Ramazan Umar
Dünya insanlığı olarak küresel bir salgınla karşı karşıya kaldık. Pandemi, epidemi derken tüm dünyayı virüs kadar virüs salgınının ortaya çıkardığı yaşam koşulları-sorunlarının yarattığı gündemler sardı. Rakamların hayatı bunca belirlemesi ilginç geliyor. Mesele rakam mıdır sadece? Yıllardır süren savaşın ortaya çıkardığı ölümlerin rakamları kimseyi rahatsız etmiyor olmalı. Zira şehitler tepesini yükseltmekten, bir anlamda eski zamanların insan kellelerinden kaleler yükselten imparatorlara özenen söylemler tekrarlanmaktadır.
Öyle bir zamana girdik ki, diğer sorunlarımızı denizin dalgaları gibi vuruyor bu virüs belası. Oysa ki, Türkiye halklarının virüsten daha öncelikli olan dertleri var. Kürtlerin yaşadığı sorunlar, toplumsal varlık sorunu, demokratikleşme sorunları, hakların gasp edilmesi, düşüncenin suç sayılması, kadına yönelik şiddet, katliam ve tecavüzler, yine çocuklara yönelen tecavüzler…saymakla bitmeyecek sorunlar var ve çözüm beklediği gibi bu tarz gündemler bu sorunları ortadan kaldırmıyor, bir kenarda dursalar da öylesine durmuyorlar, büyüyorlar.
Elbette dünyanın uğraştığı ve ilk gündem olmaya devam eden virüs var, ancak Kürtlerin bunun dışında, uzun zamandır devam eden özgün sorunları var.
Kürt halkının varlık ve özgürlük sorunu en temel sorundur. Zaten Türkiye’nin demokratikleşmesi de buna bağlıdır ve bunu artık herkes de dillendirmektedir. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yaşam koşulları dolayısıyla Asrın Hukuk Bürosu’nun açıklamaları doğal olarak Kürt halkının ilk ve en öncelikli gündemidir. Kimi kurum ve şahsiyetler de aynı konuya dair farklı içerikte açıklamalar yapmaktalar, bunların da konunun önemine dikkat çekmek ve halkın temel taleplerini dile getirmek anlamında önemi vardır, ancak esas olanın Asrın Hukuk Bürosu olduğu bilinmektedir. Bununla bağlantılı olarak İmralı konusu sadece korona vesilesiyle gündemi işgal etmemektedir. Zira kısa bir süre öncesine kadar bu virüs yoktu ve ilgili kurum-şahsiyetler aynı yoğunlukta İmralı’daki tecridi gündemlerine almakta, konuya dair açıklamalar yapmaktaydılar.
Türkiye’nin durumu, siyasal iktidarın durumu kadar ortaya çıkan bloklar belli bir gündemi işgal etmiş olsa da ne kendilerini bir düşünceler sistemi olarak var etmiş, ne de halk desteğini alan bir yönetim organı olabilmiştir.
Devlet+demokrasi konusu, Türkiye’deki demokratikleşme sorununu çözecek olan temel yöntem olarak öne çıkmaktadır. Güncel örnek vermek istenirse ortaya çıkan virüs meselesine dikkat çekebiliriz. İktidarın duruma yaklaşımı, hizmet yapmaktansa fırsata dönüştürülen halk sağlığı sorunu, hatta giderek insanlığın varlık yokluk sorunu konuları göz önünde bulundurulduğunda, bu dönemde halk örgütlenmelerinin, devlet dışı organizasyonların geliştirilmesinin daha fazla öne çıktığı görülmektedir.
Kayyum konusunun bu virüs gündeminde ortaya çıkması da, aslında koronadan daha fazla faşizmin kuluçkada olduğunu, sürekli kendini üretip çoğaltmak için habire halkın demokratik haklarını gaspettiğini bir kez daha gördük. AKP-MHP iktidarının önemli bir boşluk yaşadığı görülüyor. Devlet olarak sağlık sorunlarını giderecek adımlar atması gerekirken kendi iktidarını düşünerek fırsatçı yaklaşımlarla iktidarını güçlendirmeye çalışıyor. Böyle bir dönemde Kürt halkının elinde kalan üç beş belediyeye dahi saldırılması, operasyonlar düzenlenmesi, sanal medya kullanıcılarına yönelik tutuklama ve yaptırımlar, sınır ötesi saldırıların yoğunlaştırılması, sokaklarda tedbirlerin alınmaması bu iktidarın varlık temellerinin artık iyice sarsılmaya başladığını, çöküşe geçtiğini ve bunu kendilerinin de gördüğünü ve korktuğunu gösteriyor.
Devlet nedir?
Devlet denilen kendini kurumlaşmaları üzerinden var eden ve halkın ihtiyaçlarını gidermek üzerinden yaşatan organizasyondur. Eğitim, sağlık, güvenlik ihtiyaçları hep örnek gösterilerek kendini var eden bir oluşum. Ancak bugün Türkiye’de bu kurumların hepsi çökmüştür. Eğitim çökmüştür, askeri tarzda binalara toplanma olmayınca hiçbir örgün-yaygın sistemin oluşmadığı ilk gün yapılan yayındaki toplum düşmanlığından ortaya çıkmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı düne kadar bu tarzın reklamını yapıyordu, adresler verip çağrılar yapıyordu. Bu iktidarın üyeleri belli ki maaşlardan başka hiçbir şeyi üstlenmemektedir. Bu da toplumun sorumluluğunu hiçbir şekilde üstlenilemeyeceğini, ancak cebren ve hile ile yönetim olunduğunu da göstermektedir. Ancak eğitim adı altında çocuklara gösterilen ise Menderes’in asılmasını çizgilerle anlatmak, İmralı çağrışımı yapmak, Kürt düşmanlığıdır, ırkçılıktır. Milli Eğitim Bakanlığı bu anlamda suç işlemiştir. Çocuklara ilk verilecek bilgi idam değildir. Bu yapılan, iç savaşı kışkırtmaktır ve bunu yapanların yargılanarak cezalandırılması gerekir.
Bu kritik dönemde “İtalya gibi olmamak” diye çığlıklar atılıyor ancak öyle olmamak için tedbir alınmıyor. Toplum sağlığı temennilerle olacak iş değildir. Kürdistan’da olur olmaz zamanda jet hızıyla OHAL ilan edilirken asıl olağanüstü durumda bunun ilan edilmemesi de sorgulanmaktadır. Bu nedenle ilan edilen OHAL demek maaşların artması, hizmetin artması, kurumların daha fazla çalışması ve daha fazla maaş dağıtmasıdır ve iktidar bunu vermemek için dişini sıkmaktadır.
Böyle bir zamanda “korona günlerinde ne yapmalıyım?” sorularını sormadan edemiyoruz. Havalar ısınıyor diyoruz ancak demek ki henüz virüsü öldürecek kadar ısınmamış. Bundan dolayı virüs var ve çoğalıyor, aslında faşizm virüsü kadar öldürücü olmadı henüz ancak tedbirler doğru alınmazsa bu risk vardır. Endüstriyalizmin, trafik kazalarının, ülkesinden sürülenlerin ölüme mahkum edilmesinin, işgallerin, soykırımların, erkek cinayetlerinin yaptıklarından çok çok daha azdır bu virüsün yaptıkları. Ayrıca Avrupa’da karargah kurduktan sonra bu kadar gündem yapılması da eleştirilecek bir konudur. Ancak giderek küreselleşen bir virüs salgını var ve bu konu önemlidir. Tabi virüsle mücadele edilirken bazı tartışmalara vesile yapabilmek ve zihinleri aydınlatmak da önemli. Bu anlamda Slovaj Zizek’in açıklamaları oldu, bunlar dikkat çekiciydi, benzer yorumlar da şüphesiz vardır. Böyle bir süreci kapitalist sistemin salt lokal değil tümden çöküşüne ve alternatif bir sistemin de aynı şekilde küresel inşasına vesile olacağı tartışmaları giderek önem kazanmaktadır.
Dünya bir tehditle karşı karşıya. Biz bunun dışında değiliz. Çok duyarlı olmalıyız. Özellikle ciddiye almayan yaklaşımları eleştirmeliyiz. Çünkü ciddiye almamak hastalığı yayıyor, başkalarına bulaştırmayı yaygınlaştırıyor. Ancak korku, panik olmamak kadar tedbirleri kapitalizmin yarattığı bireyci-bencil-tüketici tarzda yapmamak gerekir. Zira kapitalizm hızla buna yöneldi. Oysa doğru olan kendini korumakla toplumu, çevreyi korumanın, doğayı korumanın özünde kişinin kendini de koruması olduğu gerçeğidir. Bu simbiyotik ilişkinin iyi anlaşılması ve anlatılması önemlidir. Kendini ve çevresini, başkalarını da korumaya odaklanmak hem doğru bir toplumsallık hem de doğru bir birey olmayı dayatıyor.
Bu yanlış yaklaşımlara karşı dünya ülkelerinin girdiği durumlar örnek gösterilerek eğitici yaklaşımlar hem panik ve korku yaklaşımını giderebilir hem de Ortadoğu kaderciliğini de giderebilir. Zira öyle bir “takdiri ilahi” söylemi dolaşıyor ki sanırsınız bunu diyen abdestsiz namaz kılsa kabul edilecek. Oysa tanrı dahi kulun tedbir almasını ötesini de tanrıya bırakmasını buyurur. Bunlara dikkat edilmesi en fazla gereken bir dönemde olduğumuz kesindir. Duyarlı olmayanların, kurallara uymayanların her gün binlercesi ölüyor. Almanya iki kişinin yan yana olmasını bile yasakladı. Dünyadaki virüs durumunu salt bilanço temelinde değil, dikkat edilmesi için örnek olarak da anlatmalı. Bunu yapabilmek söylem-eylem gücü olan herkesin görevi.
Genel temizlik, gereksiz temas durumları engelleyici spotlar görüyoruz, en temel dikkat içerenler de var, oburlaştırıcı olanlar da var. Kapitalizme hizmet etmeyen, toplum sağlığını, doğa sevgisini ve doğaya saygıyı, bununla insanın da korunacağını içeren spotlar tabi ki daha önem kazanıyor. Daha da güzel ve yaratıcı olmaları bekleniyor. Dışarda görevli olanların eve ya da kurumuna geldiğinde hemen temizlik yapması söyleniyor, demek ki virüs bulaşanlar bilmeden ya da önemsemediğinden de yayabiliyor. Aman dikkat! Berberler gibi yakın temas gerektiren ihtiyaçlar daha lokal giderilmeye teşvik edildiği zaman virüsün bulaşma riski azalıyor. Bu dönem, merkezi olmaktan mümkün olduğunca kaçınmayı, mahallelere dayalı komünal yaşamı geliştirmeyi de gerekli kılıyor. Yine sokakların, mahallelerin temizliği de evlerin temizliği kadar önem kazanıyor. Bir anlamda doğa bizi demokratik konfederalizme, köy tarzı bir toplumsallığa, yerinden yönetime yöneltiyor, merkezileşmelerin sorunları çözmediği tekrar tekrar kanıtlanıyor. Eğitim Bakanlığı örneğinin ilk günden hüsrana uğraması bunun fazla fazla somut kanıtıdır. İnsanlık bir yere kadar katlanabilse de doğa, insan olarak bizim sürüleşmemizi kabullenmiyor ve karşı çıkıyor. Artık insan olarak bizim de bir şeyler yapmamız yoksa durumun ciddi olduğunu da biraz sert bir dille söylemiş oluyor.
Genel uyarıları siyasiler, öğretmenler, askerler ve herhalde en az da doktorlar yapıyor. Bana göre üstüne vazife olmayanlar bir tarafa, sağlık bilgisi olanlar kadar insan bilgisi olanları dinlemek önem kazanıyor. Bunları ben de kendimce makul olanlara dikkat çekmek isterim.
Misafir kabul etmemek, en aza indirmek ve ev sahiplerinin de panik yapmadan hayatı sürdürmesi gerekir. Yaşlı misafirler darılmasın ama bu dönem hiç alınmamalı. Özellikle 60 yaş üstü konuk alınmamalı. Kronik rahatsızlığı olanlara özen gösterilmeli. Çok kalabalık olarak hareket edilmemeli, kalabalık ortamlarda kısmen uzak durulmalı, toplanmamaya dikkat edilmeli. Toplu kalınan özel genel mekanlarda da panik ya da takıntı yapmadan temiz yapılmalı ve dikkatli olunmalı.
Tabi ben uzman doktor değilim ama yine de bunları genel gözlem olarak belirtebilirim.
Yine Rojava özerk yönetim sağlık kurumunun geliştirdiği ve sertifika alan test var, bu iyi bir gelişmedir. Toplumun özgür varlığını esas alan sistemlerin bu adımları çok önemlidir. Bu adım halka güven verdi, veriyor. Ancak bu olumlu gelişmeleri de “Biz her şeyi yeneriz, her şeye kadiriz” gibi bir kaderci yaklaşıma dönüştürmeden işlemek, işlevli kılmak ve sonuç alıcı hale getirmek de önemlidir.
Bu dönem evet IŞİD yok ama IŞİD benzeri bir kapitalist modernite virüsü var. Farklı yorumlar da oluyor. ABD-Çin-İran savaşının yansımaları olduğu söyleniyor, bunlar da dikkate alınabilir, ancak sonuçta kapitalist modernitenin ürettiği, endüstriyalizmin ürettiği bir silah olarak dünya insanlığı üzerine atıldı ve denetimden çıktı. Bundan dolayı ideolojik duyarlılık, bilinçli yaşama, kendi özsavunma, içsel savunma gücünü harekete geçirerek tabi ki somut pratik önlemler almak önem kazanıyor. Mesele salt el yıkamak da değildir. Bireycilikler kadar yanlış toplumsallıklar, geri bırakılma, temizliği önemsememe de yanlıştır. Namaz niyaz önemli ancak abdest almak ve dua etmek yetmiyor. Abdest ayrıdır, hijyen için temizlik yapmak ve kendisi kadar çevresini temiz tutmak ayrıdır.
Sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor ancak bizim Ortadoğulu toplumlar böyle şeylere çok kafayı takmıyor. Örneğin Başur’da sokağa çıkma yasağı var ama insanlar harıl harıl sokaklarda, pikniğe çıkıyor. Oysa ki dikkat önemli ve kurallı olmak birçok şeyi kurtarabiliyor. Bundan dolayı sokağa çıkma yasağının çok dikkatli izlenmesi, uygulanması için çalışılması, teşvik edilmesi önem kazanıyor. Bazı yerlerde yasak var resmi olarak ancak yasak çok esnetiliyor. Kurallı olmak hastalığın yayılmasını en aza indirmektir. Özellikle Rojava için riskler var. Örneğin kampların yaşam koşulları biliniyor, bundan dolayı normal dikkat bile yetmeyebilir, özel dikkat gereklidir. Bu anlamda halk da sağlık, güvenlik başta olmak üzere farklı çalışmalarda yer alanların işlerini yürütebilmesi için duyarlı ve kurallı olmalı. Kürtler biraz kuralsız-kitapsızdır, bunu bu dönemde eğitici dille dönüştürmek lazım.
Tabi ne olursa olsun dikkatli olmak, tedbir almak kadar tüm hayatı, tüm meşgaleleri de virüsle doldurmamak önemli. Bu zaten ruh sağlığı için de gerekiyor, bedensel sağlık için de önem kazanıyor. Tedbir alacağız tabi, ama hayat bitmiş değil. Bundan dolayı yapmamız gereken işleri de mümkün mertebe evlerden, korunaklı hijyenik mekanlardan yürüteceğiz. Belki sokaklarda doğum günleri kutlayamıyoruz, Newroz halayına duramıyoruz ancak bizim için kutlamak kutsallık anlamı da taşıyor ve bu kutsallığı tüm dünyaya duyuracak kadar önem verdiğimizi de gösterebiliriz. Bir de bunları düşünmek kadar bunları yaratan değerleri, felsefesini, zihniyetini, ahlakını daha fazla düşünebilir, bunlarda derinleşebilir ve kendimizi eğitebiliriz. Bu dönem bunun için de iyi bir fırsattır.
Toplum nasıl bir sistemde sağlıklı olabilir, ihmal edilen ve ihlal edilen toplum sağlığı nasıl bir sistemde özgür olabilir, nasıl bir yaşam ve çalışma tarzı toplumu kendi istediği ve korunaklı bir yaşama taşıyabilir, bunun için sistem kadar bireyin rolü nedir… Bu konular da bu dönemde kafamızı meşgul edecek konulardandır.
Bunlar da demokratik mücadele kapsamında, atılan her adım kutsaldır. Bu anlamda çekilen her halay, söylenen her klam, her yürüyüş kutsaldır, önemlidir ve takdir edilmeyi hak eder. Bunu da unutmamak gerekir. Yine biraz daha yaşam derinliğini hissedebilmek, sanatsal içerikler üretebilmek, bu temelde analizler yapabilmek aslında sokağa çıkmadığımız zamanları telafi edecek ve bu zamanlara anlam kazandıracak değerli işler olabilir. Belki de kapitalizmden ancak böyle intikam alabiliriz. Bu virüsün panzehiri özgür düşüncedir, özgür eylemdir, demokratik toplumdur, kendini inşa eden ve demokratikleşmeyi mutlaklaştıran toplumsal sistemlerdir. Bu anlamda analizcileri, gerçekten toplumu düşünen insanların emeklerine ihtiyaç fazladır. Zaten böyle analizler yapılmakta, topluma kalkan olan yorumlar yön vermektedir. Hemen hemen herkes evinde olacağından bu dönemde toplumun yeni dayanışma ve buluşma, bütünleşme, zihniyette ortaklaşma yöntemlerini bulmak da gerçek toplumbilimcilere düşen bir görev oluyor. Bunun için de yaratıcı düşünmek ve yol bulmak gerekir.
Toplamda bu dönemi iyi yönetmede herkese çok rol düşüyor. Bunu başaranlar tüm ülkeye örnek olurlar ve büyük kazanırlar. Kürtler de kazanır, Türkiye de kazanır, tüm dünya da kazanır.