Hüseyin Kalkan
Kitabımız 100 sayfalık küçük bir kitap. Belki bu kadar üzerinde durmak fazla gelebilir bazılarına. Ancak dönemin eve bakış açısına baktığımızda sanki yeterince üzerinde durulmamış gibi geliyor. Ali Çakmak, yazdığı uzun önsözde birkaç bağlamda kitabı inceliyor. İyi bir kitap incelemesinin hakkını veriyor. Belki bu önsözü genişletip ayrı bir kitap olarak yayınlamak,edebiyat eleştirisine ve tarihine önemli bir katkı olabilir
Kitabımızın adı ‘Sokakta Harp Var’. Bu kitabı çoğu okuyucu tanımaz. 1930’larda yazılmış. Yazarı öldükten sonra bir arkadaşının gayreti ile yayınlanmış. Bu yakınlarda yeni baskısı yapılmış, ancak yinede çok fazla okura ulaştığını sanmıyorum. Kitap 2. Dünya Savaşı öncesi Türkiye’sinde ve faşizmin bazı ülkelerde hüküm sürmeye başladığı yıllarda yazılmış. Savaşa daha var, ama esintileri ülkeye ulaşmış bile. Türkiye için faşist bir rejimin gerekli olduğunu yazan çizen yazar ve çizerler var. Kitap yayınlandığı zaman ne kadar okunmuş bilinmiyor. Yeni baskısının da çok sattığını sanmıyorum. Ancak hem yazarı hem kitabı hayli ilginç.
Bir gazetecinin anıları
Bildiğimiz gibi Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmedi. Günümüzün deyişlerinde biri ile söylersek ‘teğet geçti’. Yunanistan’a kadar geldi, İnönü’nün dengeleri kurnazca gözeten politikaları sayesinde oldu bu. İki tarafa da kırmız gül dağıttı ve Türkiye savaşı görmedi. Resmi tarihi öyle yazar. Ama elimizdeki kitap durumun hiçte öyle olmadığını gösteriyor. Kemal Ahmet’in gözlemlerine göre Türkiye harpa girmese bile, harp Türkiye’ye girmiştir. ‘Sokakta Harp var’dır. Kitabımız bunun hikâyesidir. İşsizlik, geçim sıkıntısı, yetersiz beslenme, kıtlık, sokakları kasıp kavurmaktadır. Kemal Ahmet’ın kahramanı iş bulmak için Zonguldak’tan İstanbul’a gelen bir genç adamdır. Bir tesadüf soncu bir gazetede çalışmaya başlar. Böylece onun gözünde sokakları ve toplumu okuruz. (Gerçek hayata yazarımız da gazetecidir.) Tam buraya gelmişken yazarla ilgili bilebildiklerimizi sıralayalım. Anlaşıldığı kadarı ile yazarımız sosyalist bir gazetecidir. Onun hakkında Nazım Hikmet’in yazdığı bir şiir vardır. Bir de zamanın sosyalist kadın yazarlarından Suad Derviş hakkında yazdığı bir yazı var. Yazarımız çok genç yaşta yaşamını yitirir. Biraz da “Türkiye’nin girmediği savaşın” sonucu olan işsizlik ve kıtlığın getirdiği bir ölümüdür bu. Kitabın yeni baskısına uzun bir önsöz yaşmış olan eleştirmen-yazar Ali Çakmak, yazar hakkında şunları söylüyor. “Kitabı çok satan, büyük ilgi gören ve pek çok tartışmayı başlatan bir yazar değil Kemal Ahmet. Babıâli’de bir süre gazetecilik yaptıktan sonra 1933 yılının sonlarında genç yaşta açlıktan, veremden ölen birinden söz ediyoruz. Öldüğünde ancak otuz yaşındaydı ve muhtemelen adı hiç “başarı” sözcüğüyle birlikte anılmamıştı.” (Bianet)
Sokakta cinayet
Peki, kitap derseniz, yine Ali Çakmak’a başvuralım. Çakmak kitabı şöyle anlatıyor: “Walter Benjamin’in altını bir kez daha çizdiği ikiliği hatırlayalım: Ezenlerin ve ezilenlerin tarihi. Eğer bir şıklık olarak savunmuyorsak ezilenlerin tarihini, orada direniş ve dayanışma kadar, belki ondan daha da fazla yenilgi, açlık, çaresizlik ve yozlaşmanın da olduğunu biliriz. Kemal Ahmet, 1930’ların başında ezilenlerin, yoksulların nasıl yaşadığını öğrenmek isteyenlere gerçekçi ve esaslı bir ders verir. Derdiniz buysa tabii.” 1932 yılında yayınlanan bu mütevazi kitap üzerinde bu kadar durmak abartılı gelebilir. Ali Çakmak’ın Kemal Ahmet ve Falih Rıfkı arasında yaptığı kıyaslama bize kitabın önemini ve değerini gösterir. Çakmak şöyle bir kıyaslama yapıyor: “Falih Rıfkı’yla Kemal Ahmet arasındaki farka ne kadar çabuk ulaştık. Aradaki fark ‘cinayet’ ile ‘harp’ arasındaki fark kadardır. Sokakta ‘cinayet’ gören az çok oturmuş bir düzende görüyor demektir. Kuralları olan, imkanlar sunan, aklını kullanırsan refaha erdiren ama aynı zamanda, sınırlar da koyan, cezalandıran bir sistem. Kemal Ahmet, tam da Falih Rıfkı’nın romanını yayınlandığı sırada, 1932 yılında oraya bakmış ve başka bir şey görmüştü: Sokakta harp Var!.” (s.14) Kitabımız 100 sayfalık küçük bir kitap. Belki bu kadar üzerinde durmak fazla gelebilir bazılarına. Ancak dönemine ve bakış açısına baktığımızda sanki yeterince üzerinde durulmamış gibi geliyor. Ali Çakmak, yazdığı uzun önsözde birkaç bağlamda kitabı inceliyor. İyi bir kitap incelemesinin hakkını veriyor. Belki bu önsözü genişletip ayrı bir kitap olarak yayınlamak, edebiyat eleştirisine ve tarihine önemli bir katkı olabilir.