Yaşananlar ağır gelmiyor mu ya da artık alıştık/alıştırıldık mı? Yoksa yaşananlar sonrası bir şok etkisi mi diyelim, bilinmez, anlaşılmaz bir durum var ama bir şeylerin yolunda gitmediği kesin. Düşünün ki yanı başımızda bir Azerbaycan-Ermenistan savaşıyor, ülkemiz içinde bazı çevreler açıkça militarizme çağrı yapıyor, sokaklarda ölüm sesleri yükseliyor ve açıkça tuzu kuru olanlar savaşa çağırıyor, yani dillerinde ölümden başka bir şey yok. Ve tabii ki savaşın ekseni kısa süreli bir yoklama mı bilinmez ama eksenin ne ara bu coğrafyaya taşındığı gerçeği neden kimseyi şaşırtmıyor…
Bunlardan bahsederken, haliyle ülkemizde başlatılan gözaltı furyası var, öyle ki her-kes şu operasyon, bu operasyon adı altında kriminalize edilmekte, gözaltına alınmakta, tutuklanmakta. Ömrünce hiçbir şekilde illegal faaliyeti olmamış, göz önünde olan, adresi, yeri yurdu belli, çağrılsa karakola gidip ifade verebilecek insanlar bir sabah baskınıyla alınıyor.
Ve evet, bu da şaşırtmıyor, hiç çığlık yaratmıyor, düşünelim bazen öfke dolu olur bağırmaya çalışırız artık bağırmaktan, içimizi boşaltmaktan bile imtina edebilmekteyiz. Öyle ki tepkilerimiz rutinleşmektedir, ilk başta sayılara bakıyoruz, sonra isimlere bakıyoruz, sonra hangi görüş, ideoloji ya da parti olduğuna bakıyoruz sonra “yok artık’’ filan çekiyoruz ama bir yerden sonrası aslında var var artık derken, farkına varıyoruz ki varmış evet varmış…
Bundan sonrasında ise alınanlara bakıyoruz ve “yetkili çevreler” gözünden en masum olabilecekleri seçiyoruz, neresinden savunsak diye eliyoruz ve artık iş tepki göstermeye gelmiştir. Hemen sosyal medya hesaplarından tepkiler, basın metni paylaşmak ya da imza kampanyaları, dayanışma mesajları derken, bir-iki gün mahkemeye çıkana kadar tepkimizi sıcak tutuyoruz, diyelim ki tutuklandı, artık tepkilerimizi de içimize gömeriz, zira yapılacak bir şey kalmamıştır. Öyle ki bu durum misafir gelecektir diye, ocaktan indirilmeyen çaydanlık durumunu andırmaktadır, gelmediyse çaydan indirilecek ve geç saat olduysa artık uyunacaktır.
Ve doğrusu evet yapacak bir şey kalmamıştır, düşünün ki, toprağı, suyu, dağı, taşı yok olmasın diye savunan diller; kurdun, kuşun, börtü böceğin bütünüyle sesi çıkmayanların, görülmeyenlerin sesi olmuş insanlar artık gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, cezaevine konuyor. Prof. Dr. Beyza Üstün, çevre mühendisi ama sistemin yarattığı talana, ÇED projelerine onay vermiş, gözünü kapatmış maaşını ay başı almış, evine götürenlerden değil, evet bu takım bir mühendis değil ve unvanını dahi kimsenin gözüne sokan biri değil. Doğrusu bu yüzdendir belki şimdi zindanları boylamakta, zira sistem içi yaşamın çarkına vida olsaydı, pekâlâ bir GBT’ye dahi takılmayabilirdi. Ama o Hevsel Bahçeleri’nde sazlık talanına, Kaz Dağları’nda altın madeni çıkaran Alamos Gold’a, Cerattepe’de Cengizlere ve Kanal İstanbul projelerinde en önde yükselen bir çığlıktı…
Ve bu çığlık elbette susturulmak istenir, zira iktidar-sermaye disiplinli halde süren bir sömürü düzenini esas alır, hal buyken tabii ki izin vermeyecektir karşıt duran seslere…
Tabii sadece Beyza Üstün’le sınırlı değil; Cihan Erdal, Türkiye’ye sosyoloji alanında doktora araştırması için gelmiş bir öğrenci fakat o da yaşananlardan nasibi almış olmaktadır ve o da artık zindandadır.
Ve Güner Yanlıç; Diyarbakır’da kent adına talan adı altında ne varsa karşı çıkmış, öyle ki Hevsel Bahçeleri’nde talana karşı durmuş, yine yıllarca Ağaçlandırma Derneği başkanlığı yapmış, kentin her tarafına fidanlar dikmiş, bunlarla beraber Kaz Dağları’ndaki yıkıma, bölgede yapılan barajlara, yazılarıyla, sözüyle ses olmuş insan bugün, bu saatlerde gözaltında ve öyle ki evine gidilse kapısı çalınsa, çağrılsa ifade vermeye gidecek durumda iken bir yürüme mesafesinden sonra bir mekânın önünde “GBT” var denilerek, gözaltına alınmıştır.
Evet, demiştik ya doğrusu yapacak bir şey kalmamıştır, zira artık yaşananların özetidir bu durum. Çünkü düşünün ki ne suç işlemiş olabilir ki bu arkadaşlarımız, dostlarımız, yoldaşlarımız bu şekilde bir duruma maruz kalabiliyorlar. Hal buyken kime neyin tepkisi, hangi argümanlarla verilecektir. Ve neyin savunması yapılacaktır, yapılan zaten yaşam savunuculuğudur, yaşam savunucularını savunmak mı kalmıştır bize…
Son olarak durumu özetleten Hicri İzgören dizelerinden bir alıntıyla:
Ve şimdi söz savunmanın
Hayat işgal altında…