Nisan 2013’te Viranşehir’de DTK tarafından düzenlenen Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nı hatırlayan var mı şimdi? Epey önemli bir işti ve ben çok heyecanlanmıştım. Açılış konuşmasını sevgili Aysel Tuğluk yapmıştı hatta
M. Ender Öndeş
Umarım yanılıyorumdur ama bana öyle geliyor ki, Türkiye, büyük bir hızla tam teşekküllü bir AKP hegemonyasına doğru gidiyor. 14-28 Mayıs’tan sonra bu kez yerel seçimlerde de metropolleri -ve bütün Türkiye’yi- AKP’ye teslim edip ‘emekliye ayrılmayı’ bu kadar şehvetle arzulayan bir muhalefet varken, korkarım ki ortaya başka bir sonuç çıkmayacak. İnsanlar artık bezmiş durumda. Hepsi de birbirinden farksız kodomanların yukarıda tepişmeleri, karanlık toplantılar, ırkçılara yaltaklanmak için yapılan “gizli” bakanlık protokolleri, pek yakında kasetler filan… Bin türlü rezaletten iyice bunalmış insanlar büyük bir umutsuzluk dalgasının içinde tükenip gidiyorlar.
Bunların evveliyatı böyledir zaten. Üstünden zaman geçince unutuluyor; dünyanın neredeyse bize benzeyen bütün ülkelerinde cunta sonralarında sol/sosyal demokrat partiler bir şekilde dalga yakalayıp iktidar olmayı becerirken, bizim ahmak sürüsü, 12 Eylül sonrasında “hebele hübele” liderlerle ortaya çıkıp darbenin gerçek mimarı olan Özal’a iktidar armağan etmişlerdi. Trajikomik değil mi, 12 Eylül’e zemin yaratan 25 Ocak kararlarını yazan, darbe sürecinde neoliberal politikalarla emekçilerin ensesinde boza pişiren adam, üstelik de o politikalarda milim değişiklik yapmadığı halde gelip iktidar olmuştu.
Oradan bakarsak, 12 Mart cuntasından sonra durum biraz daha değişikti en azından. 1972’de yaşlı bir adamı, İnönü’yü alaşağı ederek ‘toprak işleyenin su kullananın’ gibi laflarla adını dağlara taşlara yazdıran Ecevit yine de bir şeymiş meğer. 1983’te o kadarı bile yoktu. Bugün ise o kadarının şu kadarcığıyla karşı karşıyayız. Üstelik hani bazı ülkelerde olur ya, burjuva muhalefetinin içinden gençten biri çıkar da rüzgâr yaratır filan, ne gezer! O da yok. Ufukta da yok. Beyinlerinin minnacık bir bölümünü kullanan bir fosiller topluluğu, oralarda bir yerlerde Amedlilerin dediği gibi ‘kendine’ eğleniyorlar. En “gençliğimiz var” diyeni, Karadenizli müteahhit, o kadar olur yani!
Bize gelince
Geçiyorum. Sosyalistlerin durumu üzerine de bu yazı kapsamında bir şey söylemek istemiyorum. Son zamanlarda sendika.org’da iyi bir tartışma ortamı var, tümünü derli toplu okuyorum, anlamaya çalışıyorum.
Asıl yazmak istediğim konu, HDP ve Kürtler cephesine ilişkin.
Bilindiği gibi HDP/Yeşil Sol ve genel olarak Kürt siyasal hareketi, uzun süredir ‘özeleştirel süreç’ adını verdikleri bir hareketlilik içinde. Önce parti kademelerinde toplantılar, sonra halk buluşmaları ve sonra yeniden inşa dönemi… Bildiğim kadarıyla önlerine koydukları planlama böyle. Bu süreci canlı izleme imkânım çalışma koşullarımdan ötürü pek yok, olup bitenleri MA ve Jinnews gibi ajansların haberlerinden ve zaman zaman bazı röportajlardan izlemeye çalışıyorum. Görebildiğim kadarıyla, halk buluşmalarında ‘halktan kopma’, ‘düzen siyasetinin bir kanadına aşırı teslimiyet’, ‘bağımsız politikanın zayıflatılması’, ‘tecrit sorununda aktivitenin yetersizliği’, ‘yurtsever hareketin değerlerinden uzaklaşma’ gibi eleştiriler öne çıkıyor.
Bu arada, eleştirilerden biri de yine ‘özden kopma’ anlamında partide ve siyasette ‘orta sınıfın’ artan ağırlığı, hareketin gerçek sahibi ve taşıyanı olan yoksulların dünyasından uzaklaşma başlığı altında beliriyor.
Ama bu kadarını söylemek yetmiyor. Bütün bunların nasıl olduğu, olabildiği üzerine de düşünmek gerekiyor.
Bir şeyin altını çizerek gidelim yalnız. HDP bir kitle partisi. Halkçı bir parti de diyebiliriz ona sanırım. Ve tabii, ulusal bir harekete yaslanıyor, Kürt halkının temsiliyetini esas alıyor. Dolayısıyla, böyle bir partinin geniş bir sınıfsal yelpazeyi içermesinde şaşılacak bir şey yok. Hem Kurdistan toprağında, hem de Batı kentlerindeki Kürtlerin bir bölümünün zaman içerisinde küçük/orta çaplı işletmelere sahip olması ve bu kesimlerin iyi eğitim görmüş yeni kuşaklarının siyasete dahil olması bilinen şeyler. Dolayısıyla, HDP gerçekliğinde misal, bir atölye sahibi ile aynı atölyenin çalışanlarının aynı anda aynı mitingde, vb. yan yana görülmesi, ulusal mücadelenin doğasında var zaten. Sorun burada değil. Sorun bu karmaşık yelpazeye rağmen parti politikalarını belirleyen nirengi noktalarında; bu politikalar ve kadrolaşmanın neye göre düzenlendiğinde.
Yoksul ailelerin ‘talebe’ çocukları tarafından başlatılan Kürt siyasal hareketi, 1970’lerin ortalarından bugüne kadar ve şimdi de esasen bir yoksullar hareketidir. Sokakta ve her yerde hareketi taşıyan, bedellerini ödeyerek bugüne getiren ve halen de sahadaki sosyolojik temelini oluşturan güç, emekçiler ve yoksullardır. Özellikle mücadelenin sıcak alanlarında durum şu anda da tam olarak böyle zaten.
Klasik ve 3. Yol
Demokratik siyaset alanının ise kendine özgü bir durumu var. Yayılan, milyonlara ulaşan geniş ve karmaşık bir alandan söz ediyoruz ve orada işler başka türlü yürüyor. Her şeyden önce, ‘halkçı’ diyebileceğimiz bu siyaset türü, siyasetçi karakteri bakımından da klasik düzen partilerinin siyasetçi karakterinden ayrılması gerekir. Partinin ‘3. Yol’ diye tanımladığı çizgi (ki bana göre aslında 2. Yol’dur; yani düzen siyasetinin iki klasik ekolünün ülkenin en temel sorunları konusunda aynı tutumlara sahip olduğu düşünülürse, evet 2. Yol da diyebiliriz buna) yalnızca program, siyasal hat konusunda değil, parti kadroları ve siyasal temsiliyetler alanında da farklılık göstermelidir. Ancak, işin doğrusu, HDP’de (bilerek HADEP ve diğer öncelleri saymıyorum, çünkü orada durum olumlu anlamda daha farklıdır) siyasetçi karakteri bakımından 1950’lerden beri akıp gelen gelenek bozulmuş değildir. Halkın oy verdiği ve şehir eşrafının çocuklarının ve okumuşlarının onları ‘temsil’ ettiği bir durum Türkiye çok partili geleneğinin klasiğidir ve bu klasiği “halk temsilcisi” mantalitesiyle bozup dağıtmak, temsil edilen/temsil eden arasındaki uçurumu kapatmak zorunda olan HDP, -zaman zaman iyi örnekler gösterse de- açıkçası bunu başaramamıştır. ‘Arkadaş’, ‘yoldaş’tan ‘sayın vekilim’e kadar uzanan bir süreçte, ilişkilerin resmileştiği her noktada, o çok şikâyet edilen ‘orta sınıf’ tutumu kendini ortaya koymuş, sosyolojik temelle parti arasındaki ilişkiler nispeten zayıflamıştır.
Bu, ideolojik bir şeydir de aynı zamanda. Biraz tehlikeli bir linç sahasına giriyorum ama olsun, içimde kalmasın, söyleyeyim: Kürt hareketinin içinde yayılan Marksizm alerjisi, bu ideolojik temele su taşımıştır. Marksizm elbette eleştirilebilir; 150 yıldır da eleştiriliyor zaten. Bütün dünya görüşleri eninde sonunda ‘her fani gibi’ bunu tadar; Marksizm de güncellenebilir, hatta aşılabilir; sosyalizm/komünizm gibi kavramsal çerçevelerin yeniden yorumlanması iddiaları ortaya atılabilir. Orada bir sorun yok. Ancak, konumuz açısından mesele şu: Sınıfsal konumu ve tutumu gereği, zaten emekçiler ve yoksullarla başı hoş olmayan, zaten kendisini onların kaderiyle bağlı saymayan, zaten onları ‘seven’ ama onlar gibi olmaktan uzak durmayı tercih eden elitler, bu eleştiride bir ‘maden’ keşfettiklerini, kendi ‘üst tabaka’ dünyalarına bir ideolojik zemin bulduklarını düşündüklerinde, böylece işçi sınıfına ve kent/kır yoksularına burun kıvırmaya başladıklarında, durum farklılaşır. En azından, söylemler ile yaşam biçimleri makası açılmaya başlar. Bütün bunların üzerine ülkedeki solun yanlışları da binerse hele, tadından yenmez olur! “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır” sözünü ara sıra tekrarlayan ama aslında sosyalizmi ‘pek kaba’ bir şey olarak gören bir karakter, su yüzüne çıkmaya başlar. Antep halinde kamyon boşaltarak ekmeğini kazanırken bu hareketi inşa etmiş olan bir mantalite, uzak bir anı haline gelmeye başlar.*
Viranşehir’de bir fırsat
Bu faslı daha fazla uzatmayacağım. Burada kesip, ‘özeleştiri’ faslında bana göre önemli olan bir örnekten söz etmek istiyorum. Biraz geçmişe gideceğiz.
Nisan 2013’te Viranşehir’de DTK tarafından düzenlenen Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı’nı hatırlayan var mı şimdi?
Epey önemli bir işti ve ben çok heyecanlanmıştım. Açılış konuşmasını sevgili Aysel Tuğluk yapmıştı hatta. Sonuç bildirgesini okuyorum şimdi; gayet kapsamlı ve sistematik bir bildirge olmuş, kadınlar, çocuklar, hiçbir şey eksik bırakılmamış; profesyonellerin işe el attığı anlaşılıyor.** Sonunda da kararlar var. Özellikle 2 nolu karar önemli. Kararda, Kurdistan’ın göç veren kent merkezlerinde Mevsimlik Tarım İşçileri Dernekleri kurmak, bu dernekleri bir çatı altında toplamak ve nihayetinde “Mevsimlik Tarım İşçileri Sendikasını hedef alan çalışmalar” yürütmekten söz ediliyor.
Neden söz ettiğimizin farkında mıyız?
Dünyanın en büyük sendikasından söz ediyoruz!
SGK’nin uyduruk verilerine göre bile 1 milyon insan!
Ve düşünün, mesela kabaca HDP’nin bölgedeki oy oranını baz alırsak eğer, bu emekçilerin neredeyse 650 bini, şu ya da bu şekilde yurtsever hareketin atmosferi içindeki insanlardan oluşuyor!
Peki sonuç?
Evet, biliyorum, bütün bu süreçte gözaltılar, tutuklamalar, baskılar var. Ama bunlar zaten hayatın gerçeği olarak var.
Bilemiyorum. Kurultay yerine 20 genç insanı göç kafilelerine yerleştirip “hadi bir başlayın bakalım” denilse, daha mı iyi olurdu acaba?
Çadır, mat ve uyku tulumu
Bitiriyorum artık.
Madem sivri dilliliği ele aldık, bir anektod ve bir alıntıyla bitiriyorum.
Hangi yıldı hatırlamıyorum şimdi; Diyarbakır’da yapılan bir Musa Anter Ödülleri töreni için gitmiştim. Bir gazeteci olarak evinde kalabileceğim kırk tane arkadaşımın olduğu Diyarbakır’a indim ve genç bir insanın arabayla beni otele götürmek için beklediğini gördüm. Dedim kardeş, sağ olasın, var benim kalabileceğim dostlarım burada. Ofis’e bıraktı beni, helalleştik, gitti.
Geçtiğimiz günlerde (28-30 Temmuz) Kolombiya’nın başkenti Bogota’da Öcalan’ın paradigmalarının yoğun şekilde tartışıldığı bir konferans düzenlendi. Kurdistan’dan Filistin’e ve tüm Güney Amerika’ya kadar her yerden gelen 300’den fazla katılımcı önemli tartışmalar yaptılar. Konferans organizasyonunun internet sitesinden ‘Konaklama’ maddesini aynen aktarıyorum buraya: “Konaklama: Çadır, uyku tulumu ve matınızı getiriniz. Bogota’da geceleri hava soğuktur. Özel ihtiyaçlarınız varsa lütfen bizimle iletişime geçin.”
Tamam. Bitti. Daha fazla zorlamayayım artık.
Saygılarımla
***
* Altını çizmek istiyorum, burada sadece HDP’den söz etmiyorum. Sendikalardan çeşitli kurumlara kadar bütün demokratik alandan söz ediyorum.
** İsteyen şu linkten okuyabilir: https://sendika.org/2013/04/mevsimlik-tarim-iscileri-kurultayi-sonuc-bildirgesi-102257/