Gülcan Dereli
Hasankeyf’te barajın birinci amacının hafızasızlaştırma olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır; diğeri de suyu silah olarak kullanmaktır. Hala Hasankeyf ve Dicle Vadisi için umut var. Eğer Hasankeyf ve Dicle Vadisi kurtarılırsa aynı mantıkla yapılan bütün yıkımları durdurma şansımız olur
Ülkenin gündemini artık dünyada da olduğu gibi ekoloji belirler duruma geldi. İnsan kaynaklı başlayan küresel ısınmanın etkilerinin gözle görülür, elle tutulur hale geldiği bir süreçte buna dehşet verici bir doğa yağması eşlik ediyor. Ülkenin tarihi varlıkları, ormanları, tarım alanları, dereleri, yeraltı ve yer üstü kaynakları, suları iktidar eliyle şirketlere yağma alanı olarak pazarlanıyor, şirketler de yoksa bizzat devlet şirketleşerek yağmalıyor. Ancak bu kez toplum devrede. Toprakla derin bağı olan toplumsal bilinç ve vicdan bu yağmaya sessiz kalmıyor. Kazdağları yağmasına büyük tepki yükseliyor fakat 12 bin yıllık Hasankeyf bu hengamede adım adım yok ediliyor. Toplumsal bilinç Kazdağları ve Hasankeyf’te ortaklaştıkları an yağma ve tarih yıkımı durabilir. Bu vesileyle 12 bin yıllık insanlık mirası olan ve her an sulara gömülme tehdidi altında olan Hasankeyf’i Ercan Ayboğa’ya sorduk. Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi üyesi olan Ayboğa, 12 bin yıllık Hasankeyf’in 60 yıllık yıkım sürecini anlattı.
Hasankeyf’te 12 bin yıllık tarihi kıyım ne zaman başladı?
Dicle Nehri üzerinde planlanan Ilısu Barajı ve Hidroelekrik Santralı (HES) Projesi’nin etüt çalışmaları 1954 yılında, devletin “toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesine ilişkin çalışmalar doğrultusunda” başladı. Dicle Vadisi’nde barajların yapılacağı ve barajlardan birinin Hasankeyf’i sular altında bırakacağına dair haberler yayıldı. 1971 yılında Ilısu Projesi’nin ön hazırlık çalışmaları bitirildi. İlerleyen yıllarda kesin projesi bitirilince 1982 yılında GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) çerçevesinde Ilısu Projesi hükümetçe kararlaştırıldı. GAP çerçevesinde Fırat üzerindeki baraj projelerinde ilerleme sağlandıktan sonra, dönemin hükümeti, Ilısu Projesi’ni 1997 yılı yatırım programına almasıyla asıl olarak gündeme girdi. Buna karşılık 1988’den günümüze kadar devam eden bir mücadele söz konusu. Avrupa’dan gelen finansın 2001 ve 2009’da geri çektirilmesi gibi önemli başarılar oldu ama devlet yeni ve içten ayarlanan finansla inşaata 2010’da başladı. O yıldan beri her yıl biraz daha Dicle Vadisi ve Hasankeyf yıkılıyor. İdari mahkeme projeyi 2013’te durdurdu, ama yasalar değiştirildi, HPG de 2014’te 4 aylığına projeyi durdurabildi, 2015 yazında işçi grevi de projeyi durdurma noktasına getirdi. 2017’de Hasankeyf ilçesindeki büyük yıkım başladı.
Bu süreçte yaşanan önemli gelişmeler nelerdi?
Bu kıyımın insanlık tarihinin hafızasını yok edeceği belirtiliyor. Devletin bundan ne gibi çıkarı olabilir? Bu baraj projesinde ısrarı anlamak gerçekten çok zor. Elbette ki birçok nedeni var. Yıkım alanına baktığımızda sanırım barajın birinci amacının hafızasızlaştırma olduğunu söylemek pek yanlış olmayacaktır. En az 12 bin yıllık bir tarihten söz ediyoruz. Bunun yanında daha çok küçük oranda kazısı yapılmış 300’ün üstünde höyükten söz ediyoruz. Şu an üstü betonlarla kapatılmış Hasankeyf Höyüğü’nde yapılan kazıda 12 bin yıllık kalıntılar bulundu. Diğer höyüklerde neyle karşılaşacağımızı pek bilemiyoruz.
Devletin kazancı ya da çıkarı ne bunun bilgisine sahip değiliz. Ama şunu biliyoruz ki bu baraj hayata geçerse dünya halklarının ayak izleri büyük oranda silinecek. Yine milyonlarca canlı yok edilecek. Devletin başka bir amacı suyu Irak halklarına karşı silah olarak kullanmaktır. Suyu kesmesine gerek yok Ilısu Barajı’nı tahakküm aracı olarak kullanması için, uluslararası hukuku dikkate almayarak barajı inşa etmesi bunu gösteriyor. Elbette barajın HES’iyle elektrik üretilecek, ancak elektrik üretimi böylesi bir yıkıcı ve pahalı projeyi açıklamaz. Ekonomik alternatifler çok. Hiçbir inşaat olmasa bile bu Dicle bölgesinin ekonomisi açısından bin kat daha fazla.
Ilısu Barajı’na bölge halkının ihtiyacı var mı?
Barajın, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bölgede yapılmasındaki asıl amaç nedir? Türkiye’nin enerji üretimi ve tüketimi oranlarına baktığımızda ülkenin enerji ihtiyacının olmadığını söyleyebiliriz. Barajın bölgede yaşayan halka yararından çok zararlarının olacağını, olmaya başladığını söylemek mümkün. İnsanların evleri, bahçeleri, üretim alanları bütünüyle sular altında kalacak. Ciddi bir yoksullaşma sorunu ile karşı karşıya kalacaklar. Barajlar, HES’ler yapıları gereği artık atıl durumdaki yapılardır. Çevreyi yok eden, insanı, doğayı, tarihi, hafızayı görmeyen yapılardır. Bunların hepsini yok sayarak kurulurlar. Ilısu Baraj Projesi de böyle bir proje. Nedeni yıkmaya, yok etmeye yönelik devlet politikaları.
90 bin megawatt enerji üretim kapasitesine ulaşılan Türkiye’de bu kapasitenin en çok 1/3’inin piyasalaştığı ve bu nedenle yüksek bir enerji arz probleminin oluştuğu söylenirken Ilısu Barajı ile üretilen enerji ne için kullanılacak?
Bu projenin devam ettirilmesinin asıl nedeni ısrar. Yoksa enerji ihtiyacı olmayan bir ülkenin bu kadar büyük bütçeli bir projede ısrarını anlamak mümkün değil. 1954’te düşünülmüş. O dönemin aklı ve teknoloji üzerinden planlanmış bir projeden söz ediyoruz. Şu an dünyanın en ekonomik enerji kaynağının güneş enerjisi olduğu açıkken, sular altında bırakılmak istenilen alanın güneş enerjisine uygunluğu göz önüne alındığında çok daha az bir bütçeyle hem sözü edilen enerji ihtiyacı sağlanır hem dünya halklarının hafızası korunur hem de milyonlarca canlı ve nehir yaşamaya devam ederdi. Bugün Keban ve Atatürk barajları gibi barajlar bile kapasitelerinin çok altında enerji üretimi yapıyorlar. Fazla enerjiyi pazarlayacak bir alan yok çünkü. Hal böyle iken Ilısu’dan sağlanacak enerjiyi nereye pazarlayacaklar sorusuna cevap vermek pek imkanlı değil.
Ilısu Barajı’nın, Dicle Nehri’yle beslenen Irak’taki tarımsal üretimler için ciddi bir susuzluğu ortaya çıkaracağı belirtiliyor. Barajların sınır ülkelerle ilişkilerde bir silah olarak kullanılmak istendiği söylenebilir mi?
Sadece Irak’taki tarımsal üretimi etkilemeyecek. Türkiye’deki birçok verimli tarım arazisi sular altında kalacak. Eğer Ilısu Barajı su tutar ve hemen sonrasında Cizre Barajı Projesi hayata geçirilirse Irak’taki tarımsal üretim çok ciddi etkilenecek. Sadece tarımsal üretim değil içme suyuna erişimde bile ciddi problemler ortaya çıkacak. Çok büyük bir baraj göletinden söz ediyoruz. Mevsimsel değişim ile birlikte su baskınları ve kuraklık bu bölgenin sıradanı haline gelecek.
Tarım alanlarının bu baraj sularıyla sulanacağı iddia ediliyor. Ancak Atatürk Barajı’nın hemen yanı başındaki Bozova’ya yıllardır su götürülmedi. Ilısu bölgenin su ihtiyacına bir cevap mıdır?
Cizre Barajı projesiyle birleştirilerek tarımsal sulama eklenmiş oldu. Sadece HES olarak planlandı. Ortaya çıkan kamusal baskıyı düşürmek için elektrik üretiminin yanına tarımsal sulama da eklenmiş oldu. Aslında bunlar gelişim karşıtları demek için eklenen bir durum. Bölgenin zaten su ihtiyacı yok. Dicle Nehri yaşayan bir varlık olarak tarihini bile bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz bir geçmişten günümüze yaşıyor ve çevresinde bir yaşam kuruyor. Tam da eğer siz bu yaşama müdahale ederseniz su ihtiyacı ortaya çıkacaktır. İran’da geçtiğimiz ilkbaharda yaşanan budur. İstanbul’da birkaç yıldır yaşanan sel baskınlarının nedeni budur. Bir ihtiyacı karşılamıyor, tam tersine bir ihtiyaç doğuruyor.
Ilısu Barajı aynı zamanda bir güvenlik barajı olarak da nitelendiriliyor. Bölgede yapılan birçok barajda aynı gerekçeler var. Neyin güvenliğini sağlıyor olabilirler?
Bunun cevabı bizlerde değil. Devletin Ilısu Barajı Projesi ile ilgili kamuoyuyla paylaştığı tek bir neden var o da enerji üretimi. Gizli bir ajandanın olduğu ortada. Ama bu ajandada ne yazıyor? Bu bir güvenlik barajı mıdır yoksa komşu ülkelere tehdit aracı mıdır bunu bilemiyoruz. Bizim için burada asıl olan şey şudur: Dicle Vadisi’nde milyonlarca canlı bu baraj yüzünden yok olacak, 100 bin insan yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak, tarihlerini, mezarlarını suyun altında bırakıp kimliksiz alanlara taşınmak zorunda kalacak, antik kent Hasankeyf dahil 300’ün üstünde höyük sular altında bırakılacak. Tümüyle bir yıkımdan, yok edilmekten söz ediyoruz. Onların elbette ki bir ajandası var ama biz yaşamın yok edilmesine karşı bir itirazda bulunuyoruz.
Şimdi ciddi bir tepki var. Hasankeyf’i kurtarmak için geç değil denilerek eylemler yapılıyor. Barajın yapıldığı bölgeyi sular altında bırakacak projenin durdurulması isteniyor. Bunun için nasıl bir yol izlenmeli? Daha etkili nasıl bir çalışma yapılabilir?
Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin sular altında bırakılmasına yönelik tepkiler son dönemde artmaya başlandı. Yıllardır iki bölgede yıkım yaşanıyor. Bunlardan biri baraj gövdesinin yapıldığı Ilısu köyü, bir diğeri de antik kent Hasankeyf. Tarihi Liman gibi bir isimle gölge dinamitlendi. Tarihi alanlar inşaat makinaları ile yıkıldı, tarihi eserler talan edildi. Ama bütün buna karşılık yıkımın olmadığı çok geniş bir alan söz konusu. Bundan dolayı geç değil diyoruz. Hasankeyf ve Dicle Vadisi denilince sanki sadece orada yaşayanların mücadele etmesi gerektiği gibi bir algı var. Ama bu alanın tarihsel ve ekolojik yapısına baktığımızda bütün dünyayı ilgilendiren bir konu olduğunu görüyoruz. 32 yıllık tarihe sahip mücadele birçok kültürel ve ekolojik mücadeleye örnek oldu, güç oldu. Eğer Hasankeyf ve Dicle Vadisi kurtarılırsa aynı mantıkla yapılan bütün yıkımlara durdurma şansımız olur. Bu yüzden mücadele bu topraklarda yaşayan veya yaşamayan bütün canlıları ilgilendiriyor. Mücadele bu bakımdan daha genele yayılmalı ve kitleseleşmeli.
Minaresiz cami, kapısız kale, naaşsız türbe
Yetkiler Hasankeyf parkı diye belirledikleri bölgeye tarihi bazı yapıları taşıdı. Tarih taşınır mı?
Zeynel Bey Türbesi’nin taşınmasıyla başlayan bir süreç o. Bu yüzden eğer türbe üzerinden örnek verirsek Batman’dan geliyorsanız sizi ilk karşılayan yapıydı. Dicle ile bütünleşmiş, Dicle ile beden bulmuş bir yapıydı. Kimliksiz bir alana taşındı. Türbe Dicle’den çalındı. Tarihi mekânlar bulundukları alanla bütünlük içindedirler. Kurulurken başlayan bütünlük yıkıma kadar devam eder. 7 eser taşındı. Sürekli yeni isimler buldular taşıdıkları alana ama camisi olmayan minare, kalesi olmayan kapı, naaşı olmayan türbeyi yan yana getirdiğinizde tarihi bir alan oluşturmuyorsunuz. Tarihi yok ediyorsunuz.
Mücadelede eksiklikler var
20 yıllık sürede barajın yapımı durdurulamaz mıydı? Ne konularda eksik kalındı da engellenemedi?
32 yıllık bir mücadele tarihi var. 1988’de başlayıp zaman zaman yükselen, zaman zaman azalan bir süreç elbette ki. 1991 yılında, barajın bir yıl sonra Hasankeyf’i sular altında bırakacağı haberi ve açıklamalarına karşı 28 yıl ertelendiğini görüyoruz. Şimdi de Hasankeyf için verilen tarih 1 yıl. Bu erteleme kendiliğinden gelişmedi. Bugüne kadar yürütülen mücadelenin sonucu. Elbette eksiklikler oldu. Yerelleştirme, barajdan etkilenecek bütün alanlardaki halkla iletişim kurulmaması, ilk başlarda sadece Hasankeyf üzerinden bir kampanyanın yürütülmesi, ekolojik ve toplumsal yıkımın göz ardı edilmesi gibi birçok hata yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. Hukuki mücadele bakımından çok fazla eksik davranıldığını söyleyebiliriz. Hala da bu eksiklik devam ettiriliyor. Bütün bunlara karşı kesintisiz yürütülen bir mücadelenin sonucunda hala Hasankeyf ve Dicle Vadisi için umut var diyebiliyoruz.