Yakınlarda basımı yapılan “Öykü Arin’in Kitabı: Umudun Öykü’sü” o dönemde yeşeren dayanışmayı ve yaşattığı duyguları yeniden anımsatıyor.
Bugün 6 yaşındaki çocuğun istismarının üstünün kapatılması için sergilenen gerici “dayanışma”yla; Öykü’nün yaşatılması için ortaya konan çaba arasındaki uçurumu bir kez daha hatırlatma gereği duyuyor insan.
Dayanışma kavramının iki farklı dünyada bambaşka anlamlar kazandığının altını çizmek istiyor.
6 yaşındaki çocuğun istismarına ilişkin ortaya dökülenler sadece seküler kesimlerde değil, siyasal İslam’ın etkisindeki toplumsal kesimlerde de sarsıntı yarattı.
Açığa çıkanlar dinci “gericiliğin” gelecek tahayyülünün toplumsal cinsiyet hiyerarşisine nasıl yansıyacağının çarpıcı bir ifadesiydi. Aslında ortada yeni bir durum yoktu. Keza bizzat siyasi iktidar “nikah” adı altında çocuk istismarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Diyanet’e bağlı kurumların çıkardığı kitaplara 9 yaşındaki kız çocuklarının “evlenmesi”nin caiz olduğu yazıyor. Ama söylem eyleme dönüştüğü için şok etkisi yarattı.
Buna rağmen havuz medyasından siyasetçisine, din adamlarına kadar bilumum çevre olayın yalan olduğunu kanıtlama yarışına girdi. Ses kayıtları, fotoğraflar, H.K.G.’nin yıllarca yaşadığı zalimliğe ilişkin anlattığı ayrıntılar hiçe sayılarak…
Belli ki, gelecek tahayyüllerinin kadınlar ve çocuklar açısından nasıl bir cehennemi imlediğinin bu çıplaklıkta açığa çıkması kendileri açısından bile bir suçüstüydü. Aslında toplumun geniş kesimlerinde derinleşmiş bir ideolojik hegemonya kurmuş olsaydılar bu umurlarında bile olmazdı. Fakat bunu kuramadıkları bizzat kendi tabanlarından gelen tepkilerden de anlaşılıyordu. En başta onların şaşkınlığını “yalan” manipülasyonuyla yatıştırmaları gerekti.
Onların bu çabası kendi aralarındaki “dayanışma”nın boyutlarını da niteliğini de bir kez daha gösterdi. Bu vicdansızlığın aslında yıllar önce açığa çıkabileceğini, ama elbirliğiyle üstünün kapatıldığını öğrendik. Dayanışmışlardı! Savcı da doktor da siyasetçi de vardı bu karanlık çarkın içinde. Öncesi bir yana H.K.G. 2 yıl önce şikâyette bulunmuştu. Ama o şikâyeti de sümenaltı edilmiş, devlet korumasına alındığı halde “gericiler” arasındaki dayanışmanın siyasallaşmış gücü devreye girerek tek bir soruşturma açılmamıştı.
Bu denli zalimce bir şeyi kabullendirecek bir toplumsal hegemonya kuramadıkları gerçeğine karşı manipülasyonlar devam ederken, açılmak zorunda kalınan davanın iddianamesini hazırlayan savcının görev yerinin değiştirildiğini öğrendik. İsteği dışında gerçekleşen bu değişikliğin herhangi bir mekanizma tarafından yapılamayacağı açık.
Gericiliğin bu “dayanışma” bilinci ve reflekslerini görünce insan dayanışmanın anlamı üzerine birçok şey düşünüyor.
Öykü Arin’in hikayesindeki dayanışmayla 6 yaşındaki çocuğun istismarının perdelenmesi için sergilenen bu dayanışma ne kadar farklı dünyalara ait. İnsanın içini ısıtan dayanışma kavramı, aynı anda buz kesmesine neden olabiliyor. Bu sıcacık kavramın son derece keskin bir sınıfsal anlam taşıdığını bir kez daha hatırlıyorsun.
Tarih de bunun sağlamalarıyla doludur. Hitler ve Mussoloni’nin İspanya İç Savaşı döneminde faşist Franco güçleriyle nasıl bir dayanışma içinde olduklarını hatırlamak yeterli olur. Bask kenti Guernica bu iki faşist devletin de katıldığı hava saldırılarıyla yerle bir edildi.
O kadar uzağa gitmeye de gerek yok. Bugün sermaye kesimlerinin işçi ve emekçiler, ezilen halklar karşısında nasıl bir “dayanışma” içinde olduklarına bakmak kafidir. Onlar ölüm, sömürü, zulüm saltanatları devam etsin diye dayanışırlar.
Fakat onların dayanışma hallerinde bile bir rekabet ve yanındakini alt etme güdüsü her zaman tetiktedir. Tam da bu nedenle dayanışma bizim anladığımız anlamda bir dayanışma değil, sınıf düşmanına karşı gücünü birleştirme refleksince belirlenir.
Burjuva sosyolojisi açısından bu kavramın sınıfları buharlaştırıp mücadeleyi anlamsızlaştıran niteliğiyse biliniyor. Aslında bu bile dayanışmanın sınıfsal anlamının kavranması açısından uyarıcıdır.
Bizim içinse dayanışma aynı acıları-sevinç ve umutları yaşayanların kendilerini bir bütünün parçası hissetmeleri, bundan güç almaları meselesidir. Sınıfa, ezilen halklara yönelik saldırılara karşı tek bir gövde olduğumuz bilincini yeşertmek için omuz omuza durmaktır. Sınıf mücadelesinin kendisidir!
Onlar “dayanışma”larıyla 6 yaşındaki çocuğun istismarının üstünü örterek bu insanlık düşmanlığına cesaret verirken, bizim dayanışmamız Öykü Arin’in hikayesinde olduğu gibi bir çocuğa can vermekte somutlanır.
Bizim için dayanışma, yalnız olmadığımız duygusunu, yani sınıflaşma bilincimizi pekiştirmenin manivelasıdır. İnşaat-İş’in pandemi döneminde köle muamelesi yapılan işçilerle dayanışmak için gerçekleştirdiği ve yüzlerce emekçi tarafından desteklenen “Dayanışma Yaşatır” kampanyasının yarattığı etki bundandır.
Bizim için dayanışma, ezilen bir halkın yanında olmayı hissettirmektir. Rojava’da IŞİD barbarlığına karşı dövüşenlerle omuz omuza olmaktır.
Sözün kısası, onlar karanlığı zifiri yapmak, bizse bizim için aydınlık olanı herkes için aydınlığa çıkarmak için dayanışırız. İşte bu yüzden bizler için “dayanışma yaşatır!”