Çocukluğuma dair belki de en canlı anılarım özellikle soğuk kış gecelerinde dinlediğimiz Kulp’un yakın tarihine dair hikayelerdi. Kış aylarında sobanın sadece bir odada kurulu olmasından dolayı aile bireylerinin ortak bir mekânda vakit geçirmesi geçmişe dair hafızanın hem kuşaklararası aktarımını güçlendiriyor hem de yaş ve cinsiyet ikiliklerini de ortadan kaldırıyordu. Zira çocuklar, kadınlar, erkekler çoğu zaman aynı mekânı paylaşıyordu. Sadece 1915 değil, seferberlik ve kıtlık olarak hatırlanan I. Dünya Savaşı, Hasankale faciası (Sarıkamış), Kulp’un kuzeyindeki Qozme Dağı’na kadar gelen Rus ordusunun yarattığı korku, Şeyh Said ve Şeyh Fahri isyanları, yeni rejimden kaçan firar ve mahkûmların da hikayeleri anlatılırdı. Bunlar içinde en dehşetli şiddet anlatıları 1915’e dair olanlardı.
Büyük dedemin amcası Şemo ile annesi Dayê’nin hikayesi vardı. Dedemin anlatımına göre tam Ermeni Fermanı (Fermanê Armeniyan) arifesinde Şemo’nun öküzü hastalanmış. O dönem için bir öküz şimdinin bir arabası demek, belki daha da fazlası. Günlerce beklemişler ama iyileşmemiş öküzleri. En son Şemo ile annesi öküzü bizim köyün hemen karşısındaki Ermeni köyü Cixsê’ye götürüp satmaya karar vermişler. O zaman Ermeni kasap alırmış köyün hayvanlarını. Yola koyulmuşlar. Kasor Dağı’nın dibinde kurulmuş yemyeşil ve bereketli Cixsê’ye varmadan, daha sonradan soykırımda aktif yer alan bir paramiliter yapılanma olan Cendirmeyê Bejik birliklerine dahil olacak olan bir köylümüz ile karşılaşmışlar. Demiş ki ‘geri dönün, ferman gelmiş, erkekleri toplayıp Lice’ye götürdüler, yakında kadın ve çocukları da götürecekler’. Üstelik aynı kişi, birkaç gün sonra Cixsê’ye gidip Lice’ye götürülen Ermenilerin sağ olduğunu, liderleri Kaspar’ın halay başında dans ettiğini, korkulacak bir şey olmadığını söylemiş ve bu şekilde Ermeni kadınlar ona hediyeler vermişler. Halbuki kendisi Ermeni erkeklerin tamamının öldürüldüğünü biliyormuş…
Yine aynı dönemde henüz sekiz yaşında olan babamın dedesi, annesi Pengê ile birlikte Kulp’a yayan gittiğini, Kulp’un çıkışındaki derede (Newala Qetika veya Derê Xorî denilen ve günümüzde ilçe mezarlığının olduğu yer) öldürülüp üst üste yığılmış Ermenileri ve onların elbiselerini, ayakkabılarını götürmeye gelen onlarca kişiyi gördüğünü yüzünde beliren bir dehşetle anlatırdı. Dönüşte o korkunç kokuya maruz kalmamak için nasıl yol değiştirdiklerini, annesi Pengê’nin sonraki zamanlarda o manzaradan ne kadar çok etkilendiğini, nasıl herkese sürekli bundan bahsettiğini söylerdi.
Geçmişin bu şiddet hikayeleri bir şekilde şimdiki zamanın define arayıcılarına gelir ve Ermeniler bir kere de gömdüklerine inanılan altın ve değerli eşyalarıyla yad edilirlerdi. Herkes Ermenilerin gitmeden önce bütün altınlarını gömdüğüne, bir daha geri gelecekler umudu ve yolda varlıklarını kaptırmamak için bunu yaptıklarına inanırdı.
Köyümüzün definecileri de çok meşhurdu. Birbirinden ayrı define ekipleri vardı. Özellikle Ermenilere ait eski yerleşim yerleri civarında sürekli define arayan kişilerin kazdığı çukurlara rastlardık. Herkes gizlice planlar yapar, gece kimse görmeden gidip kazardı. Örneğin bir köylümüzün civardaki define arayıcılığı çok meşhurdur. Dediklerine göre Beyrut’ta bir Kulp Ermeni’si ile kontak kurmuş. Ermeni ona definenin yerini tarif etmiş ve küpü bulduğu anda açmamasını, sihir olduğunu söylemiş. Köylüler belirttiği yeri kazdıktan sonra gerçekten bir küp bulmuşlar. Aralarından birisi o anın heyecanına dayanamayıp küpü açmış. İçinden altın renginde onlarca arı uçup gitmiş! Herkes Beyrutlu Ermeni’nin sihir gücü ile altınları kendisine çektiğini, o arıların birer altın olduğunu hayıflanarak anlatırdı. Bütün bu efsaneler aslında define arayışındaki başarısızlığın, hayal kırıklığının sorumluluğunu da yine öldürülen, zorla göçertilen Ermenilere yıkmaktaydı.
Soykırım sonrası yılların yerellerdeki gündemini belirleyen en temel konulardan birisi de metruke mallar idi. Ermenilerden kalan mülklerin paylaşım sürecinde acımasız bir rekabet olduğu anlatılırdı. Örneğin komşu köyümüz olan Cixsê’deki Ermenilerin öldürülmesi ve göç ettirilmesi sonrasındaki süreç çok kanlı geçmiştir. Birinci Dünya Savaşı döneminde Kulp’a gelen ve sonrasında orada yaşamaya karar veren ve bürokraside çok etkili bir kişiye dönüşen, Kulp’taki Ermenilerden kalma en verimli sulu arazilerin, meyve bahçelerinin olduğu yerleri kendi adına tapulayan Laz Süleyman Çavuş, 1930’larda Kulp’taki güçlü bir aşiretin üyeleri tarafından Cixsê’deki Ermeni malları yüzünden öldürülmüştür. Ermeni mülklerinin bölüşümü ile ilgili benzer öldürmeler ve kan davaları sonraki yıllarda da çokça yaşanacaktır.