– Örtülü müsün hâlâ?”
– “Geceden başka bir örtü yok üstümde.”
(Amin Maaluf, Semerkant.)
Maaluf’un anlattığı devirden yüz yıl sonra bir kez daha “Hayyam’ın ülkesinde isyan günleri yaşanıyor.” O anlatıya bir detay olarak giren ‘örtü’ bu kez başkaldırının temel dinamiği. ‘Örtü’ bahanesiyle işlenmiş nice resmi cinayetin sonuncusuna tepki olarak kopan kadın isyanı, devletin katmerli şiddet stratejilerine rağmen yetmişinci gününde durmak bilmeyen bir sel gibi büyüyor. Ortaokul ve liselere kadar kız çocukları, üniversite öğrencileri ve toplumun her kademesinden ve her jenerasyondan on binlerce kadın, İslamcı rejim tarafından on yıllardır içine mahkum edildikleri örtüleri yakıyorlar. Bu eylem, kadınların, hatta kız çocuklarının saçından tahrik olacak kadar sapkın molla oligarşisi mensuplarını iliklerine kadar titretiyor.
Kadınlarla başlayan isyan dalgası, gün geçtikçe durulmak yerine büyüyor; toplumun birikmiş bütün sorunlarını ve İslamcı faşizmden muzdarip bütün kesimleri içererek genişliyor. “Jin Jiyan Azadî” sloganı ile çınlayan meydanlarda, caddelerde, üniversitelerde, okullarda ve mahallelerde artık “Diktatöre ölüm” sesleri de yankılanıyor. Belucistan’da bir kadın eylemci şöyle diyor: “Bize okullarda ‘Amerika’ya ölüm’ ve ‘İsrail’e ölüm’ sloganları attıran öğretmenler, ‘buradan öyle bir bağırın ki Tel-Aviv’deki Siyonistler hatta Washington’daki emperyalistler duysun ve korksun’ derlerdi. Şimdi buradan ‘diktatöre ölüm’ diye öyle bir bağırıyoruz ki Tahran’daki mollalar duysun ve titresin.”
Ama hedefteki diktatör halen hayatta; korku içinde olduğu bariz ve bütün gücüyle ölüm kalım savaşı veriyor. İsyancıları kitleler halinde katlederse hayatta kalacağını umuyor. Dünya kupası finallerindeki ilk maçında milli marşı okumayı reddeden İran milli futbol takımı, bu zulüm karşısında tutmakta oldukları yası bütün dünyaya göstermiş oldular. Mollalar, ünlü Kürt futbolcu Wurya Gafuri’yi tutuklayarak misilleme yaptı. Gafuri’nin sosyal medyada yaptığı eleştirel paylaşımlar nedeniyle tutuklanması, milli takım oyuncularına verilmiş bir gözdağıydı. Daha önce, iki ünlü kadın film yıldızı da aynı başörtüsünden özgürleşme paylaşımları nedeniyle tutuklanmıştı. İranlı muhaliflerin Katar’da tribünlere taşıdığı protestolar, rejim yanlısı futbol taraftarlarınca engellemeye çalışılıyor; ortaya çıkan arbede ise dünya basınında geniş yankı buluyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, İran’da bir ‘insan hakları krizi’ yaşandığına hükmederek soruşturma komitesi oluşturdu. Bu soruşturma, İslamcı iktidarın uluslararası kamuoyundan ölümcül bir darbe yemesiyle sonuçlanabilir.
İlginç olan, Katar stadyumlarında rejim yanlıları ile muhalifler arasında yaşanan çekişmenin İran içinde karşılığı olmaması. İran devleti, 2009 ve 2019’da gerçekleşen kitlesel protestolara ve grevlere şiddet aygıtları yanında rejim taraftarı kitleleri meydanlara çağırarak büyük mitinglerle karşılık vermişti. Bu yılki protestolar karşısında ise, siyasal nüfuzun tamamen tükendiği, rejimin elinde çıplak şiddetten başka hiçbir araç kalmadığı görülüyor. Bu muazzam ve katmerli şiddet yapılanmasını küçümsememek gerekir. İki aylık bilanço: rejimin cellatları, 40 çocuğu ve üç yüz yetişkin kişiyi öldürdü; on beş bin gözaltı, binlerce tutuklama ve beş idam cezası.
Şiddetin dozunu belli bölgelerde tırmandırmak, rejimin böl ve kontrol et taktiği izlediğinin göstergesi. Önce Belucistan eyaletinde göstericilerin üzerine açılan ateş sonucu doksan ile yüz civarında kişi öldürüldü. Ardından silahlar Kürtler üzerine çevrildi. Kürdistan eyaleti kapsamında ve dışında kalan Kürt kentleri ve kasabalarında askeri güvenlik operasyonları devreye girdi. Mahabad başta olmak üzere Kürt illeri kuşatıldı; sokaklara barikat kuran halka karşı zırhlı araçlar, tanklar, helikopterler ve ateşli silahlarla tam bir savaş hali söz konusu. Ülke içinde bunlar olurken devrim muhafızları, İranlı Kürt grupların Irak toprakları içinde üslendikleri alanlara yönelik bombardıman ve askeri operasyon başlattılar. Bir Kürt kadının öldürülmesiyle bütün İran’a yayılmış olan isyanın kışkırtıcı kaynağı, ‘içimizdeki öteki’ anlamında Kürtler olarak etiketlemeye çalışılıyor. Sorunu lokalize ederek ‘bölücülük’ damgası vurma peşinde. Böylelikle Fars çoğunluğun ve diğer etnisitelerin evlerine döneceği umuluyor. İran egemen sınıfının söyleminde tabi ki ‘dış güçler’ her zamanki başat yerini koruyor. Bu anlatıya bakılırsa, İsrail ABD’yi ABD de Kürtleri kışkırtıyor; İsrail ve ABD’yle baş edecek güç olmadığı koşullarda memleketin sorunlarının çözümü için Kürtleri öldürmekten başka yol görünmüyor! Türkiye kamuoyunun ziyadesiyle aşina olduğu bu sahtekâr diskur bu kez işe yarayacak mı, bilinmez.
Mollalar, bu taktiklerle protestoları bölüp yavaşlatarak nihayetinde bastıracakları bir stratejik öngörü içinde hareket ediyorlar. Ama bugüne kadar, isyanın durulmak yerine giderek büyüdüğü; ülkenin her yanında ‘devrim’ sloganının daha da gürleştiği duyuluyor.
İranlı kadınlar ve İran halkları, molla rejimi karanlığının örtüsünden kurtulma mücadelesini ısrarla yükseltiyor. Öte yandan, Amin Maaluf’un şu cümlesi, dünyadaki bütün demokratların zamanımızın İran isyanı üzerine kaygılarını özetliyor: “[Devrim] yenilirse, artık hiç kimse anayasa, parlamento, demokrasi sözü edemez. Doğu yeniden derin uykusuna dalabilir.”