Yurt içi ve yurt dışından 800’ün üzerinde yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı ile 10 Kasım’da başlayan 37. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, panel, söyleşi, şiir dinletisi ve atölyelerle devam ediyor. Bu yılki fuarın teması ise “Hayatı Edebiyatla Kuşatmak” olarak belirlenmiş. Doğrusu kulağa hoş geliyor. Keşke kuşatabilse diyesi geliyor insanın.
Edebiyat hayatın kendisinden besleniyor ancak onun hayatı ne kadar kuşattığı üzerine biraz durup düşünmek gerekiyor.
Bugün gelinen noktada artık sanat-edebiyat ne bir meydan okuma ne bir başkaldırı ne de hayatı kuşatacak boyut ve niteliktedir. Tek değer ölçüsünün para olduğu bir sistem onu da çarkları arasına almış, pazarlanan bir tüketim nesnesine dönüştürmüştür. Kendini bu çarkın dışında tutmaya çalışan sanat erbabını tenzih ederek söylemek gerekirse; bizzat sanatçının kendisi sanat yapıtının ve yaratıcılığından çok ‘kendini sunuş’ noktasına düşmüş ya da düşürülmüştür.
***
Genel olarak sanatın ve edebiyatın toplum hayatı üzerindeki anlamı ve toplumsal işlevi konusu düşünürlerin ilkçağdan bu yana üzerinde kafa yordukları bir konu olmuştur.
Edebiyatın konusu insandır. Konu insan olunca, edebiyatın tarihini de insanlık tarihi ile birlikte ele almak gerekir.
Tarih boyunca edebiyatın işlevi konusu çoğunlukla iki yönden ele alınarak belirlenme yoluna gidilmiştir. Bazıları edebiyatın salt kişiye özgü duyguların bir ifadesinin aracı ve ürünü olarak görmüştür.(Bu durumda bile dolaylı da olsa bir toplumsal işlev sözkonusudur.)
Kimileri de edebiyatın işlevselliğini toplumsal bakış açısıyla değerlendirirler. İnsanın toplumdan ayrı düşünülemeyeceği gerçeği onu hem kendisi hem de toplumsal yönden bir işlevsellik yükler. Burda dikkat edilmesi gereken nokta edebiyatın amacından uzaklaştırılmaması, siyaset ya da eğitim disiplinlerinin bir aracı olarak görülmemesi, edebiyatın bizzat kendisinin ayrı bir disiplin olduğunun gözardı edilmemesidir.
Edebiyatın hem çok katmanlı hem de çok amaçlı olması doğası gereğidir. Fransız romancısı Poul Bourget’ın deyişiyle: “Edebiyatın hizmeti medeniyetin hizmetinden aşağı kalmaz. O yalnız bir süs değil, medeniyetin ta kendisidir”
***
Büyük eserler hayatla bağı olan eserlerdir. Sanat-edebiyat, insan gereksinimlerini, duygu ve düşüncelerini, insanları yakından ilgilendirecek ve derinden etkileyecek biçimde sunmaktır. Bu yüzden belli bir toplumsal hayat içindeki düzen değişmesini ve gelişmesini de içerir. Sanatın bir işlevi de hayatın değişebilirliğini, güzelleştirebilirliğini duyumsatmaktır… Sanatçı çağına tanıklık ederken, nesneleşmiş, parçalanmış, yabancılaşmış insanın, insan kimliğine kavuşması için ışık tutmalıdır. Ancak bu sayede insanı ve hayatı anlamlı kılma, insan beynini düz mantıktan kurtarma yönünde önemli bir faktör haline gelir. Gelişmemiş sanatsal beğeninin, estetiksel yoksunluğunu aşmada da sanat küçümsenemez bir işlev görür. Sanat, insanın kendine ve çevresine ilişkin düşünsel ve duygusal yeteneğinin gelişmesine yardımcı olur. Hayatın anlamına ilişkin soruların yanıtlanmasına, insanların kendini yetkinleştirmelerini sağlamada önemli katkılar sağlar. İnsana geçmişin, bugünün ve geleceğin öznesi olduğunu anımsatır.
Çağdaş iletişim ve teknolojik gelişim bir yandan sanatı geniş kitlelere ulaştırırken, bir yandan da ticarileştirerek, düzeyin düşürülmesine, yozlaştırılmasına çanak tutmaktadır. Sanatçı buna karşı tavrını geliştirirken, bu yolla kirletilmeye çalışılan insanı ve insansal olanı kollamayı da gündeminden düşürmemelidir.
Bütün bunlara karşı durmak gerçek sanatın ve sanatçının boynuna borçtur.