Bugün İran’da devam eden ayaklanma, çok derinlere giden bir tarihsel zincirden de esinleniyor. Türkiye devrimci hareketiyle neredeyse eşzamanlı gelişen Fedayin hareketi, bugün hâlâ irdelenmesi gereken bir olgu
70’li yıllarda Ortadoğu devrimci hareketleriyle, özellikle de İran pratiğiyle az çok ilgilenmiş biri, mutlaka ‘hayatta kalma teorisi’ kavramını ve ona karşın dile getirilen ‘savaşmayacaksak eğer, niye hayatta kalalım ki?’ cümlesini duymuştur. Basit gibi görünüyor ama sadece İran’da değil, ağır baskı rejimleri altındaki bütün ülkelerde çok yakıcı bir ikilemdir bu.
Ali Ekber Farahani, Muhammed Aştiyani, Hamid Eşref, Emir Perviz Puyan, Mesut Ahmedzade… İran devrimci hareketinin ana karakterlerinden söz ediyoruz. Bijan Cezani de bu kuşağın en parlak önderlerinden biridir.
Çocukken başlamak…
Cezani, 1938’de Tahran’da, Hossien Cezani ve Alamtaj Kalantari Nazari’nin oğlu olarak doğduğunda, İran’daki özgürlük mücadelesi çoktan başlamıştı. Polis memuru olan babası, o daha çocukken Sovyet çizgisindeki Tudeh’e katılmış, annesi ise kadın kollarında çalışmaktaydı. Bijan’ın siyasete atılması da doğrusu pek erken oldu: 10 yaşında! 15-16 yaşında da Şah Rıza Pehlevi rejimine karşı mücadele ederken, ilk kez tutuklanmıştı. Daha sonra Tudeh’in gençlik örgütlenmesine katıldı ve bu yıllarda da birçok kez hapse girip çıktı, ağır işkenceler gördü.
Ancak Tudeh artık onun ve İranlı birçok genç militanın devrimci duygularına denk düşmüyordu. Emir Perviz Puyan’ın ‘Silahlı Mücadelenin Gerekliliği ve Hayatta Kalmaya Dayalı Teorinin Çürütülmesi’ makalesi ve sonradan gelen Ahmedzade’nin, Cezani’nin makaleleri, tam da bu dönemde İran devriminin yolunu açmıştı. Puyan makalesinde, ‘rejimin eldeki azıcık kazanımları ezmesine yol açmamak adına saldırıya geçmekten imtina eden, pratikte ‘direniş göstermeyelim, henüz rüşeym hâlinde iken, polisin bizi yok etmesine izin vermeyelim’ diyen Tudeh ve diğer kesimleri eleştirerek, “Rejime karşı savaşmayacaksak, o vakit neden hayatta kalalım?” sorusunu soruyor ve bir gerilla hareketinin doğuşunu müjdeliyordu. Aynı yıllarda Türkiye coğrafyasında filizlenmeye başlayan hareket ve özellikle Mahir Çayan ekolüyle olan benzerlikleri ise çarpıcıydı.
Fedailer bir arada
Daha sonra, aralarında bazı görüş ayrılıkları olsa da, dönemin önde gelen militanları bir araya gelerek Halkın Fedaileri (Fedayin) örgütünün temellerini attılar.
Örgüt Meşhed, Tahran ve Tebriz’deki hücrelerden oluşmaktaydı. Tahran hücresinin lideri Cezani, Hasan Ziya Zarifi, Ali Ekber Farahani ve Hamid Eşref’ti. Meşhed grubunun liderleri Mesud Ahmadzade ve Emir Perviz Puyan’dı. Tebriz grubunda ise, Behruz Dehgani ve Küçük Karabalık gibi ölümsüz eserlerin yaratıcısı yazar Samed Behrengi vardı. Örgüt, hazırlık aşamasındayken açığa çıkarıldı, Cezani ile birçok yoldaşı tutuklandı.
Yakalanmayan militanlar ise, Şubat 1971’de Ali Ekber Farahani komutasında, Hazar Denizi kıyısında küçük bir kent olan Siah-Kal’daki jandarma karakoluna bir saldırı düzenledi. Bu İran pratiğinde bir ‘ilk kurşun’du! Cezani, Siah-kal için “Mutlak bir baskı ve suskunluk döneminde; halkın çaresizliğinin en derin noktasında, rejimin ise gücünün doruğunda olduğu bir dönemde, Siah-Kal’daki gerilla savaşçıları rejimin paralı askerlerine saldırmışlardır.
Jandarma karakoluna yapılan saldırının tek amacı, devrimci bir hareketin rejime karşı savaşını başlatmaktır” diye yazmıştı. Siah Kal’dan sonra gerillanın bir bölümü katledilse de, bu arada Fedayin örgütü, kazandığı siyasi zaferle işçiler, öğrenciler ve aydınlar arasında geniş bir sempati sağlamış ve adını bütün dünyaya duyurmuştu. 1970’lerin son yıllarına gelindiğinde Fedayin örgütü, en az beş bin civarında militanı ve on binlerce sempatizanı olan etkin bir örgüttü.
Büyük kıyım ve zayıflama
Ancak gelişmekte olan tehlikeyi fark eden rejim, Fedayin’in üzerine büyük bir şiddetle yüklendi. 1971-1976 arası dönemde Fedailer neredeyse bütün önder kadrolarını yitirmişti. Puyan polisle girdiği çatışmada 1971’de katledildi. Ahmedzade ise 1972’de idam edildi. Hamid Eşref ise, 1976’da öldürüldü…
Ve yine aynı günlerde, 18 Nisan 1975’te, Bijan Cezani, hepsi de gerilla önderleri olan diğer sekiz yoldaşıyla birlikte sözde ‘kaçma şüphesi’yle hapishanede katledildi. Buna rağmen Fedailer çökertilemedi. 1979’da Şah rejimi yıkılırken, Fedailer, yine de dönemin en büyük silahlı Marksist örgütü olarak ayaktaydılar ve hatırı sayılır bir kitlesel güce de sahiplerdi. Ancak devrim sırasında ve sonrasında, bir yandan Humeyni ipleri eline geçirirken, diğer yandan da Fedailer içerisinde kimi ayrışmalara tanık olundu. Silahlı mücadeleyi sürdürmemeye karar vererek Humeyni rejimine yedeklenen ‘çoğunluk grubu’ daha sonra bizzat Humeyni tarafından ezilecek, ‘azınlık’ ise, varlığını sürdürmekte zorlanacaktır. Öyle ki, Humeyni rejiminde yaşanan kayıplar, 71-77 arasındaki kayıplardan çok daha fazlaydı.
Sonuçta, Fedayin hareketi, İran ve Ortadoğu tarihinin trajik bir sayfasıdır ve başarılı olamasa da, bu yazının kapsamına sığmayacak kadar büyük derslerle dolu bir süreçtir. Cezani ve diğerleri ise, İran’ın mollalar tarafından karartılmış tarihinde, bugün hâlâ parlak mücevherler gibi duruyorlar. Bugünkü İran isyanı, belki onların öngördüğü yoldan ilerlemiyor ama o ilk buz kırıcılar, halkların belleğinden hiç silinmedi.
***************
* Bu yazı, 2017’de Özgürlükçü Demokrasi’de yayınlanmış olan derlemenin gözden geçirilmiş versiyonudur.