24 yıl önce bugün Bornova Özkanlar Asayiş Şubesi’ne kendi elleriyle teslim ettiği ve bir daha haber alamadığı oğlu Murat Yıldız’ın akıbetini soran anne Hanife Yıldız, “24 yıldır gözlerimizde yaş dinmiyor” dedi.
Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 726’ncı haftasında Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Cumartesi Anneleri her hafta toplandıkları İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokak, polislerce ablukaya alınmasına rağmen bina önünde bir araya geldi. Üzerinde kaybedilen yakınlarının fotoğraflarının bulunduğu tişörtler giyen Cumartesi Anneleri, ellerinde kaybedilen yakınlarının fotoğraflarını ve kırmızı karanfiller taşıdı. Bu haftaki eyleme HDP Milletvekilleri Hüda Kaya, Zeynel Özen ve CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile çok sayıda kişi katıldı. İHD ve kayıp yakınlarının, Diyarbakır ve Batman’da yaptığı eylemlerde ise, adalet talebi yenilenirken, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan Adayları Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen Ukanık da kayıp yakınlarıyla dayanışmada bulundu.
‘Murat Yıldız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz’
Bu haftaki eylemde 23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın akıbetini soruldu. Eylem öncesi Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, Galatasaray Meydanı’na giderek, karanfil bıraktı. Bu haftaki basın açıklaması metnini İHD Gözaltında Kayıplar Komisyonundan Sebla Arcan okudu. Arcan, açıklama öncesi 21 Şubat 2013’te yaşamını yitiren kayıp Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Ana’yı andı. “Murat Yıldız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz” diyen Arcan, gözaltında kaybetmenin resmi görev yapan kimseler tarafından ve bu sıfatlarına dayanılarak işlenmiş bir suç olduğunu dile getirerek, “Bir devlet politikası olarak uygulandığı için hukuki süreçleri cezasızlıkla sonuçlanmaktadır. Çünkü devlet, ağır hak ihlallerinde suça maruz kalanlara ‘etkili bir iç hukuk yoluna başvurma imkanı tanıma’ yükümlülüğünü yerine getirmemektedir. Bizler, gözaltında kaybedilen insanlarımıza ve adalete ulaşma hakkı engellenenler, Türkiye’de başvuracak etkili bir makam bulamadığımız için 726 haftadır meydanlardayız, sokaklardayız. 726 haftadır devlet şiddetine ve bu şiddetin cezasız bırakılmasına karşı adalet talebimizi yükseltiyoruz” dedi. Taleplerini yerine getirmekle yükümlü olan iktidarın 27 haftadır taleplerinin mekanı olan Galatasaray’ı kendilerine hukuksuz bir biçimde yasaklayarak maruz kaldıkları ihlallere yeni ihlaller eklediğini vurgulayan Arcan, “Demokrasi ve insan hakları açısından sicili bozuk tarihimizle yüzleşme ve hesaplaşma ısrarımızı kırmaya çalışıyor. Bugün bir kez daha altını çiziyoruz; haklı mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz” diye belirtti.
‘Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz!’
Avukat Gülseren Yoleri’nin, 2015 yılında Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak Murat Yıldız için yeniden soruşturma açılmasını talep ettiğini sözlerine ekleyen Arcan, şunları dile getirdi: “Açılan soruşturma iki yıl sonra takipsizlikle sonuçlandı. Takipsizlik kararına yapılan başvuru da reddedildi. Dava Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Hanife Yıldız tüm yasal yolları kullandı, her yerde oğlunu aradı ancak bugüne kadar Murat Yıldız’ın akıbetini açıklayacak faillerini yargılayacak etkinlikte bir soruşturma ve ceza adaletini sağlayacak bir yargılama yapılmadı. 24 yıllık talebimizi bir kez daha tekrarlıyoruz: Murat Yıldız dosyasında hakikat açığa çıkarılsın ve ceza adaleti sağlansın! Hakikat ve adalet talebimiz gerçekleşinceye kadar kayıplarımızı aramaktan ve kayıplarımızla buluşma mekânımız olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz!”
‘Annelik hakkım elimden alındı’
Arcan’ın ardından Yıldız ailesinin avukatı ve İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, Yıldız’ın dosyasına dair bilgi verdi. Yoleri’nin ardından konuşan Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız da oğlu Murat Yıldız’ı emniyete götürüp teslim ettiği zaman adalete çok güvendiğini ifade ederek, “Az bir ceza yiyecek ve çıkıp askere gidecek diye düşünmüştüm. Yani bir nevi bu ülkeye asker yetiştirmiştim. Ama oğlumun yaşamı, benim annelik hakkım elimden alındı” dedi. 24 yıldır sokaklarda adalet aradıklarını kaydeden Anne Yıldız, “24 yıldır evlerimizde yas bitmiyor. 24 yıldır gözlerimizde yaş dinmiyor. Bir ölü en fazla bir hafta içerisinde toprağa verilir ama biz 24 yıldır toprağa veremedik, gidecek bir mezarımız olmadı. Oğluna mezar istemek bir anne için en zor şeydir. Bu ülkede adaletin kırıntısı değil, tozundan bile söz etmek mümkün değil” diye konuştu. Anne Yıldız’ın ardından Berfo Ana’nın oğlu Cemil Kırbayır için kaleme aldığı şiiri, Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak tarafından okundu.
Diyarbakır
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınlarının “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” şiarıyla düzenlediği oturma eyleminin 524’üncü haftası gerçekleştirildi. İnsan hakları savunucuları, kayıp yakınları, Hakların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan Adayları Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen Uyanık ve CHP Diyarbakır İl Başkanı Mehmet Sayın’ın katıldığı eylemde, kaybedilen ve öldürülenlerin fotoğraflarının yer aldığı pankart açıldı.
‘Türkiye’de hukuksal bir boşluk var’
Eylemde konuşan İHD Başkanı Abdullah Zeytun, Kayıp yakınları ve annelerinin mücadelesi, hem faillerin bulunması hem de toplumsal barışın zeminini yaratmaya dönük bir eylemin olduğunu söyledi. Türkiye’nin yakın süreçte işlemiş olduğu ağır insan hakları ihlallerinin ve suçların faillerinin tespitiyle ancak birlikte yaşamın mümkün olabileceğini belirten Zeytun, “Birlikte yaşayacaksak, geçmişle yüzleşme ve toplumsal adaletin gerçekleşmesi yönündeki tüm bu mücadelemizin somut olarak görülmesi ve hukuksal işleyişin sağlanması gerekiyor. Bu da Türkiye’deki beğenmediğimiz mevzuatın, yasaların ve hukukun uygulamasıyla mümkün. Bunun içinde başta kayıplar sözleşmesi ve uluslararası sözleşmelerin teminat altına alınarak güvencelerinin sağlanması gerekiyor” diye belirtti. Türkiye’de hukuksal bir boşluğun olduğuna ve yasaların uygulanmadığına dikkat çeken Zeytun, sivil toplumun her alanında bu hukuksuzlukla karşılaştıklarını dile getirdi. Failli meçhuller, gözaltında kaybetmelerin ve tüm insan hakları ihlallerin sonuçsuz kalmasının hem ulusal hem de uluslararası mevzuatın uygulanmamasıyla gerçekleştiğine işaret eden Zeytun, “AİHM, birçok dosyada Türkiye’yi mahkum etti. Kayıpların bulunması konusunda adli kurumların ve siyasi otoritenin bir irade ortaya koyamadığını ve eksik kaldığını bildiren binlerce AİHM kararı var. Siyasi otorite hem anayasanın kendisine vermiş olduğu yasal boşluk hem de öyle bir iradesinin olmayışından, suçluların yargılamasına dönük yargısal bir mekanizma işletmemekte kararlı görünüyor” diye konuştu.
‘Ülkeye adaleti ve özgürlüğü getirmek bize borçtur’
HDP Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan Adayı Hülya Alökmen Uyanık da, yıllardır Cumartesi günleri yapılan kayıp yakınları oturma eylemine karşı devletin kör ve sağır olduğunu ifade etti. “Yakınların tüm istekleri yerine getirilmeden, bu memlekete adalet ve özgürlükten bahsedemeyiz” diyen Alökmen, “Kayıp yakınlarının yıllardır sabırla yürüttükleri mücadele bize de umut ve güç veriyor. Birlikte bu ülkeye adaleti ve özgürlüğü getirmek bize borçtur” dedi.
‘20 yıldır hiçbir şey yapmadılar’
Bu hafta anılan Bedriye Gümüş’ün kız kardeşi ise, kardeşinin 1990 yılında haksız bir şekilde öldürüldüğünü aktardı. Kaybedilenler için adalet arayışında olduğunu belirten kayıp yakını “Bu kan dursun. Barış sağlansın. Kız kardeşim boşu boşuna öldürdüler. Ne hakları vardı. Kız kardeşimin failleri bulunsun, yargılansın istiyorum. Ama 20 yıldır hiçbir şey yapmadılar” diye konuştu.
‘Olayın faillerine ilişkin herhangi bir soruşturma başlatılmadı’
Konuşmaların ardından Bedriye Gümüş’ün askerler tarafından öldürülmesini şu şekilde anlattı: “Bedriye Gümüş, ailesiyle birlikte Mardin’in Nusaybin ilçesinin Kuşkaya (Gurik) köyünde ikamet ediyordu evli ve iki çocuk annesiydi. Ailesinin anlatımlarına göre; yaşadığı köyüne sürekli askerler tarafından evlere baskınlar düzenlenmekteydi. Köylüler sürekli olarak korucu olmaları yönünde tehdit ediliyordu. Devlet güçlerince yapılan baskın ve tehditlerden dolayı, köy halkı durumu protesto etmek için 17 Şubat 1992 yılında yaşadıkları köyünden, Yardere köyüne doğru bir yürüyüş gerçekleştirmek istediler. Köylülerin yapmış oldukları yürüyüş, belli bir mesafeden sonra askerler tarafından engellenmeye başlandı. Köylüleri durduran askerler, yürüyüşü sonlandırmamaları halinde müdahale edeceklerini söylediler. Yürüyüşlerinde ısrar eden köylülerin üzerine askerlerce ateş açıldı. Açılan ateş sonucu Abdulselam Acet, Seyfettin Kopçak, Ali Ölmez, Abdulselam Özbey, Hakim Göllan adlı 5 köylü olay yerinde can verdi. Olay yerinde yaşamını yitiren 5 köylüden 2’si askerden izine gelmişti. Olay yerinde yaralanan Bedriye Gümüş ise askeri bir araçla Mardin’deki bir hastaneye kaldırıldı. Ailesinin beyanlarına göre, Gümüş hastaneye götürülürken askerler tarafından yakınlarına olayın teröristlerce gerçekleştirildiğini söylemelerini ısrarla istemişler. Kendisine birçok kurşun isabet eden Gümüş yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. Bedriye Gümüş’ün yakınları tarafından derneğimize yapılan başvuruya göre; olayın yaşandığı esnada Ramazan adlı bir binbaşı ile Mehmet Göçmen adlı bir yüzbaşı görevliydi. Derneğimizin her fırsatta yapmış olduğu tüm çağrılara rağmen halen olayın faillerine ilişkin herhangi bir soruşturma başlatılmadı.”
Batman
Gulistan Caddesi’ndeki eylemlerinin yasak olması nedeniyle “Kayıplar bulunsun failler bulunsun” eyleminin 430’uncusu İHD Batman Şubesi’nde gerçekleştirildi. İnsan hakkı savunucuları, kayıp yakınları, Özgür Hukukçular Platformu üyesi avukatlar eyleme katıldı. Kayıpların fotoğraflarının taşındığı bu haftaki eylemde İHD Elazığ şube Başkanı Av. Metin Can ve kurucu üye Dr. Hasan Kaya’nın akıbetleri soruldu.
‘JİTEM alay etti’
430’uncu hafta açıklamasını İHD Batman Şubesi Kayıplar Komisyonu Sorumlusu Mehmet Zeki Tangüner, 21 Şubat 1993 tarihinde İHD Elazığ Şube Başkanı Av. Metin Can ve kurucu üye Dr. Hasan Kaya’yı saygı ile andıklarını söyledi. Kaya ve Can’ın kaçırılmasının hemen ertesi gün işkenceye maruz kaldıklarını hatırlatan Tangüner, “Kaçırılışlarından bir gün sonra arabaları Elazığ Yazıkonak (Vartatil) beldesinde bir besici ahırı yakınlarında bulunur. Sonradan bu ahır içinde Metin Can ve Hasan Kaya’ya vahşice işkenceler yapıldığı anlaşılır. Arabanın bulunmasıyla, en başta yakın akrabaları ve dostları olmak üzere, halk tarafından SHP Elazığ il binasında açlık ve ölüm orucu eylemi başlatılır. Ayrıca, bazı siyasi partiler, sendikalar, İHD gibi dernekler ile birçok demokratik sivil toplum kuruluşları da bu ölüm ve açlık orucu eylemlerine gerekli desteği vermek için yoğun katılım sağlar” hatırlatmasında bulundu. Kaya ve Can’ın Jitem tarafından kaçırıldığını ve kurtarılmaları için çalışmalar yapıldığını sözlerine ekleyen Tangüner, “Dönemin İç İşleri Bakanı ve Aydın Milletvekili İsmet Sezginle görüşmek üzere, Metin Can’ın doktor eşi Fatma Can İHD tarafından oluşturulan bir heyet ile birlikte Ankara’ya gider. Bakan heyet temsilcilerini kabul ederek, heyette bulunan Doktor Fatma Can’a ‘Siz hiç endişe etmeyiniz aldığımız duyuma göre eşiniz bir-iki gün içinde evine dönecektir’ sözleriyle güvence verir. Bu sözler üzerine heyet Elazığ’a geri döner. JİTEM heyetle ve halkla alay edercesine, eylemin yapıldığı ve halkın kitlesel olarak bulunduğu SHP il binasının önündeki elektrik direğine bir poşet içinde Metin Can’ın ayakkabılarını asar. JİTEM bununla da yetinmeyerek, Metin Can ve Hasan Kaya’nın evlerine telefon açarak ailelerine işkence seslerini dinletir. Demokratik sivil toplum kuruluşlarının ve halkın tüm çabalarına rağmen, Cenazeleri 26.02.1993 tarihinde Dersim yakınlarında ve jandarma karakoluna çok yakın bir mesafede olan Dinar köprüsünün altında cesetleri bulunur. Olayın yaşandığı tarihte Elazığ’dan Dersim yakınlarındaki Dinar köprüsüne kadar en az beş kontrol noktası bulunmaktaydı” diyerek yaşananları anlattı.
Failler hakkında soruşturma yapılmadı
JİTEM’in eski sorumlusu Ahmet Cem Ersever olaydan birkaç ay sonra Aydınlık gazetesine itiraflarda bulunduğunu vurgulayan Tangüner, “Metin Can ve Hasan Kaya’nın öldürülmesine karışan iki kişinin ismini ve adresini vermesine rağmen failler hakkında hiçbir soruşturma yapılmadı. JİTEM elemanı Abdulkadir Aygan ise yıllar sonra bu olayı basına ve kitaplara şöyle aktardı: 21 Şubat 1993 pazar günü akşam, arkadaşlarının evinden ayrıldıktan sonra öldürülen Avukat Metin Can ve Doktor Hasan Kaya cinayetinin arkasında Yeşil ismine rastlıyoruz. Avukat ve doktorun katledilmesi olayında Yeşil ile birlikte Mesut Mehmet oğlu (Hazrolu) adlı itirafçı da vardı” diye konuştu. Kaya ve Can’ın akıbetlerine ilişkin yaşananların açıkça ortada olduğunu ifade eden Tangüner, faillerin halen yargılanmadığını söyledi. Can ve Kaya dahil tüm kayıpların akıbetleri ve onları katledenlerin yargılanana kadar mücadele edeceklerini belirten Tangüner, “Bu mücadele aynı zamanda cezasızlık politikası ve uygulamasına karşı bir mücadeledir” dedi.
HABER MERKEZİ