Genel Kurul’da bütçe görüşmelerinde konuşan HDP Eş Genel Başkanları erken seçim için Haziran ayını işaret ederken ‘ekonomik ve siyasi krizleri derinleştiren, savaş, yoksulluk ve talan bütçesine ‘hayır’ oyu vereceğiz’ dedi
Halkların Demokratik Partisi (HDP)Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli, 2020 Yılı Merkezi Bütçe Teklifi görüşmelerinde Genel Kurul’da konuştu.
İlk olarak söz alan Buldan, konuşmasına tutuklu HDP’li siyasetçilere ve seçilmişlere selam göndererek başladı.
Buldan, Meclis’in kurulması üzerinden neredeyse bir asır geçtiğini ama 100 yıldır cumhuriyetin demokrasiyle bulaşamadığını ve bu yüzden krizlerin hiç bitmediğini söyledi.
‘Krizlerin sebebi tekçi anlayış’
Buldan, Meclis’in kuruluşunu, ilk anayasayı ve Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi konuşmasındaki Kürt vurgusunu hatırlatarak, şunları söyledi:
“Meclis 1920’de kurulduğunda çoğulculuk esasına dayanıyordu. 1921 Anayasası temsili demokraside Meclis’i, yerelde ise doğrudan demokrasiyi, yani halkın doğrudan kendi kendisini yönetmesini işaret ediyordu.
Mustafa Kemal Erzurum kongresindeki konuşmasında ‘Biz Türk ve Kürt milleti, iki halkın, milletin hakkı hukuku’ diyerek, cumhuriyetin kurucu halklarına, hakkına ve hukukuna vurgu yapıyordu. 1924 Anayasasıyla birlikte tarihi kırılma yaşandı ve etkileri günümüzde de en ağır bir biçimde devam eden; kimliklerin, inançların ret ve inkârına dayalı tekçi milliyetçi ulus sitemine geçildi. Eğer 1920’nin kurucu aklı ve çoğulculuk esası terk edilmeseydi, kurucu halkların hakları teslim edilseydi bugün demokratik cumhuriyet çatısı altında âdemi merkeziyetçi bir idari düzende yaşıyor alacaktık. Krizler yaşanmayacaktı. Halklar birbirinden kopmayacaktı. Kürtler, Aleviler, Sünniler, Ermeniler, Araplar, Süryaniler, Ezidiler, Çerkezler, Lazlar olarak, kendi kimlik, kültür, inanç ve dillerimizle eşitçe ve özgürce bir arada yaşıyor olacaktık. Ne yazık ki böyle bir ortamda değiliz. Egemenliğin halkta olduğu sadece bir duvar yazısından ibarettir. O duvarların arkasında başka işler dönüyor.
‘Toplumu bir arada tutacak olan eşitliktir’
Halka güvenmeyen, inanmayan, halkın taleplerini bastıran, hesap vermeyen, halkı sadece seçmen olarak gören tekçi, merkeziyetçi, milliyetçi otoriter bir sistem bir asırdır ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bunun bedelini ise tüm toplum ödüyor. Toplumu bir arada tutacak olan; adalet duygusudur. Barıştır. Eşit yurttaşlıktır. Özgürlüktür. Gerçek demokrasidir. Bu değerler asla ayrıştırmaz, birleştirir. Asıl bunların olmadığı bir ortam ayrışmaya götürür. Kürdün Türk kadar, Alevinin Sünni kadar, kadının erkek kadar, yoksulun zengin kadar, işçinin patron kadar hakkı hukuku yoksa orada toplumsal vicdanlar ve duygu parçalanır, kırılır.
‘Adalet yoksa kırılma olur’
1920 Meclisinde varlığı tanınan Kürtlerin bugünkü Mecliste konuştuğu Kürtçe bilinmeyen dil olarak kayıtlara geçiriliyorsa işte kırılma burada yaşanır. Roboski’de uçaklarla katledilen köylüler için adalet işlemiyorsa duyguda parçalanma burada yaşanır. Cizre’de bir anne 10 yaşındaki kızı Cemile’nin cansız bedenini buzdolabında bekletmek zorunda bırakılıyorsa en büyük kırılma buradadır. Tedavi edilmediği için cezaevinde yaşamını yitiren 60 yaşındaki Emine anneye taziye evi verilmez, taziye çadırının kurulması engellinirse, ölümde bile ayrımcılık yapılırsa kırılma burada olur. Kürd’ün binbir emekle, bedel ödeyerek seçtiği belediyeler kayyımla gasp edilirse en büyük kırılma burada olur. Soma’da yerin yüzlerce metre altında can veren maden işçileri için adalet işlemiyorsa kırılma işte burada yaşanır. Maraş’ta katledilen, Sivas’ta yakılan Aleviler dışlanırsa, hakları teslim edilmezse ve halen evlerine çarpı işareti konuluyorsa, işte kırılma burada yaşanır. Ayşe Tuğbaları, Emine Bulutları, Özgecanları, Cerenleri, Şuleleri koruyacak bir devlet ve adalet yoksa kırılma burada yaşanır.
Uğurları, Kemal Kurkut’ları, Berkinleri, Ceylanları, Ali İsmailleri katledenlerden hesap soracak bir adalet yoksa asıl kırılma burada yaşanır. Devletin itibarından tasarruf olmaz denilerek halkın ekmeğinden, sofrasından, emekçinin alın terinden çalınırsa kırılma burada olur.
Muktedirler için işleyen hukuk ve adalet sokaktaki bir insanımıza uğramıyorsa, herkes adalet diye feryat ediyorsa işte burası Türkiye’nin büyük kırılma yaşadığı bir noktadır. Bu kırılma derinleştikçe çöküş de hızlanacaktır. “
‘Sorumlusu Erdoğan’dır’
Buldan, adında “adalet” olan AKP’nin adaleti mumla aranır hale getirdiğini belirten Buldan, sorumlusunun “Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyorum” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğun söyledi. Buldan, “Kendisini parlamentonun iradesi üzerinde gören, seçilmişler üzerinde vesayet kurmaya çalışan bu iktidarın savcısıdır, hâkimidir, polisidir” dedi.
Buldan, şunları söyledi: “Reform dediniz, tüm değerleri deforme ettiniz. Anormal olan ne varsa normal hale getirdiniz. Hukuk dışılığı kaldırmanın yolu, hukuku ortadan kaldırmaktır. Şu an yapılan tam da budur. Bakınız! Demirtaş ve Yüksekdağ dahil tutuklu HDP’lilerin fezleke ve iddianamelerini hazırlayanlar Cemaat’in savcı ve hakimleridir. Üstelik bazıları da şu an cezaevindedir. FETÖ’cülerin fezlekesiyle tutuklanan Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın tahliyesini engelleyen kimdir? Bizzat AKP Genel Başkanıdır. Demirtaş, Yüksekdağ ve tutuklu tüm seçilmişler derhal serbest bırakılmalı. Hukuksuzluğa son verilmelidir.
Cemaat, paralel devlet kurmaktan, darbe girişiminden yargılanıyor. Ama o paralel yapıt döneminde yapılan hukuksuzluklar aynen devam ediyor. 2009-2012 arası cemaatin paralel devletinde 10 bin Kürt siyasetçi tutuklandı. 2015’ten bu yana ise gözaltına alınan HDP’li sayısı 15 bin dolayındadır, 5 bini tutukludur. Peki, ne değişti? 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL rejimiyle Kürtlere, toplumsal muhalefete, demokrasi mücadelesi verenlere karşı yöneltilen hukuksuzluk düzeni, darbeyi aratmayan uygulamalar aynen devam ediyor.”
Kayyumlar ve operasyonlar
Kayyum atamalarına ilişkin konuşan Buldan, 17 belediye eşbaşkanın tutuklu olduğunu belirtti. Buldan, şunları söyledi: “6 milyon insanın oyunu hiçe sayıp halk iradesinin karşısına kayyımı dikmek ‘Siz seçseniz de yönettirmeyiz’ demek darbe değil midir? Ve kayyım sadece bizim belediyelerimiz için değil tüm ülke sathına yayılmak istenen bir rejim biçimidir. İktidarın iddiası; HDP’li belediye başkanları teröre bulaşmış, dağa para göndermiş. Tek bir belge, kanıt var mı? Yok. Hepsi laf, hepsi yalan. Kayyım atamaları siyasi bir operasyondur. AKP seçimle elde edemediğini kayyım zoruyla ele geçirmektedir. Belediyeler kayyımların hırsızlığı, yolsuzluğu nedeniyle zaten borç ve haciz batağındadır. Personel maaşı zar zor ödeniyor. Kayyımların yolsuzluk suçu Sayıştay raporlarıyla sabittir. Yerellerde adeta yolsuzluk düzeni kurulmuştur. İlla teröre destek aranacaksa cemaate ‘ne istediniz de vermedik’ diyenlerde aranmalıdır.”
‘Tek başkanlık değil eşbaşkanlık’
Kayyım atamaları ile birlikte eşbaşkanlık sisteminin hedef alındığına dikkat çeken Buldan, “Eş başkanlık sistemi, tüm kadınlar için büyük bir kazanım olarak Türkiye Demokrasi tarihine geçmiştir. Eş başkanlık; demokratik, ahlaki ve politik toplumun siyaset dilidir. Tek başkanlığın, tek adam yönetiminin panzehiri eş başkanlıktır. Eş Başkanlık kurumunun hedef alınmasının en büyük nedeni, erkeklik rejimindeki ısrardır. Kayyım; kadınların iradesine yöneltilmiş siyasal bir şiddettir. Sokakta kadını hedef alan şiddetle, siyasal alanda eş başkanlığı hedef alan siyasal şiddet aynı erkek iktidar zihniyetinin bir yansıması olarak karşımızdadır. Biz HDP olarak buna eyvallah demeyeceğiz. Eş Başkanlıktan asla vazgeçmeyeceğiz. Bir milim geri adım atmayacağız. Tek başkanlık değil Eş Başkanlık demeye devam edeceğiz. Yarın halkın önüne sandık konulsa kayyımcılar tarihin en büyük tokadını yiyecektir. Halk iradesini temsil eden bu parlamentoyu da kayyım hukuksuzluğu karşısında tavır almaya çağırıyoruz” diye konuştu.
‘Kürt sorunu sizi çözecek’
Kürt düşmanlığından vazgeçilmediğini ifade eden Buldan, konuşmasına şöyle devam etti: “2013-2015 arasında Sayın Öcalan çözüm için tarihsel önemde adımlar atmıştı. Hem içeride hem Suriye’de demokratik bir süreç ilerleyecekti. Ve bu mesele içeride çözülecekti. Hükümet, iktidar hesapları nedeniyle Dolmabahçe mutabakatını reddetti. Masayı devirdi. 5 Nisan 2015’ten itibaren İmralı tecridini başlattı. Bugün İmralı tecridiyle demokrasi, barış ve çözüm umutları tecrit altındadır. Halkların demokratik geleceği tecrit altındadır. Zor olan aslında barış değildir, sözün arkasında durmaktır. Kolay olan ise sözden dönmektir. Bir kez daha vurguluyoruz: Çözümsüzlüğün, tecridin, savaş politikalarının bir kazananı olmayacaktır. Kürt sorununa güvenlikçi politikalarla yaklaşan tüm iktidarlar dağıldı ve gitti. AKP de eninde sonunda o kervana katılacaktır. Kürt sorununu çözmediniz. Ama Kürt sorunu sizi çözecektir.
Erken seçim için Haziran
HDP’ye karşı devreye konulan planın farkındayız. HDP şahsında demokratik siyaset alanı topyekün tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. İktidarın; HDP’siz parlamento, HDP’siz yerel yönetimler, HDP’siz siyaset, HDP’siz yaşam planlarını görüyoruz. Türkiye AKP’siz yapar ama HDP’siz yapamaz. HDP’siz değil ama AKP’siz bir Türkiye’nin çok da uzakta olmadığını şimdiden size hatırlatmak isteriz. HDP, siyasi oyunları, siyasi hesapları bozmaya devam edecektir. AKP’nin siyasi hikâyesi bitmiştir. Türkiye tam bir yol ayrımındadır. Bunun için bu iktidarın biran önce gönderilmesi gerekiyor. Bu nedenle erken seçim çağrısı yapıyoruz. Sandık biran önce halkın önüne konulmalıdır. Erken genel seçim tüm siyaset kurumunun ve toplumun acil gündemi olmalıdır. Haziranlar umuttur, Haziranlar cesarettir. Haziranlar Başarı ve zaferdir.”
Temelli: Bütçenin arkasındaki zihniyeti kabul etmiyoruz
Ardından HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli kürsü de söz aldı. Temelli, 2020 yılı bütçesini “yoksunluk” bütçesi olarak tanımladı. Temelli, “2020 bütçesine baktığınızda, barışın ve toplumsal barışın yoksunluğunu görürsünüz. Bu bütçeye baktığınızda ortak zenginliğimizden yoksun bırakılmışlığımızı, topyekûn yoksulluğu görürsünüz. Bütçe olma vasfını yitirmiş bu metne baktığımızda demokrasi yoksunluğunu görürsünüz. Toplumsal barışı inşa edebilmek, Cumhuriyeti demokratikleştirebilmek, yoksulluğu yenebilmek, ortak zenginliğimizi hakça adaletli bir şekilde üretip paylaşabilmek adına, 2020 Merkezi Yönetim Bütçesini ve arkasındaki zihniyeti kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Ülke açık cezaevi gibi’
Kayyum atamaları ile seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesi ile birlikte bütçe hakkının da gasp edildiğini belirten Temelli, şunları söyledi: “Güvenlikçi politikalar adı altında devlet tekelindeki şiddetin yasa tanımazlıkla topluma yönelmesine, hatta bir yönetim anlayışına dönüşmesine engel olmalıyız. İç ve dış siyasetin tükenmişliğini, iktidarın yönetememe halini, aczini aşmalıyız. Tekçi, kayyımcı anlayıştan bu meclisi ve toplumu kurtarma zamanıdır. Bu yönetememe krizi Cumhurbaşkanlığı sistemi ile daha da derinleşmiş, sadece bir buçuk yıl içinde Türkiye’yi demokratik olmayan rejimler kategorisine itmiş ve ülkeyi adeta açık bir cezaevine çevirmiştir. Bu siyasi krizin yanı sıra ekonomik kriz derinleşmiş, bürokratik bir canavar yaratılmış ve kurumsal kapasiteler çökmüştür. Bu iktidar İstiklal Mahkemeleri ile başlayan, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile devam eden ikili hukuku derinleştirmiş ve OHAL’ci anlayışı kalıcı hale getirmiştir. Bu olağanüstü hukuk devam ettikçe Türkiye darbe mekaniğinden asla kurtulamayacaktır.”
‘Darbenin siyasi ayağı korundu’
AKP döneminde hak ihlallerinin, işsizliğin, yoksulluğun, kadına dönük şiddetin her geçen gün arttığını belirten Temelli, ülke kaynaklarının da talan edildiğini belirtti. Temeli, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi özgürlüklere karşı inşa edilmiş bir sistemdir. Bu sistem özgür olmayan bir Türkiye’yi yaratırken ‘Allah’ın lütfu’ diyerek Kanun Hükmündeki Kararnamelere sarıldı. Bu kararnameler, darbenin siyasi ayağını korumak ve Saray rejimine muhalif olan herkesi susturmak için kullanıldı. Saray rejimi bilmelidir ki, zulüm büyüdükçe yenilgi yaklaşır” şeklinde konuştu.
‘Tecrit hukuku’
Temelli, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve Kürt sorununa ilişkin konuşan Temelli, sözlerini şöyle sürdürdü: “ Tecrit uygulaması, savaş politikaları ve kayyum atamaları iktidarın ömrünü uzatmak istediği gayri-meşru ve hukuksuz politikalardır. Bu üç baskı politikasının aynı anda yürürlüğe konulması rastlantısal değildir. Tecrit, hukuk devletini yok sayan bir uygulamadır. Bu nedenle tecrit bu iktidarın bütün hukuksuz politika ve pratikleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle tecridin kalkması demek Türkiye’de hukukun yeniden tesis edilmesinin yolunun açılması demektir. Tecride zemin olan hukuksuzluk sorgulanmadıkça bu ülkede adalet tesis edilemez. Tecrit ile iptal edilen hukuk, iktidarın demokratik meşruiyetini de ortadan kaldırmaktadır.
‘Savaş politikası çözümsüzlüktür’
Süreklileşmiş savaş politikaları ve son olarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrardır. Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik son saldırı iktidarın Ortadoğu’ya da ihraç ettiği çözümsüzlük politikalarının son örneğidir. İktidarla beraber bu saldırıda rolü olan uluslararası güçler benzer şekilde Ortadoğu’ya ilişkin savaş dışında bir politika üretmeyen güçlerdir. Tecritte ısrar eden mevcut iktidar bu devletlerin oyun kurucu olduğu bir savaştan medet ummaktadır. Ancak Türkiye’de ve bölgede süregiden savaşın ve çatışmaların çözümü ne Kürtlerin yok sayıldığı Soçi’de ne Vaşington’dır. Çözüm bu topraklardadır.
‘Çözüm müzakare ve diyalog’
İktidarın son saldırısı Rojava halklarını Efrin’de olduğu gibi yerinden eden; buralarda sömürgeci emperyalist güçlerle birlikte demokratik yapıyı değiştirme girişimidir. İktidarın ‘güvenli bölge’ inşa ederek buraya mültecileri yerleştireceği söylemi bütün dünya tarafından Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne yönelik işgali gerekçelendirme çabası olarak okunmuştur. Kürtler başta olmak üzere, bütün dünya, Suriye’deki iç savaşın çözümsüz kalmasının temel nedeni olarak mevcut iktidarın Kürt düşmanlığını görmektedir. Suriye krizinin tek çözüm yolu siyasi diyalog ve müzakereden geçer. Suriye’de nasıl bir çözüm gelişeceğinin kararını oranın halkları vermelidir. Emperyalistler ve tekçi ve mezhepçi bölge devletleri bu çözüme saygı duymak zorundadır. Kürt halkını bir yüzyıl daha statüsüz bırakamayacaksınız. Kürt Sorunu artık küresel bir sorundur. Bu sorunu artık Türkiye ve Ortadoğu halkları el ele vererek, HDP öncülüğünde demokrasi ittifakını güçlendirerek çözeceğiz.
‘Sistemin MR’ı 2020 bütçesi’
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde Partimizin stratejisi başarılı olmuş ve Pandoranın kutusu açılmıştır. Umutsuzluğun içinde büyük bir umut yarattık. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin MR’ı, röntgeni çekilmek istenmiş, bizzat iktidar partisi tarafından sistemin hasta olduğu ilan edilmişti. Bu arada MR sonuçları hala çıkmadı sanırım. Bu sistemin MR’ı 2020 yılı bütçe kanun teklifidir. Ekonomik ve siyasi krizleri derinleştiren bu kanun teklifi savaş, yoksulluk, talan ve beceriksizlik bütçesidir. Bu bütçe teklifi kara deliklerle dolu bir tekliftir. Bir trilyonluk bütçenin 250 milyarı savaş, savunma ve güvenliğe harcanmaktadır. 2020 bütçe teklifi aynı zamanda bir talan bütçesidir. Nereye, nasıl harcanacağı belli olmayan kalemlerle doludur.
Demokratik Cumhuriyet vurgusu
Bu ülkede sorunları çözmenin yegâne yolu Demokratik Siyasettir. Meclisin bu konuda sorumluluğu büyüktür, bu görmezden gelinemez. Biz, Demokratik Anayasayı hayata geçirerek ortak vatan ve demokratik cumhuriyette yaşamak için demokratik siyaset kurumu üzerinde her türlü baskıyı ve vesayeti uygulamak isteyen kayyımcı anlayışa karşı hodri meydan diyor, erken seçim çağrımızı bir kez daha yineliyoruz. Bu ülkeye dair derdi olanlar, bu ülkenin demokratik geleceğini düşünenler için Demokratik Anayasayı hayata geçirme ve Demokratik Cumhuriyeti inşa etme zamanıdır. 2020 Merkezi yönetim bütçesine hayır oyu vereceğimizi söylemek istiyorum.”