Seçim sonuçlarının açığa çıkardıkları pek çok açıdan tartışılıyor, daha da tartışılacak gibi duruyor.
Bizler açısından birkaç noktaya dikkat çekmek yerinde olacaktır.
Toplum uzun bir zamandır seçimler üzerinden yönetiliyor, iktidar seçimler üzerinden tahkim ediliyor. Seçimlerin bu kadar gündemde olması, değişim ve dönüşüm için asıl belirleyen olan örgütlü toplum gerçeğini arka planda bıraktı. Seçimlerin bu kadar belirleyen olmasında iktidarın tek adam rejimini tahkim etmek için seçimlere, yasal ve anayasal düzenlemelere ihtiyaç duyması önemli bir etken. Yanı sıra düzen içi muhalefetin topluma değişimin anahtarı olarak sürekli seçimi göstermesi, düzen dışı devrimci demokrasi güçlerinin ise bu girdaptan çıkmayı sağlayacak ideolojik ve politik konumlanmayı sağlayamamış olması da ele alınmadan mesele tam anlaşılamaz.
YSP/HDP’nin aldığı oy oranı ve seçim sürecinde aldığı tutum önemli tartışma başlıklarından biri. Oy oranının düşme nedenleri, ittifak politikasının handikapları çok fazla koşulduğu için bu yazıda bunun üzerinde durulmayacak.
Seçim sürecinde cumhurbaşkanı adayı çıkarılmamasının düzen içi muhalefete angajman olarak okunması, genel olarak devrimci demokrasi güçlerinin kendi alternatifini oluşturmaması meselesiyle açıklanarak aslında sığ bir yaklaşım ortaya konuyor. HDP (projenin gerçek adı olduğu için böyle yazmayı tercih ediyoruz) kuruluş misyonu olarak Kürt halkının mücadelesi ile Türkiye’nin diğer ezilenlerinin mücadelesinin buluşma noktasıdır. Bu buluşmanın başlangıcı HDP değildir ve tek formu da “parti” olmamıştır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin kuruluşundan bu yana farklı formlarda buluşmalar denenmiştir. HDP’nin kurucu unsurları açısından aslolan bu kuruluş misyonudur. HDP’den önce HDK’nin kurulduğunu ve partinin başlangıçta yasal temsiliyet için tasarlanmış olduğunu hatırlatmakta fayda var. Ancak hepimizin bildiği gibi başlangıçtaki tasarıdan farklı olarak HDK, yani toplumsal alanın örgütlenmesi değil HDP öne çıktı ve bu noktalara geldik. Buraya gelirken her iki yakada da toplumun örgütlülüğü zayıfladı. Kürt halkı partisine oy vermekten geri durmadı ama devletin yoğun baskısı ve bu baskıya çözüm geliştirilememesi nedeniyle son 8-10 yılda örgütlenmede ciddi anlamda gerileme yaşadı. Batıda ise Gezi’yle açığa çıkan dinamik yeterince değerlendirilemedi ve iktidarın 7 Haziran sonrası ortaya koyduğu planı boşa düşürecek politik ve örgütsel hamleler geliştirilemedi. O zamandan bu zamana iktidar tek adam rejimini inşa için gerek baskı ve zorla gerekse de büyük oranda seçimler yoluyla rıza devşirerek bugünlere geldi.
Son seçimde Millet İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’nu aday olarak belirlemesiyle -bunda HDP’nin müdahalelerinin etkisini de hatırlayalım- HDP ve Emek Özgürlük İttifakı aday çıkarmama ve tek adamın gönderilmesi ihtimalini güçlendirmek için Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi kararı aldı. İlk turda aday çıkarılsaydı politik olarak daha etkili olunurdu eleştirileri sonuçtan bakınca haklı gibi görünüyor. Ancak siyasette tutumlar bazen bir hedefi daha çok önceleyerek yapılıyor. 7 Haziran’da açığa çıkan sonuçla toplumda şovenizmin yıpranması ve halkların mücadelesinin değişim için buluşması olasılığı güçlenince sistemin verdiği tepki herkesin malumu. Bu ülkede değişimin önü açılacaksa bu şovenizm büyük oranda yıpratılmadan mümkün olmayacaktır. İlk turda aday çıkarıldığında Erdoğan ilk turda kazansaydı şovenizmin daha da yaygınlaşacağı aşikar değil miydi?
Seçimle Erdoğan’ın gönderilmesi olasılığı gerçekleşseydi çözüm süreci için Erdoğanlı iktidara göre daha fazla şans olacaktı. Kürt Özgürlük Hareketi bu olasılığa göre konumlandı. Siyasette güçlüyseniz düzen içi gerilimlerden kendi lehinize sonuçlar devşirebilirsiniz. Ancak sonucun istediğiniz gibi gelişmemesi olasılığına da hazır olmanız gerekir. Eksik bırakılan yön bu oldu. Erdoğan’ın kazanma olasılığına karşı B Planı olmaması tartışmaları bu noktalara kadar getirdi.
Değişim ve dönüşüm için toplumun örgütlenmesi gereği her zamankinden daha çok konuşuluyor. Bu durumun önümüzü açması için elimizden geleni yapmalıyız. Ancak faşizm varken seçimle iktidar değişmez diyenlere hatırlatmak lazım; faşizme karşı mücadele ittifak politikaları olmadan hele de bizim ülkemizde şovenizm faşizmi beslerken Kürt sorunu yokmuş gibi davranarak, Kürt Özgürlük Hareketi ile mesafelenerek yapılamaz. Emekçilerin büyük oranda sağ hegemonyanın etkisi altında olduğu yazılıp çiziliyor bolca. O hegemonyayı kırmak için Kürt meselesi yokmuş gibi davranmamız sonuç vermez, vermedi de. Tam tersine gerek Kürt sorunu gerekse de mülteci sorunu üzerinden emekçiler arasında oluşturulan şovenizme karşı etkili bir enternasyonalist mücadele vermek zorundayız. Türkiye devrimci hareketinin çok boyutlu ve kapsamlı sorunları var. Seçim sonuçları üzerinden “biz demiştik” diyerek bu sorunların örtbas edilmeye çalışılması büyük hata olur. Örneğin stratejik sorunlar taktik öngörülerin geçerliliği ya da geçersizliği üzerinden savuşturulamaz.
Bir diğer önemli mesele de HDP’nin büyük bileşeni olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin sınıf siyasetine bakış açısıdır. HDP’nin sosyalist bileşenlerinin sınıf politikası yaparken şovenizmin etkisiyle uğraşmaları zorlayıcı bir unsurken Kürt Özgürlük Hareketi’nin sınıf siyasetine mesafeli oluşu sosyalistlerin işini daha da zorlaştırmaktadır. Ezilen ulusun siyasi temsilcisinin siyaseten daha güçlü olması ve ittifak partisinde tüm gövdesiyle bulunması meseleyi daha da karmaşıklaştırıyor ve ezber dışı yaklaşımlar gerektiriyor.
İlerleyen süreçte tüm bu meseleleri daha salimane bir akılla ve gerçek boyutlarıyla tartışabilmek önümüzü açacaktır.