Bugün Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 8. yılı doluyor. Haklarımıza kutlu olsun!
HDK’nin 2012’deki kararıyla kurulan HDP açık siyaset alanında temsil gücünü üçe katladı ve bu konumunu korudu. O olmaksızın hiçbir politik denklem çözülemez. HDP Türkiye’nin üçüncü politik gücüdür. HDP günümüzde, AKP-MHP’nin faşizme yürüyüşü önündeki en kararlı siyasi direniş mevzisi; Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve sosyal özgürlük güçlerinin stratejik ittifakının ifadesi olan “Üçüncü Kutbun” parlamento ve genel siyasal yaşamdaki karşılığıdır. HDP son beş yıldır karşı karşıya kaldığı amansız baskıya rağmen dimdik ayakta ve faşizme karşı mücadeleyi sürdürüyor. Madalyonun öteki yüzünde, seçmen olmalarını hayatlarıyla ödeyen, alanlarda bombaların hedefi olan şehitler, hiçbirini diğerinden ayıramayacağımız binlerce HDP’li tutsak, yüzlerce sürgün, sivil ölüme mahkum edilmiş binlerce emekçi ve aydın var. Başarının insani maliyeti bu!
HDK ve HDP bu sert ve acımasız siyasal iklimde ezilenlerin kurtuluşuna giden yeni yollar açarlarken, asla tersinmeyecek eşsiz bir deneyim de oluşturdular: HDP toplumsal olan ile siyasal olanın; parlamento ile sokağın; metropol ile sömürgenin; Türkler ile Kürtlerin; birlik ile çokluğun karşılıklı ilişki ve çatışkılarından doğan enerjiye bir siyasal mecra sunmayı da başardı.
Ne var ki, bu benzersizlik, HDP’nin kendine özgülüklerini henüz içine sindiremeyenlerin partiyi tanımasını, partide kendi geleceğini öngörmesini bir ölçüde güçleştiriyor. Zaman zaman sorular yükseliyor: “HDP sonunda neye benzeyecek ve nereye varacak? Artık bir ‘parti’ olduğuna göre, her yeni dönemeçte daha çok bir ‘parti’ye benzememeli mi?”
Oysa, HDP “bir parti” değil, her birinin kendine özgü varlığı, tarihi, gerçekliği olan “partilerin partisi”; Türkiye ve Kürdistan’ın toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerinin tüzel kişiliklerini ve özgül varlık nedenlerini koruyarak, aralarındaki farklılıkları kabul ve idrak ederek ortak bir program etrafında bir araya geldikleri biricik büyük ve açık siyasi kurumdur. Üstelik yalnızca “partiler”in değil, Alevilerin, Çerkeslerin, Lazların, Pomakların, Arapların, Ermenilerin demokratik kurumlarının da katıldığı; feministlerin “özgür kadın hareketi”yle ortaklaştığı; LGBTİ topluluklarının, “devletleştirilmiş din” ile çatışan “demokrat Müslümanlar”ın, “ekolojist muhalefet dinamikleri”nin kurucu işlevler edindiği konfederal bir mücadele örgütüdür.
HDP yürüyüşünü, çevresinde toplanan çokluk ve çeşitliliği kendine özgü işleyiş kuralları ve karar alma süreçleriyle bir arada tutarak sürdürüyor. Bu kendine özgülükler bir “çocukluk hastalığı” değil. HDP’ye dışarıdan bakanların “bileşen hukuku” diye küçümsemeye kalktığı kurallar, topluluklar karşısında bireyleri, erkekler karşısında kadınları, yaşlılar karşısında gençleri, büyük kentler karşısında küçük kentleri, çoğunluk karşısında azınlıkları güçlendiriyor. Bu yapı ve işleyiş son beş yıldır her geçen gün daha çok kabaran şiddet ve baskı karşısında HDP’nin gücünü ve dayanıklılığını koruyabilmesini sağlıyor. HDP’nin gelişmesi ve başarısı onu oluşturan bütün öznelerin birbirlerinin ihtiyaç, çıkar ve meşruiyetlerini tanımalarını şart koşuyor. HDP’nin bugüne kadar hep gelişerek gelmesinin, bileşenlerin birbirine karşı hiçbir şekilde oynatılamayışının, fesatla çökertilemeyişinin demirden mantığı bu “çoklu özne” gerçekliğinden doğuyor.
Ve, Kürtlerin özgürlük hareketi ve mücadelesi. Onlar ve onların iradesi olmasa HDP’de ifadesini bulan stratejik ortaklık kurulamazdı. Ancak, HDP’de cisimleşen Kürt iradesi de “kendi kaderini tayin hakkı”nı “ayrılık” değil, Öcalan’ın “paradigma”sı doğrultusunda “yeniden kuruluş” ekseninde formüle etmiş olmasa, HDK ve HDP bugün oynayabildikleri özgün rolleri oynayamazlardı. Bu tercih, şimdiye kadar pratikte doğruladı.
Ancak, bu hattın sürdürülebilir olması yalnızca özgürlük hareketinin iradesine bağlı değil. Egemenliği Kürtlerle paylaşmadan sürdürmeye, bunun için Kürdistan’ı yeniden sömürgeleştirmeye, Kürtlerin yaşadığı her yeri “darül harb” ilan etmeye dayalı rejim stratejisi, sadece çözümü imkansız kılmakla kalmayıp Türkiye’yi müzmin bir iç çatışma halinde tutuyor ve açık siyaset zeminini git gide tüketiyor.
Bu koşullar, HDP’yi başlangıçtakinden daha büyük bir meydan okumayla karşı karşıya bırakıyor: Demokratik siyaset kapısını yeniden açmak üzere HDP’yi “çözüm ve müzakere”nin muhataplarını ortaya çıkaracağı bir rejim mücadelesine çağırıyor. Rejim ve HDP zamana karşı yarışıyor.
Koşulların bunca zorluğuna karşın karamsarlık için neden yok. Bütün araştırmaların gösterdiği gibi HDP ve onunla birlikte Üçüncü Kutup, 8 yılın sonunda öylesine stratejik bir nesnel konum edinmiştir ki, bundan böyle mücadele nerede kesintiye uğrarsa uğrasın, arkadan gelenler takip edecekleri bir yol haritası olduğunu bileceklerdir. Bu, HDP ve HDK’nin tarihsel başarısıdır.