Şubat ayında gerçekleşen devrimin ardından yaşanan coşku, Paris’teki işçiler arasında kısa ömürlü olmuştu. Kendilerine çalışma hakkı vaat edilen işçiler, işletmelerin şiddetli biçimde zarar gördüğü ya da iflas ettiği ekonomik bunalım nedeniyle özel sektörde neredeyse hiçbir şekilde iş bulamıyorlardı. Emile Thomas idaresinde istihdam yaratmak üzere Ulusal İşlikler kurulmuştu fakat buralarda sadece vasıfsız işler vardı ve bunların sayısı da işsizlerin ve açlıkla boğuşan iş arayan kişilerin hepsine iş verecek yeterlilikte değildi. Zanaatkârlar ve vasıflı işçiler için uygun iş yoktu. Ücretler (işçilere 2 frank; kendisine iş bulunamayanlar için 1,5 frank; ve kadınlara 12 kuruş) sofraya yemek koymaya bile zar zor yetiyordu.
Halk huzursuz hale gelmişti. 200’e yakın yeni kulüp kuruldu. Gazeteler bir gün çıkıyor, ertesi gün batıp kapanıyordu. Pek çok vaatte bulunmuş olan Geçici Hükümet, hızla halk tarafından istenmez ve etkisiz hale geldi. Mart ve Nisan aylarında sokakta karışıklıklar baş gösterdi. Şubat’ta yasalaşan erkeklere tanınan evrensel oy hakkı, 23 Nisan seçimlerinde kayıtlı seçmenlerin yüzde 84’ünün muhafazakâr adayları desteklediğini ortaya koydu. Geçici Hükümet’in yerini alan beş kişilik Yürütme Komitesi sadece bir radikal üyeyi, Lamartine’in ısrarları nedeniyle komiteye alınmış olan Alexandre-Auguste Ledru-Rollin’i barındırıyordu.
15 Mayıs’ta, mutsuz işçiler ve kulüp üyeleri, sosyalistleri de içeren yeni bir Geçici Hükümet talep ederek Meclis’e yürüdükleri bir başka gösteri gerçekleştirdiler. Hükümetin buna yanıtı, göstericileri dağıtmak, pek çok lideri tutuklamak ve pek çok kulübün faaliyetlerini yasaklamak olacaktı.
Şehirde karışıklık artmaya başladı ve havada bir şeylerin olacağına dair hissedilen şey sokağa taştı. Ulusal İşlikler, istihdam arayışında olan işçiler ile dolup taştı. Taşra bölgelerinden ve hatta başka ülkelerden Paris’e akan kalabalıklarla birlikte, işliklerin kaydettiği kişilerin isimler 100.000’i aştı.
Kaygılanan hükümet, General Eugène Cavaignac’a şehrin savunulması için hazırlık yapmaya başlaması emrini verdi. Savaş bakanı olarak Cavaignac, Şubat’ta terhis edilmiş taburları geri çağırdı ve stratejisini planlamaya başladı.
Bütün bunlar olurken, işçiler için Haziran ayında yapılması planlanan bir resmi ziyafetin kitlesel gösterileri tetikleyebileceği duyumunu alan hükümet, 21 Haziran’da işliklerin kapatılmasına karar Verdi ve buna dair plan yapmaya başladı. 23 Haziran’da Comte de Falloux’un komitesi, işliklerin üç gün içinde kademeli olarak kapatılmasına ilişkin bir tasarı sundu. İşçilere üç tercih sunulacaktı: 1) Genç erkekler orduya katılacaklardı; 2) Taşralılar memleketlerine geri döneceklerdi; 3) Hepsi işten çıkartılacaktı.
Bir sonraki gün, işçilerin sağlıklı olmayan bataklıkları kurutmak için çalıştığı Sologne’nin taliye edilmesi için bir konvoy ayarlandı. Buradaki işçiler, hükümetin onları ölüme yolladığını düşünüyorlardı.
Karışıklıklar arttıkça, kızgın bir kalabalık 22 ve 23 Haziran’da (Fête Dieu gününde) Panthéon Sarayı’ndaki Hôtel de Ville’yi ve Bastille Sarayı’yı bastı. Şehrin dört bir yanında 250 barikat yükseldi, iletişim hatları kesildi ve şehir sakinlerinin ve isyancıların geçebileceği ufak tefek boşluklar hariç şehir kuşatıldı. Şehri savunanlar tabii ki bizzat şehir halkıydı. Savaş hatları çizildi ve 23 Haziran öğlen vakti çatışmalar arttı. Dükkanlar kepenklerini indirdi.
Alexis de Tocqueville, burada yaşanan çatışmaları “… tarihte gerçekleşmiş olan en yaygın ve en kendine özgü ayaklanma” olarak adlandıracaktı. Tocqueville, ortada ne bir savaş çağrısının, ne bir liderin ne de bir bayrağın olmadığını fakat uyumlu ve muazzam bir askeri deneyimin söz konusu olduğunu söylüyordu. Karl Marx da aynı düşüncedeydi.
Peter Amann ise, savaş çağrısının “Toplumcu ve demokratik Cumhuriyet” olduğunu söyleyerek bu fikre katılmıyordu. Ayaklanmanın liderleri arasında Profesör Léon Lacollonge ile bir işçi olan Louis Pujol bulunuyordu. Yine, üç renkli Fransız bayrağını yanı sıra kızıl bayraklar dalgalanıyordu.
Barikat kurmak için kaldırım taşlarını söken isyancılar, radikal kanattan kişiler değildi -Radikallerden Ledru-Rollin hükümetin tarafına geçmişti ve diğer radikaller de hapisteydiler. Barikatları kuranlar, başta, ücretli kol işçileri ve işsizlerdi; aynı zamanda toprak sahipleri, zanaatkârlar, esnaf, fabrika işçileri ve demiryolu işçileri de barikattaydılar. Bu insanlar, yeniden sefalete yuvarlanmaktansa ölmeye hazır haldeydiler.
General Cavaignac, komutası altına 40.000 kişi toplamıştı. İsyancıların kesin sayısına dair bir veri bulunmuyor fakat ordunun sayısından fazla olduğuna inanılıyor. Yerel liderler, kapı kapı dolaşarak barikatların kurulması için insan topluyorlardı, yardım etmeyi reddedenleri ise öldürmekle tehdit ediyorlardı. Pek çok asker böylece isyancılara katıldı.
İsyancı savaşçılar, silah fabrikalarını ele geçirmelerine rağmen cephane sıkıntısı çekiyorlardı. İsyancılara destek veren eczacılar, dükkanlarında barut üretmeye başladılar. Bir cumhuriyetçi kulüp, kendilerine ait dökümhanede fişek imal ettiler.
Paris korku ve ıstırap içindeydi. Fransa’nın her yerinde toplumdaki bütün sınıflar isyancıların bastırılmasından yanaydılar. Bu sırada Cavaignac da Şubat’taki deneyimlere dayanarak, birliklerini Paris’in merkezinde tutmak üzere plan yaparak onları ihtiyaç olan farklı bölgelerde gruplar halinde konuşlandırmıştı. Yürütme Komitesi Cavaignac’ın planlarını reddetti fakat Lamartine sayesinde onun görüşlerine ikna oldu. 23 Haziran’da kaygılı Kurucu Meclis sıkıyönetim ilan etti ve Cavaignac’ı hükümet başkanı olarak atadı. 24 Haziran’da ise milletvekilleri Cavaignac’a dictator yetkilerini verecekti.
Sokaklarda, 1830 Devrimi’nden bile daha fazla olacak şekilde, oluk oluk kan aktı. Seyyar Muhafızlar dahil askeri birlikler barikatlara ateş açtılar ve pek çok ölü verdiler. Paris Başpiskoposu Monsenyör Affre, Pazar günü, isyancıları savaşı bırakmaya ikna etmeye çalışırken hayatını kaybetti.
Nihayet 26 Haziran Pazar günü, her şey bitti. Barış değil ama zafer kazanılmıştı. Ordudan 1.500 ve isyancılardan 3.000 civarı ölü vardı. Halen sokakta olanlar ise, taşrada savaşın bittiği haberini henüz almadan yola çıkıp Paris’e intikal etmiş olan askeri birliklerdi. Taşralardan ilk defa gerçekleşen bu türden bir katılım ise tren yolları sayesinde mümkün olmuştu.
General Cavaignac 28 Haziran’da diktatörlük yetkilerini bıraktı fakat Haziran Günleri’ndeki popülerliği ve “başarısı”, meclisin onu başbakan olarak önermesine yol açtı. Başkan Sénard tanrıya dua etti ve meclis hep bir ağızdan “Vive la République!” (Yaşasın Cumhuriyet!) diye bağırdı. Cavaignac meclisin verdiği görevi kabul etti ve bakanlıklar için de kendi adamlarının ismini meclise sundu.
Sıkıyönetim 10 Ekim’e adar sürdü. Artık işlikler yoktu, yaklaşık 4.000 isyancı Cezayir’e sürgüne gönderilmişti ve devrimci kulüplerin büyük çoğunluğu kapatılmıştı.
Kanlı çatışmalardan en fazla fayda sağlayan kişi ise Cavaignac değildi. Sürgünden dönen ve Haziran ve Eylül tamamlayıcı seçimlerinde parlamentoda bir koltuğa sahip olan Prens Louis-Napoléon Bonaparte idi. Prens Bonaparte hemen kendisine Katolik liderlerin ve soyluların yanı sıra İmparatorluk’taki hayatlarının 1848’deki hayatlarından çok daha iyi olduğunu düşünen köylüleri içeren bir monarşi yanlısı takipçi kitlesi edindi. Dört bir yanda “Vive Napoléon” (Yaşasın Napolyon!) ve “Vive l’Empereur” (Yaşasın İmparator!) sloganları duyulur oldu.
Bir sonraki yıl 4 Haziran’da bir polis raporunda şunlar söyleniyordu: “Yurttaş Bonaparte’ın halk arasında gördüğü rağbetin hızla arttığına dair bilgiler alıyoruz. Adı işçilerin ağzından sıklıkla duyulur oldu. Pek çok kişi, onun Cumhuriyet’in başı olması gerektiğini söylüyor.”
Napolyon’un popülerliği, Aralık ayında yapılan gizli seçimde başkan ilan edilmesine kadar inşa edilmeye devam etti. İşte Haziran Günleri’nin kısa hikâyesi…
Bu yazı sendika.org’dan alınmıştır. İngilizce orijinali Soner Torlak tarafından çevrilmiştir.