2010 kışında Ankara’da tüten bir ateş, Bitlis’ten Tokat’a Tekel Fabrikaları’nın olduğu kentlerden başlayarak tüm ülkenin içini sıcak bir çay içmişçesine ısıtıyordu. Bu ateşin zafere yaklaştığı günlerde öğrencilik hayatı çok uzun süren bir arkadaşım mezun olduğunu attığı bir smsle şöyle haber veriyordu: “Hakikaten, Tekel işçisi kazanırsa hepimiz kazanırmışız. Mezun oldum.”
Özelleştirme yüzünden işinden ekmeğinden olmak istemeyen TEKEL işçileri 15 Aralık 2009’da Ankara’da başlayan ve 78 gün süren bir direniş gerçekleştirmişti. Direniş o dönemde çok büyük bir destek dalgasıyla tüm ülkenin gündemi olmuştu. Ziyaretler, dayanışma etkinlikleri yapılıyor,kimi harçlığını biriktirip yolluyor, kimi yemek taşıyor, kimisi iş yerinde yaptığı dayanışma eylemleriyle TEKEL işçisine destek veriyordu. Destek amaçlı genel grev ve kitlesel sendikal mitingler de yapıldı.
Bu güzel günlerin en fazla akılda kalan sloganı “Tekel işçisi kazanırsa hepimiz kazanırız”dı. Sanırım en çok da kaderini kendiyle aynı kaderi paylaşan diğer sınıf kardeşleriyle birleştirenler için bu slogan anlamlıydı. Bu kader birliği TEKEL’i hepimizin umudu yaparken destek dalgasını büyüten de bu anlayış olmuştu.
Tekel işçisi ile sergilenen dayanışma aslında ülkede emeğin, kentlerin, doğanın yağmalanmasına karşı derdi olan herkesin, içlerinden çıkan en sağlam, en dirençli halkaya tutunması; polis şiddeti, sendikal bürokrasi ve hükümet baskısına rağmen geri adım atmayan sınıfın bu kararlı bölüğü ile kendi mücadelelerinin kaderini ortaklaştırmasıydı. Bu dirençli halka hepimizin umudu olmuştu. Onun kazanması bizim de önümüzü açacaktı.
Bugün de karşımızda en az Tekel işçisi kadar sağlam bir halka var. Sınıf mücadelesinin en vahşi cephesinde yer alan, en ağır koşullarda, güvencesiz çalıştırılan inşaat İşçileri ve onların mücadelesinin bugünkü simgesi olan 3.Havalimanı inşaatı işçilerinden bahsediyorum.
İktidarın baskıya dayalı otoriter uygulamalarının herkesin malumu olduğu, toplumsal muhalefetin en meşru ve olağan eylemlerinin dahi yapılamaz hale getirilmek istendiği bir dönemde inşaat işçileri “zor”u başardı ve “insanca çalışma koşulları” isteyerek kitlesel bir başkaldırı sergiledi. Üstelik bunu iktidarın en vizyoner projelerinden birisinin inşaatında yaptı. Bu cüret elbette karşılıksız bırakılmadı. Aralarında DİSK Dev Yapı İş Başkanı Özgür Karabulut ve İnşaat İş sendikası yöneticilerinin de olduğu 35 işçi insanca koşullarda çalışmak istedikleri için ve bunu sendikal mücadelenin konusu haline getirdikleri için hapsedildi.
Şimdi dışarıda kalanlar olarak bu cürete nasıl sahip çıkacağız sorusunu yanıtlamalıyız. Evet, protesto eylemleri yaptık, evet açıklamalar yaptık. Ama bunlarla yetinebileceğimiz bir zamanda ve durumda değiliz. Kriz kuşatmasında, zor yoluyla teslim alınmak istenen farklı toplumsal kesimlerin kazanabileceği bir yol açmak için “inşaat işçisi yalnız değildir” dememiz gereken andayız. Bu toplumsal seferberliği sağlamada öncelik farklı işkollarında, farklı işyerlerinde farklı sendikaların üyelerinin gerçekleştireceği dayanışma eylem ya da etkinlikleri olmalı. İşyeri örgütü düzeyinde sergilenecek sınıf dayanışması havalimanında verilen mücadelenin, ülke çapına yayılmasını ve sahiplenilmesini sağlayacak tek yol. Fabrikalarda, ofislerde, plazalarda, hastanelerde, belediyelerde çalışan emekçilerin “havalimanı işçilerinin yanındayız” mesajı vermesi şu anda iktidarın yaratmak istediği “teslimiyet” havasını dağıtmanın, direnişini yalıtma çabasını boşa düşürmenin belki de en geçerli yolu. Çünkü susturulan her direniş, yenisini de zorlaştırıyor.
3.Havalimanı direnişini kaderine terk etmek yerine onlarla kader birliği yapmalıyız. Direnişi dayanışma kanalıyla toplumsallaştırmak için her türlü mecrayı, imkanı kullanacak bir ufukla hareket etmeliyiz. Mevzu kazanmak değil susmamak, güç birliği yapmak. Çünkü mahkeme salonunda, hapishanede dört duvar arasında ya da trilyonluk şantiye alanında şimdilik yalnız bırakılan “bu cehennem bu cennet bizim”.