HDP’nin barajı aşmış olması; devrimcilerin güncel politik görevlerini azaltmamış, tersine legal siyasetin sorumluluğunu başta Kürt mücadelesi olmak üzere demokrasi savaşımında politik, yapısal ve düşünsel alanda çok ciddi sorumluluklar yüklemiştir. Bu nedenle “Kamuflajlı başarılar” ve “mevsimsel kazanımlara” dayanarak çalışmak önde duran devrimci, demokratik görevleri daha da karmaşıklaştıracak ve yeni zorluklar yaratacaktır. Legal siyasetle uğraşanlar hangi alanda ve basamakta olursa olsun yeni görevlerle karşı karşıyadır. Buna vurgu yapmak, Kürtlerin büyük uğraşlarla barajı geçme başarısını asla küçümsemek değildir. “Herkesin” her şeyden birincil derecede sorumlu olduğu bir süreç yaşanıyor. Artık “legal siyasi hareket” demokratik taleplerin tümünden, özellikle de Kürtlerin yürüttüğü özgürlük ve demokratik mücadelenin tümünden devrimci bir duruşla sorumlu olma göreviyle yüzyüzedir.
HDP barajı aşmıştır ama parlamentoyu Kürt halkına ve demokrasi güçlerine kapatma çabaları sürüyor. İçişleri Bakanı “yasaları” çiğneyerek parlamentonun üçüncü büyük partisinin başkanını alenen tehdit edebiliyor. En önemlisi AKP iktidarı başta olmak üzere “derin yapılar” ve CHP’nin de önemli bir kısmı legal siyaset üzerinde birlikte basınç yaratıyorlar. Kürtlerin bütün kazanımlarının içini boşaltmaya ve legal siyaseti liberalleştirmeye çalışıyorlar. Bu amaç için gerek gördükleri her yerde “gizli” ve açık olarak birleşebilmektedirler. Hedeflerinin odağında Kürtlerin geliştirdiği paradigmanın içini boşaltmak ve günlük “reformist” uğraşlar içine hapsetmek geliyor.
Seçim sonuçlarına bakıldığında: “Dinci” ve “milliyetçi” partilerin (bugün AKP) senelerdir mutaassıp oylara ambargo koydukları biliniyor ve bugün de bu konumlarını koruduklarını görüyoruz. Bu nedenledir ki CHP gibi partiler bu ülkede bir türlü iktidar olamıyor.
Kürtler kendi coğrafyalarında bu konuda önemli ölçüde başarı sağlamaları rağmen halen mutaassıp Kürtlerin oylarının bir kısmı AKP’ye gitmeye devam ediyor. Bu gerçek, sadece oy kaybı yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda Kürtlerin ulusal birliklerinin önünde de bir engel oluyor. Dikkat çeken bir diğer nokta, CHP’nin % 15-20 civarında olan “kemik” oylarının büyük çoğunluğu “Türk-İslam terörü”nün hışmına uğramış Alevilerden ve “laik sünni Türklerden” geliyor. Bu kesimin büyük çoğunluğu demokrasi mücadelesinde hep ürkek davranmıştır. Bunlar, en küçük “karmaşada” “teneke sesini” bile “top atışı” sanarak “inceden” tüymeyi bilmişlerdir.
Son seçimlerde bunun somut bir örneği yaşandı. Unutulmasın bu içi boş politikadan “Türk Solu” da nasibini almıştır. “Legal siyasi hareket” bu zaafa asla teslim olmamalıdır, teslim edilmemelidir. “Konumcu generallere”, rant peşinde koşan lafazanlara, Kürt paradigmasını sulandıranlara asla prim verilmemelidir. Bu reel durum Kürt demokrasi gücüne yeni ve zor görevler yüklemiştir.
Şimdi Türk, Arap, Süryani, Ermeni halklarının devrimci bir çizgide yeniden organize olma zamanıdır. “Devrimci çizginin” altı kalın çizgiyle çizilmelidir.
Demokratik Arap uyanışının en önemli göstergelerinden biri de Hatay bölgesindeki yükseliştir. Başta Kürtler olmak üzere tüm halklar devrimci çizgide yanyana yürüme kararlılığını gösterebilmelidir. Kemalizm, tarihi boyunca hem Türk, hem de Kürt “mutaassıp” ve “inançlı” kesimlere hep baskı uyguladı ve onları dışladı. “Türk solu” da bu uygulamanın mutfağından beslendi. Seçimlerden alınacak önemli derslerden biri de bu olmalıdır. Bu politika hem “Kemalist-şoven” anlayışın yaratılmasına kaynaklık etti, hem de “görünümde” Kemalizm’in karşıtı olduğu söylenen Türk-İslam anlayışını besleyip büyüttü. Bu politika devrimcilerin hem “Menşevikleştirilmesi” hem de “İslam’ın” girdabında boğulmalarına neden oldu. En önemlisi “gerek görüldüğü” (devletin bekası için) zaman rejim partilerinin birleşmesine basamak yapıldı. HDP’nin “ittifaklar” dışında tutulması bu mantığın ürünüdür. Türkiye’nin başına musallat olmuş “tek adam” kültünü besleyen bu anlayıştır. Özetle: Yeni bir sürece girilmiştir. “Siyasi hareket” “Menşevik” duraklarında “sığınak” aramak yerine, devrimci bir rotayla ve Kürt halkının geliştirdiği paradigmayı ilke edinerek yol haritasını çıkarmak zorundadır. Bu çizginin netleşmesi için “Kürt devrimci demokrat harekete” büyük görevler düşmektedir. “Bu günün öncelikleri farklıdır” düşüncesi mutlaklaştırılmamalıdır. “Siyasi hareket” “ikincil plana” asla atılmamalıdır. Kürt-Arap-Türk demokratik birlikteliği çok daha fazla önem kazanmıştır. HDP, “bileşenler topluluğu” anlayışı yerine “ortak mücadele” paydasında demokratik varoluşun öncüsü olmalıdır.