1990’lar Kürt yerleşimlerinde büyük altüst oluşların yaşandığı, baskı ve direnişin at başı ilerlediği dehşetli zamanların onuncu yılıydı. 1984’de başlayan silahlı Kürt mücadelesinin yükseldiği, serhildanlar ile kentsel alanların politik protestolara tanıklık ettiği, “faili meçhul” cinayetler, zorla kaybetme ve yerinden göçertme üzerinden istisna halinin süreklileştiği bir dönemdi. 90’lar, aynı zamanda Kürt silahlı mücadelesinin “halklaşmasının” önüne geçmek isteyen devletin geçmişe dair tarihsel hafızada birikmiş bütün nefret söylem repertuvarını yeniden mobilize ettiği bir dönemdi de. Bu kapsamda I. Dünya Savaşı esnasında Ruslarla iş birliği yaparak Müslümanları “sırtlarından hançerleyen komitacı Ermeniler” mavalı tekrar hortlatıldı. Kolektif hafızayı tekrar geri çağıran bu propaganda aracılığıyla bir yandan “ihanetçi Ermeni” figürü yeniden sahneye sürülüyor; öte yandan da kendisini hala Müslümanlık Sözleşmesi dairesi içerisinde konumlandıran Sünni Kürtlere yükselmekte olan mücadelenin kendileri için değil, Ermenilerin çıkarları adına yürütüldüğü telkin ediliyordu. Bu kapsamda PKK’ye katılan savaşçılara yönelik sıklıkla kullanılan yakıştırma bunların “sünnetsiz” birer “Ermeni dölü” oldukları ve ASALA’ya bağlı hareket eden Kürt ve Türk düşmanı birer piyon oldukları yönündeydi
1990’larda Kulp’ta da bu yönlü propagandanın kanıtı olarak, çatışmada öldürülen gerilla bedenlerinin belediyenin çöp traktörüne atılıp bütün çarşıda dolaştırılması, hastane önünde halkın zorla toplatılarak onlara teşhir edilmesi ve en son toplu olarak bir çukura gömülmesi şeklindeki nekro-politik seremonileri yaygındı. Dönemin meşhur karakol komutanı Reco (Recep Cömert), bir keresinde çatışmada öldürülmüş sünnetsiz bir genç gerillayı göstererek “bakın ben size demiyor muyum bunların hepsi Ermeni, sünnetsiz bunlar. Bu toprakları sizden geri almaya geliyorlar” demişti. Özellikle koruculuğu teşvik etmek için “teröristler Ermeni” söylemi çok yaygındı. O dönemde Kulp’taki bazı aşiretlerin korucu olmasının bir nedeni de buydu gerçekten. Çünkü aşiretlerin yerleşik olduğu köylerin, işlettikleri toprakların büyük bir kısmı Ermenilerden kalmaydı.
Bizim köyümüzden de bazı kişiler koruculuk baskısına dayanamayarak 1994 yılında korucu oldular. O dönem zaman zaman korucular ile gerilla telsiz üzerinden atışırdı. Köyümüz korucularından çok hazırcevap ve esprili birisi vardı. Dediklerine göre birgün telsizde Zazakî konuşan bir gerilla bu köylüye korucu olarak büyük bir hata yaptıklarını söylemiş. Korucu da onların hepsinin Ermeni olduğunu bildiğini belirtmiş. Gerilla da “valla ben Ermeni değilim ama sizden ve devletten sadece öldürülen Kürtlerin değil Ermenilerin de intikamını alacağız” demiş. Korucu da bütün hazır cevaplılığıyla “valla kardeşim eğer Ermenilerin intikamını almak istiyorsanız buyurun size O. ve H.’nin mezarını göstereyim, ister tükürün ister işeyin. Ermenileri biz değil O. ve H. öldürdü” demiş. Korucunun belirttiği O. ve H. bizim köyden olup 1915 esnasında “cendirmeyên bejik” olan iki paramiliter unsurun isimleriydi. PKK’ye katılanların Ermeni olduğu söylemi çok çok ufak bir muhafazakâr kesime inandırıcı gelse de halkın büyük çoğunluğunun gözünde hiçbir şey ifade etmiyordu. Öncelikle Ermeni olduklarının propagandası yapılan gerillaların çoğu yerelden katılım yapan veya halkın zamanla tanıdığı kişilerdi. Ayrıca Ermenilerin başına gelenin bu defa onların başına geldiğine dair kanı halk arasında çok güçlüydü.
Varlıkları ancak yoklukları yoluyla hatırlanan soykırım kurbanı bir halkın bu kez de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin çabasında bir “kışkırtıcı unsur” olarak öne sürülmeleri ayrıca trajikti. Fakat örgüt cephesinden hiçbir zaman devletin bu nefret söylemine kapılınarak bir itiraz gelişmedi. PKK ya bu nefret propagandasını görmezden geldi, ya da sıklıkla 1915’de Ermeni ve Asuri halklarına uygulanan şiddetin bu defa Kürtlere yöneltildiğini göstermeye çalışarak ezilen halkların mağduriyetleri arasındaki sürekliliğe vurgu yaptı. 1970’lerin ortalarından beri süregelen tarihsel ve ideolojik tartışmalar Kürt hareketinin gözlerine inen Sünnilik perdesinin açılmasını sağlamıştı. Bu nedenle devletin nefret söylemine dayalı bu propagandasına yönelik Sünni refleks üretmek yerine ezilen halkların farklı zamanlardaki mücadele ve direnişlerini sahiplenen bir karşı söylem geliştirildi.