17 Şubat’ta tutuklanan siyasetçi ve yazar Mahmut Alınak hakkındaki iddianame tamamlandı. İddianame Kürtlerin ve Türkiye halklarının demokratik örgütlenmeleri olan DTK ve HDK’yi kriminalize etmenin yanında, Kürtçe’nin Türkçe ile eş statüde olması için BM’ye başvurmayı da suç saymış. Toplamda ise “Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak, devletin birliğini bozmak, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak, devletin bağımsızlığını zayıflatmak” iddiasıyla Sayın Alınak hakkında müebbet hapis cezası istenmiş ve bu iddianame ilgili mahkemece kabul edilmiş. Sayın Alınak önümüzdeki günlerde bu iddialarla yargılanacak, ceza alması halinde ise ömrünün sonuna kadar zindanda kalacak.
Evet, durum bu kadar vahim! Uluslararası kuruluşlarca da artık bir ‘demokrasi’ olarak değil de ‘otokrasi’ olarak görülen bu iktidar, Türkiye ve Kürdistan’daki hemen herkesi müebbet ile yargılayabilir. Zira suç kapsamında değerlendirilen şeyler, demokratik bir ülkede yaşayabilmek için tüm demokratların yapması zorunlu olan asgari şeyler.
Artık bu gibi iddianamelere, uygulamalara şaşmamak gerek. İnsanların kemiklerinin posta ile ailelerine gönderildiği, ölülerin mezarlarına saldırıların rutin bir hal aldığı bir ülkede her şey olur.
O nedenle “başımıza neden bu gibi şeyler geliyor?” diye söylenmenin, sızlanmanın, ağlamanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bu gibi sızlanmalar iktidarı daha fazla tahrik ve teşvik etmenin dışında hiçbir işe yaramıyor. Önemli olan artık Kürdistan’ın sınırlarını aşarak tüm Türkiye’ye yayılmış olan bu uygulamalara karşı ne yapılacağıdır.
HDP dışındaki muhalefetin sözün ötesine geçmeyen muhalifliğinin pek bir işe yaramadığı yeterince açığa çıkmış durumda. Hatta söz söylemenin bile giderek imkansız bir hale geldiğini twitt attığı için zindana atılanlardan görüyoruz. Dolayısıyla muhalefetin mevcut pasif, beklentili, bekle-görcü ve her şeyi Allah’a havale eden duruşunu terk ederek artık bütünlüklü, tutarlı, eylemsel bir duruşa geçmesi, kendileri açısından da varoluşsal bir gerekliliktir. Aksi halde ülke bu hale getirilirken, ne yaptıkları, buna neden müsaade ettikleri hususunda halk nezdinde sorumlu tutulurlar.
Demokratik ülkelerde eşitlik talebi suç olmaz. Dahası böylesi bir sorun olmadığından, örneğin Kürtçe için Türkçe ile eşit olması yönünde bir talep ileri sürülmez. Çünkü buna ihtiyaç yoktur. Ama ne yazık ki yok edilmek istenen bir dildir Kürtçe. Ve yine ne yazık ki, Kürtçe’ye yapılanlar Türk’ün rızası alınarak yapılıyor.
Gerçekte Türk halkı Kürtçe’ye yapılanlara rıza göstermezse, kendisi adına başka bir halka ve onun diline böylesi bir şeyin yapılmasını onur sorununa dönüştürürse, iktidar bunları yapamaz. Dolayısıyla Kürt’e ve Kürtçe’ye uygulanan soykırım politikalarından kimse kendisini sıyıramaz. Bu konuda Jean-Paul Sartre’ın “Hepimiz Katiliz!” veciz sözü, Türkiye’deki durumu anlatır.
O nedenle bugüne kadar işlenmiş olan suçların yarattığı tahribatları gidermenin ve eşitlikçi, adil insan olmanın yolu, tıpkı Sayın Alınak’ın yaptığı gibi Kürtçe’ye Türkçe ile eşit bir statü talebinde bulunmaktır. Kürtçe’yi Türkçe ile eşit görmemek, Kürt’ü Türk ile eşit görmemektir. Bu da Türk’ü Kürt’ten üstün görmektir ki, bunun da adı şovenizm, faşizmdir. Halbuki insansal ve toplumsal doğa herkesi kendi biricikliği içinde ele almayı gerektirir. Dolayısıyla tutarlı, eşit bir Türk’ten beklenen kendisi için istediğini başkasına da istemektir. Başkasını aşağılamayı, küçük görmeyi, ötekileştirmeyi; kendini aşağılama, küçültme ve insan doğasından uzaklaşma olarak görmektir.
Bu yönüyle tutarlı insan olmak, Sayın Alınak’ın talebini kendi talebi haline getirmektir. Hem de bu talebi BM’ye değil de TBMM’ye sunmaktır.
Hiç kuşkusuz ki sayısı on milyonları bulan bir halk olarak Kürtlerin yaşadığı ise daha trajiktir. Kendisini bu hale getirmiş bir halkın mevcut durumunu çok derinlemesine ele almaya ihtiyacının olduğu açıktır. Sayın Alınak hakkında hazırlanan iddianame kişiye has bir iddianame olmayıp, tüm Kürtlerin iddianamesidir. Bu iddianame ile kendi olma iddiasındaki tüm Kürtlerin müebbet ile yargılanmasının yolu sonuna kadar açılmış oluyor. Burada önem kazanan ise şu oluyor: Bu durumda Kürtler ürküp geriye mi çekilecek, yoksa hazırlanan iddianameyi kendileri için büyük bir hakaret olarak görüp, eyleme mi geçecek?
Bazı olaylar vardır ki, bir şeylerin vesilesi olur. Şimdi tam da on milyonlarca başvuruyu BM’ye yapmanın vaktidir. Kürtçe’nin sadece Türkiye’de de değil dört parçada da resmi dil olarak kabul edilmesi talebi, Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırım politikalarının en güçlü şekilde teşhirini de sağlayacaktır. Dillerin yaşatılmaya çalışıldığı bir dünyada Kürtçe üzerindeki soykırım politikaları gözler önüne serilecek ve Kürt halkının var olma mücadelesine de büyük bir katkı sunulacaktır.
O nedenle Sayın Alınak’ın BM’ye yaptığı başvuruyu tüm Kürtlerin başvurusu haline getirmek için seferber olmanın tam vaktidir. Tüm Kürtlerin kendi anadillerine uluslararası alanda sahip çıkmalarının fırsatı doğmuş durumdadır.
Zaten Kürt Dil ve Kültür Ağı’nın önemli çalışmaları olmuştu. Bu ağ, tüm Kürtleri kendi anadillerini kullanma, koruma ve geliştirme konusunda seferber olmaya çağırmıştı. Böylelikle Kürt Dil ve Kültür Ağı’nın Kürtçe’yi yaşatma çalışmalarını uluslararasında da geliştirmenin fırsatı doğmuş durumdadır.
Kürt Dil ve Kültür Ağı ile Kürt Dil Platformu’nun ve ilgili diğer kurumların böylesi bir çalışmayı başta Kürdistan’ın kuzeyinde olmak üzere tüm Kürtleri seferber ederek geliştirmesi, bu kurumlaşmaların varoluş gerekçeleriyle de uyumludur.