Sizden geçinenin düşmanınız olduğunu hiç anlamayacaksınız. Sizi yarı yolda bırakan paçanızdan tutanlar değil, sizi peşinden sürükleyenler. Dönüp yüzüne bakmadıklarınız değil, son ana kadar aşıklar gibi bakıştıklarınız, ellerinizi ve gözünüzü bağlayıp sizi uçuruma gerili bir ipin ortasında bırakıp soluğu karşı kıyıda alanlar. Sizi kimse aldatmadı, hileye kimse başvurmadı, rehberliğine içtenlikle bağlandıklarınız dışında. Nefret ettikleriniz değil, iman ettiklerinizdi sizi bir teselliden yoksun bırakan. Fakat şimdi bile ne olduğunu görüp anlayacak haliniz de, takatiniz de yok. Dün de öyleydi, bugün de. Kendi kendini çok somut bir biçimde yok etme, bir başkasının değil, o sizin arzunuzdu. Düş kırıklığı içindeymiş gibi, çaresizmiş gibi yığılıp kalışınız ilk değil, son da olmayacak. Siz yalana inanmak, hileye gönül vermek istediniz, düşmanlarınızın kahkahaları neden incitsin şimdi sizi?
“Biz hazırız” dediklerinde sizi mahvetmeye hazır olanlar görmek istediklerinizdi, bir daha görmek istemedikleriniz değil. Şimdi olmayan bir şeyle avunabilirsiniz, aslında bu herkesin beklentisiyle de fazlasıyla uyuşur. Yenilmemiş gibi bir his içinde olmak, kazandığını sanmak herkesin incelikle ihtiyaç duyduğu bir gevşek gurur çökeltisi. Hazır olup kazananlar, gerili ipin üstünde korkular ve buhranlar içinde titreşen elleri ve gözleri bağlı siz milyonlar değil, çalınmış bakışlarınızla sizi süzüp kahkaha atan nefesi düşmanınız, sözü sözünüz kokanlar. Aslında hiçbir şey daha kolay anlaşılamazdı; orada gelenekleriniz eserlerinizle buluştu, ölçüsüzlüğünüz de yalanlarınızla.
Üstünüze benzin döküp kibriti çakan, size yanmaktan başka bir şey vaat etmedi. Sizi yakacağını, küllerinizi savuracağını söyleyen ve bunu gerçekten de yapan sizi nasıl aldatmış olabilir? “Ben hile yapacağım” deyip hile yapan, hile yoluna sapmış olabilir mi? “Bağlanıp ölünceye kadar kırbaçlanacaksınız” deyip siz son nefesinizi verinceye bu sözüne sadık kalanı yalancılıkla kim suçlayabilir? Cennetti gösterip size cehennemin kapılarını açan sizi kasıp kavuracak yangını küreyenler değil, elinizden tutup sizi kaynağından eksilmeyen pınarlara, yatağına sığmayan berrak nehirlere götüreceğini söyleyenler. Gerçek işkencecileriniz vaadini tutup gözlerinize mil çekerek yaralarınıza kurşun dökenler değil, size su diye kezzap içirenler. Cellat değil, başınızı celladın baltasına tutan kurtarıcılarınıza bir bakın! Bu sevinç gözyaşları, işittiğiniz şu zafer kahkahaları baltayı mı, başınızı tutana mı ait?
Karanlık ve muğlak olan kaçındıklarınız değil, peşinden koşturduklarınız; nefretinizle boğmak istedikleriniz değil, sevgi dolu bakışlarınızla coşturduklarınız; basitliğine, sinsiliğine, deliliğine ve aptallığına mahkum olduklarınız. Zaaflarınız zaaflarına karşılık gelir, hevesleriniz heveslerine soluk verir, vasatlıklarınız vasallıklarını meşrulaştırır. Geleneklerinize özgü ölçüsüzlüğünüz, gerçekliklerine özgü kaprisleriyle örtüşür. En iyiniz bile en kötüye kefil, en merhametliniz en merhametsize çeper, en kırılgan olanınız da en gaddar olana vurgun. Sahip olduğunuz imkanların ve imkansızlıkların ruhuna asla sahip olamayanlarsınız. Eğlenmek ortak paydanız, tutarsızlık bükülmeyen direnciniz.
İktidar çağlar boyu kimseyi aldatmadı, o bir vahşet gösterisi olarak nesiller boyu aynı kırbacın sesi olageldi. Dinleyenleri de, kulak tıkayanları da belliydi. Ya azizleriniz! Onların kaç tür sesi, denk gelmediğiniz kaç çeşit yüzü bulunur? Şimdi olan, bir başka zamanda olmayandı, bilmek istemediniz. Hayır, diş bileyene telef olmadınız, manevi çöküşünüzün içine yan gelip uzanırken, gülümseyerek celladınıza sürükleyen o kopmayı reddettiklerinize kırıldınız. Siz nasıl tahayyül edemediyseniz kendinizi karanlıkta, oraya bırakıldıklarınızca da tahayyül edilmediniz hemen her zaman. Belagat iyimserliğine, yıkık cesaret süslemelerine ne gerek. Hıristiyan kralın huzurunda titreyen Yahudiler gibi dilediğiniz kadar içten içe dualar mırıldanın, tanrı sizi işitmeyecek. Değil mi ki, siz hakikati gömüp bir daha kurtulamayacağınız yalancıları yükselttiniz, asla iyileşemeyeceksiniz.