislerle kendini büyüterek bu gerilimi göğüsleyebilir. Demokratik cumhuriyete giden yol buradan geçiyor.
“HDP ile görüşme” içinde büyük bir mücadeleyi taşıyacak olan dönemin açılışının sembolüdür. Hafife almaya gelmez.