Bir; son yıllarda Kürt siyaset kadrosuna, özelde HDP’ye uygulanan siyasal baskı-gözaltı-tutuklama ve kayyum atamaları, lehte mağduriyet iklimi oluşturdu. Farklı siyasal görüşten vicdan sahibi herkes “bu kadar da olmaz ki Kürt halkı seçiyor AKP Kayyum atıyor” der. Eğer HDP bu lehte atmosferi kongre ve sonrasında dikkate alan politikalar üretip pratikleştirirse kitle dayanağını bir gömlek genişletebilir.
İki; AKP, izlediği iç-dış siyasetin yarattığı enkaz altında çöküşe gidiyor. Halk desteği büyük kopuşlarla eriyen, tabanında bile artık “rıza üretemeyen” AKP ve partisi üzerinde mutlak etkisi eriyen bir Erdoğan var. Ayrıca genelde Türk siyaseti ciddi bir sefalet içerisinde. Bunu “FETÖ siyasi ayağı Kim?” tartışması üzerinden de görüyoruz. Kılıçdaroğlu “Devleti FETÖ terör örgütüne teslim eden kişinin adı Recep Tayyip Erdoğan”; Erdoğan’ında “FETÖ’nün önemli siyasi ayağı bizatihi Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi ve ekibidir” tartışmaları Türk siyasetinin içerisine düştüğü sefaletin göstergesi. MHP ve İYİ Partide de durum benzer, yeni partilerin durumu ise belirsiz.
HDP yöneticileri bu tablodan hareketle, “süreç HDP’yi iktidara çağırıyor” mealinde açıklamalar yapıyor. Siyaset tablosu HDP’yi yerel seçimlerde olduğu gibi merkezi iktidarda da kilit haline getirebilir. Ve KDP, YNK halen “Irak’a demokrasi” gereği merkezi hükümette yer alıyorsa, HDP’de Türkiye merkezi hükümetinde yer almalı. Fakat rejim az çok demokratikleşmeden ya da bunun sinyalleri alınmadan koalisyon ortağı olursa, olduğuna pişman olabilir! Kemalist rejimin ırkçı-tekçi çimentosunda bir çatlağın bile oluşmadığı koşullarda, HDP iktidar ortağı olmayı bir değil on kez ölçüp biçmeli. Çünkü iktidara gelmekten daha önemli olan iktidara neleri taşıyıp çözeceği meselesidir.
Şu da var; AKP’nin esas Kürdistan ayağında uğrayacağı güç kaybının yaratacağı boşluğu “ya Kürt partileri doldurursa” korkusuyla rejim alternatifini hazırlamaya çalışırken CHP kartını açmış olabilir. CHP söylem ve icraatı bu açıdan da mercek altına alınmalı.
Üç; Özerklik yerine federasyon savunusu Kongrede öne çıkarmalı. Zira otonomi/özerklik ile federasyon arasında ki ayrıma, söylemden ziyade yaşam içerisinde güçler dengesi esas içerik katar. Bunun yakın örneklerini, Güney Kürdistan ile Rojava fiiliyatında görüyoruz. Her ikisinde de tıpkı KDP ve YNK gibi pratik, programın-sözün önünde yürümüştür. KDP ile YNK de “Irak’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi” dediler ama pratikte konfederal sistem kurdular. Rojava’da özerklik hedeflendi pratikte federal yapı var. Eğer hedeflenen özerklik kültürel haklarla sınırlı olmayıp Kürdistan coğrafyasını içerecekse o zaman federasyon tezi öne çıkarılmalı.
HDP, bu hedefle bağlantılı halklar ve inançlar hapishanesi Kürdistan ve Türkiye’yi; halkların, emeğin, inançların eşit ve özgür bahçeleri haline getirme hedefini bütünlüklü yönelim olarak ilan etmelidir.
Dört; HDP 4. Kongresi, “Türkiyelileşme” savunusunun anlaşılır tarifini yaparak körlerin fil tarifi misali olmaktan çıkarmalı. Türkiyelileşmek; Kürdistanileşen Kürt meselesinin Trabzon, Aydın, Bursa, Ankara’ya yani Türkiye’ye taşınıp Türkiye halklarıyla yüzleştirilmesi midir? Yoksa Kürt meselesinin coğrafik bağlamından kopartılmış olarak kültürel haklara indirgenmesi midir? Birincisine “evet”, ikincisine “hayır” denilmelidir! Kürdistan coğrafyasından soyut Türkiyelileşme; 5 milyonu İstanbul’da olmak üzere 15 milyon civarında Kürdistanlının Batı kentlerindeki varlığıyla zaten 150 yıldır zoraki asimilasyon ve entegrasyonla Kürt halkına yaşatılıyor.
Kürt/Kürdistan meselinin sivil demokratik çözümü; öncelikle Türk rejimi ve siyaset ikliminin demokratik içeriğe kavuşmasını gerektiriyor ki bu da Türklerin de Kürdistanileşmesiyle mümkün olur. Yani Kürtlerin “Türkiyelileşiyoruz” savunusu, Türklerin de “Kürdistanileşiyoruz” savunusu ile karşılık bulmalı. Dolayısıyla HDP Kürdistan’ı içeren Türkiyelileşme hedefini, Türk devletinin Kürdistanı tanıması için ısrar etme mücadelesiyle birlikte geliştirmesi anlamlı olur.
Unutmayalım ki Türk devleti tank-topla coğrafyasından kopartılmış Kürdün “Türkiyelileştirilmesi” hedefini “ikinci milli kurtuluş savaşı” söylemiyle sürdürüyor. Güney ve Rojava Kürdistan’ın, Diyarbakır’ı etkilememesi için de, Efrin-Qamışlo-Iğdır’a kadar beton ve askerden duvarlar örmekle yetinmeyip Rojava ve Güneyi Kürdistanı baskılama-geriletme hatta tümüyle kazanımlarını yok etme çabasındadır.
Beş; Gelelim HDP’nin Diyarbakır’da Sinn Fêin, Ankara’da SYRİZA işlevini üstlenmesine! HDP aynı süreçte Diyarbakır’da Sinn Fêin/Batasuna, Ankara’da ise SYRİZA/Podemos’un misyonunu yerine getirmeye talip. Bu Amed’te ulusal demokrat, Ankara’da sol sosyal demokrat çizgi demektir ki bu iki görevi aynı süreçte nasıl yerine getirecek? HDP “31 Mart 2019 yerel seçimlerinde bunu yerine getirdik” diyebilir. Ancak Kürdistan’da olağanüstü baskı koşulları ve de CHP’nin devlet partisi refleksi gereği geçmiş icraatları nedeniyle, “Gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip oyunuzu kullanın” çağrısı hem kerhen karşılık bulmuştu hem çağrı her zaman yapılamaz, yapılsa da karşılık bulmayabilir.
Yaşananlar, HDP’nin Diyarbakır’da Sinn Fêin, Ankara’da SYRİZA rolü savunusunu pratik politikada aynı ağırlıkla yerine getiremeyeceği, çoğunlukla birinin diğerinin önünü kestiğini; Gezi İsyanı, 6-7 Ekim 2014 direnişi, 17-25 Aralık operasyonları ve Cizre bodrum katliamlarında yaşanarak görüldü. HDP’nin Gezi isyanındaki tutumu, Amed’te Sinn Fêin ile Ankara’da SYRİZA rolünün birbirini nasıl kestiklerini gösterdi. Kısacası, HDP kaçınılmaz olarak ya Amed’te ulusal demokratik mücadele ve hedeflerini ya da Ankara’da radikal demokrasinin gereklerini politik mücadelenin ağırlık merkezine alacak. Yani birini esas alarak diğerini hedefleyecek. Yoksa HDP içinden “HDP politik bir çizgi tutturamadı” sesleri iki yakadan da güçlenerek yükselecek. Türkiye’nin sosyal, sol sosyal demokratik partiye ihtiyacı var. Böyle bir partinin Kürt meselesinin çözümüne katkısı olabilir. Fakat Kürtlerin ana gövdesini oluşturduğu bir parti yukarıda belirttiğim nedenlerle bu yükü omuzlayamaz.
Altı; Kürt siyaset sosyolojisinde ne değişti? Bunun üzerine Kürt siyaset kadrosu ve özelde de HDP derinlikli durup sonuçlara varmalı. Yazı sınırlarını aştığından sadece sorularla yetineceğim. 2015’ten beri süren sivil demokratik harekette taş çatlatan sessizliğin temelinde neler yatıyor? Kentleşen toplumun mücadele tarzında değişen tercihleri mi? Kent orta sınıfın “oyumu verir ama sokağa çıkmam” duruşu mu? Barikatların süren etkisi mi? HDP kadrosunun olağanüstü baskı koşullarının da etkisiyle giderek sokaktan uzaklaşması mı? “Hele Rojava bir hal yoluna girsin” tutum ve bekleyişi mi? 21. Yy da bireye çözülen toplum yapısı mı…?
Yedi; 31 Mart seçimlerinde Kürdistan sınır kentlerinde ciddi oy ve belediye kaybında neler etkili oldu? Devlet partisi olarak AKP’nin seçime girmesi yani olağanüstü baskılar en önemli faktör ama yaşanan kayıplarda her şeyi izaha yetmez! İttifak partileri dahil seçim çalışmalarında eksik-yanlış olan neydi? HDP teşkilatları dinamik ve uyumlu çalışabildiler mi? Seçimde HDP ile iki yakadan ittifakların çalışmada ahenk-ritimleri oluştu mu? Yoksa daha çok yan yana durup ayrı mesajlar mı verdiler?… Yanıt bulunması gereken sorular!
HDP Kongresinin ele alacağı bir dizi iç ve dış sorun var. Bunlardan biri ile bitireyim; yıllar önce Antep 1 Mayıs’ında “İş, iş, iş! 6 saatlik iş! Herkese iş”! Dediğimizde sadece dikkat çekmişti. Şimdi Finlandiya Başbakanı Marin, “çalışanlar ailelerine fazla zaman ayırsın diye haftada 4 gün 6 saatlik mesailerden oluşan çalışma sistemini” uygulamak için meclise taşıdı! HDP işsizliğe karşı 6 saatlik iş gününü sokakta ve Mecliste öne çıkarmalı.