Yara bir kelime. Çok sıradan bir anın içinde yazılabilir, bir ömür sızısı taşınabilir. Devran bazen böyle döner ve bir ömür sürer. Gam ve keder, zerk ettiği ne varsa onunla yaşama telaşı. Burası dünya, deyip gıpta ile tiksinti arasında bir sarkaç, git-gel, gel-git ve yaşanıyor. Hepsi bir ömrü tashih eden bir zemin, noksan bir yaşamak, zarar bir dünya mapushanesi.
Yalnızlığa neon ışıklar, projektörler aranır bir günün herhangi bir saatinde. Sıradan, birbirine benzer günlerin içinde bir cevap gibi. Mütemadiyen bir kapı olmalı ve bir buzul çağında da olabilir bir çöl yalnızlığında da, bir okyanusta terk edilmiş bir sandal tenhalığı da bu hülyaya dahildir. Gitmek sadece aramakla başlamaz, kaçmakla malul olabilir.
Bütün namuslu ideolojilere mektup yazdım, her gelecek kaygısı bir ulak ve kanat çırpıyor. Bizi bu dünya paklamaz, dünyalara sığamadığımız bu şüpheli yer, herkese bir toplu mezar. Hergele bir at gibi koşmak, yarışları unutmak, evcilleşmeyi tarihe bırakmak. Buradan sonra adımlar atmalı ve gitmek isteyen kalmak isteyenin elini sıkmalı. Yoksa bu savurganlık, bu paralanmak ile herkes ziyan.
Ağlak bir mağlubiyet kimsenin kapısında değil, penceresinde de değil. Gerekirse, ki gereken bir çağdayız, kapıları çalmak değil, kırmaktır bir arada olma vakti. Eze ve sefa birbiriyle beraber bir nefes ötede durmuşken, kurtulmak ya da kurtarılmak yaşamakla teyit edilmiş kocaman bir yalan.
Seveceklerimiz gidecektir, sevdiklerimiz ölecektir. Bizden sonra da bir devran dönecektir. Buraya, her anın, her halkın, sınıfın, cinsiyetin, dinin ve herkesin arasında bir ateşkes acil bir panzehirdir. Yavaş yavaş ölmek, veda etmek bir efsane gibi kendini gösterirken, kalıp kalanların yarınlarına güller dikmek, bir nefes daha bırakmak elzemdir. İşte kör kulak, sağır göz, dilsiz ağız dünyayı döndürdü; sonra dünya bizden vazgeçip etrafımızda döndü. Kurtulmak güneşin de bulutun da fırtınanın da kasırganın da heyelanında depremin de, her ne kaldıysa hepsinin sırasıdır.
Unutulmak her insana dokunuyor; unutma değil hatırla sokakları, parkları, mahalleleri olmalı. Nasıl ki yaşamaya rüyalar birer kuyu açıyorsa, ölmeye de dünyalar bulunuyor. Bu göç, bunca firar bu yüzden o kadar buralı ve bizden. Belki bir kaçmak fikri güzelleştirebilir yeryüzünü. Çünkü ev veya ait olmak sırrını kaybetmiştir artık.
Baş başa kaldığımız, heybetine hayretle bakakaldığımız bir his, geçmişi yeniden anımsatır, geleceği aniden tahayyül ettirir. Yalnızlıktır bu ve tüm icatlar denenmiş, bütün dermanlar sınanmıştır bu yarayla. Evet, yalnızlık da yaradır ve herkes kendine göre bundan muzdariptir. Adıyla çağrılan birileri, bir şeyler ya da, belki de isminden feragat ettiği için duymuyordur. Hayata tahminler yakıştırarak yakınlaşabiliriz, hayatı hayallerle yakabiliriz de.
Bedel bir kelime. Birçok cümleyi yutabilir, kusabilir, yeniden yazdırabilir. Yine bedel dediğimiz sayılarla anlatılmayacak kadar hayatı yerinden edebilir. Yani bedel alandır, vermek diye bir derdi yoktur. Israr bir ilhamdır, takas edilebilir, takdim edilebilir, bir mecburiyete kendini benzetebilir. Biliriz, bazı kelimelerin anlamı taşıdığı harflerden uzundur. Olur ya, bir kelime yüzlerce canı bir anıya döndürebilir. Oluyor ya, bazı cümleler hiçbir imlayı kabul etmez çünkü sonu yoktur. Bir merdiven gibi, çıktıkça bir basamak kendini gösterir.
Yara almış bir kelime tüm güzellikleri ve onun heveslerini sürgün edebilir. Dil yarası denilir, gönül acısı diye okunabilir. Tersi de mümkün, bir acı bir gün yola çıkar ve kendine bir kelime arar, sonra bedeni. Hayat buldukça da yitirdikçe de var olandır. Olsundu, olsun.
Haftanın kitap önerisi: Elias Canetti, İnsanın Taşrası / Çeviren: Ahmet Cemal, Sel Yayıncılık