Türkiye’nin “milli egemenlik” hakkını kullanarak Hagia Sophia’yı yeniden camileştirmesi ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında patlayan son çatışmaya askeri müdahale tehdidi vakalarının gerek iç gerekse de bölgesel ve küresel dış siyaset açısından konjonktürel nedenleri olduğu yadsınamaz. Erdoğan rejiminin kamuoyu desteğinde gittikçe artan kan kaybını makro-ideolojik hamlelerle durdurma girişimidir. Suriye, Irak, Libya ve Doğu Akdeniz’de akamete uğrama alametleri gösteren “bölgesel güç” ihtirasını yeni bölgesel çatışmalar yaratarak sürdürebilme umududur. ABD ve Rusya başta olmak üzere küresel güçler arasındaki kadim sürtüşmeyi provoke ederek sınır-ötesi bölgesel yayılma hedefleri doğrultusunda kullanma gayretidir.
Ayasofya “cami-i şerifi” meselesi hemen bütün boyutlarıyla konuşuldu ve gün geçtikçe konuşulmaya devam edeceğe benziyor. 24 Temmuz’da gerçekleşecek “büyük cuma ibadeti” buluşması heyecanla bekleniyor. Bu ritüelin bir benzeri, 2010 yılında Bagratid Ermeni Krallığı’nın kadim başkenti Ani’de Devlet Bahçeli önderliğinde gerçekleşmişti. Ani’nin Katedral Kilisesi’nde (Fethiye Camisi) 2000 kişilik bir cemaatle kılınan o namazın tarihsel referansı Ayasofya’dan çok daha gerilere dayanır. Modern Türk-İslam kimliğinin kendini dayandırdığı soy kütüğü içinde Türklerin camileştirdiği ilk anıtsal katedraldir. 1064’te Alparslan’ın Ani’yi aldığında gerçekleştirdiği ilk icraat Katedral Kilisesi’ndeki haçı indirerek efradı ile birlikte orada namaz kılmak olmuştur. 1453’te II. Mehmet’in Ayasofya’ya yaptığı, aslında Türk-Müslüman kimliğine özgü yüzlerce yıllık bir marifetin tekrarından ibarettir.
Ermeni varlığı ile çatışarak başlayan Anadolu’da Türk-Müslüman egemenliğinin ilk sembolü Ani Katedral Kilisesi’nin camileşmesidir. Yüzyıllara yayılan bu egemenlik kurma süreci, İstanbul’un alınması ile tamamlanmış ve Hagia Sophia’nın camileştirilmesinde sembolleşmiştir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu süreç bir kez daha tekerrür etmiş, yine doğuda Ermeni varlığıyla çatışmanın hemen ardından Türk güçleri rotayı Kuzey ve Batı Anadolu’daki Yunan varlığına çevirmiştir.
Ermeni halkı kendisinden Hay diye söz eder. Günümüzde Ermeni halkının tek devleti Ermenistan Cumhuriyeti’dir (Hayastan). Bu devlet, Rus Devrimi’ni takiben 1918’de kuruluşunun ardından Osmanlı sonrası Türkiye’nin çekirdeğini oluşturan Kazım Karabekir komutasındaki askeri birliklerin saldırısına uğramıştır. Bu saldırı, Kızıl Ordu’nun bölgeye ulaşması ile durdurulabilmiş ve 1920 Gümrü Antlaşması, Ankara hükümetinin de ilk dış antlaşması olarak tarihe geçmiştir. Anadolu’daki bu ikinci Müslüman-Türk kuruluş süreci, 1923 Lozan Antlaşması’nı takiben Yunanistan ile imzalanarak uygulamaya konan nüfus mübadelesi sözleşmeleri ile tamamlanacaktır.
Hayastan’ın önceki tarihi, Türkiye sınırları dahilinde anlatılması yasaklı bir tarihtir. İnternette İngilizce Wikipedia’nın “Armenia” ve Türkçe Vikipedi’nin “Ermenistan” maddeleri arasında yapılacak kısa bir karşılaştırma, bu yasağın neyi içerdiğini gösterecektir. Tarih girişi altındaki “Antik Dönem”, “Orta Çağlar”, “Erken Modern Çağ”, “Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Soykırımı” başlıkları Türkçe versiyonda yoktur. Vikipedi yetkililerinin bu ‘dalgınlığı’ iki farklı ama bağlantılı durumun göstergesidir. Birincisi, Türk anlatısına göre Ermeni devletinin ve milletinin tarihi yoktur. İkincisi, Türkiye bu yalanın kendi milletine anlatılmasını dünyanın en popüler ansiklopedisine kabul ettirecek güce sahip bir ülkedir.
Yüzyıllar öncesinde belki de “normal” sayılabilecek camileştirme fiillerinin önce Bahçeli sonra da Erdoğan tarafından 21. yüzyılın ilk çeyreğinde tekrarlanıyor oluşu, bugün dünya kamuoyu tarafından bu tarihsel referanslarla değil yakın zamanda İslamcı fanatizmin barbarik icraatları çerçevesinde anılıyor: 2001’de Taliban’ın Afganistan’daki anıtsal yapı ve heykelleri patlayıcılarla ortadan kaldırması ve IŞİD’in 2015-16 yıllarında insanlık mirası antik Palmira kentinde gerçekleştirdiği yıkım ve tahribat. Bu kriminal hadiseleri takiben baraj kurma bahanesiyle yine bir insanlık mirası olan Hasankeyf’e yapılanlar, fanatik İslamcı barbarizm algısının ziyadesiyle güçlenmesine hizmet etti. Ayasofya’nın camileştirilmesi, dünya kamuoyu nezdinde işte bu vukuatlar zincirinin yeni bir halkası olmaktan başka bir anlama gelmiyor.
Tarihsel bir bakış ise son Ayasofya ve Ermenistan vakalarında Erdoğanist yeni Türkiye’nin psişik yapısında kendini klasik ‘düşman’ kimlikleri üzerinden yeniden-inşa girişimine içkin primordial çaresizliğin tekerrürünü görecektir. Camileştirerek inkârı mümkün olmayan modern “Öteki” olarak Kürt kimliğinin ise Hasankeyf’te sembolize olduğu üzere beton dökülerek ortadan kaldırılacağı umuluyor.
Derdin ucu, yüzeydeki Erdoğanizmin çok daha derininde. Kimliğin harcı yeniden karılmadıkça bu çaresizlik içinde yalnızca içine düşülecek yeni girdaplar üretilecektir.