Zafer Yörük
Mezar taşı kaybolur, şarkı kaybolmaz.
(Bir başka Çerkes Atasözü)
1952’de Mısır’da ‘genç subaylar’ darbesi, İngiltere güdümlü krallığı devirmişti. Darbenin lideri Albay Cemal Abdülnasır, Kahire radyosundan Ümmü Gülsüm’ün şarkılarını duyamayınca radyo müdürüne ulaşarak nedenini sorar. ‘Eski rejimin simgesi olduğu için radyolardan yasakladık’ diyen müdüre Nasır’ın şöyle karşılık verdiği rivayet olunur: ‘Nil’i de kuruttunuz mu, piramitleri de yıktınız mı? Onlar da eski Mısır’ın simgeleriydi.’
Sezen Aksu’nun Erdoğan’ın ‘dil kesme’ tehdidine cevaben ‘Kim yolcu, kim hancı/Dur bakalım’ sözleriyle böyle bir hatırlatmada bulunduğu anlaşılıyor. Cami kürsüsünden atılan o tüyler ürpertici nutuk karşısında tepkilerin hızla yayılarak büyüdüğüne ve sonunda aynı Erdoğan’ın ‘Sezen Aksu Türk müziğinin önemli bir ismidir. Benim hitabımın muhatabı kendisi değildir’ sözleriyle ‘dur bakalım’ ihtarına uymak zorunda kaldığına tanık olduk. ‘Avcı’nın gücü Sezen’e yetmedi ama aynı günlerde bir Çerkes atasözünü üzerine alınmış olmalı ki o sözü ‘dile’ getiren Sedef Kabaş adlı kadın gazetecinin tutuklanmasıyla hiddetini bastırma yoluna gitti. Ama toplumun çoğunluğu, durumun geçici olduğunun ve her an yeni bir avlanma dalgasının başlayabileceğinin farkında; bir sonraki ‘av’ olma endişesi içinde herkes tedirgin…
Bu puslu hava içinde yürümekte olan siyasal tartışma, 2010 anayasa referandumuna ‘milat’ muamelesi yapıyor. Öyle bakıldığında ‘avcı’, tamamıyla bu referandumun ürünü bir fenomen olarak algılanıyor. Oysa durumun böyle olmadığı, karşımızdaki fenomenin o referandumdan güç kazandığı doğru olmakla birlikte bütün toplumsal olgular gibi birçok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıktığı tezi, daha doğru bir tespit olacaktır. Dahası, bu faktörlerden çoğunun bizzat o referandumda ‘hayır’ oyu kullanan kesimler tarafından hazırlanmış olduğu da barizdir. Örneğin, bir zamanlar Deniz Baykal önderliğinde adı demokrasiden çok laikçilik ve üniter devletçilikle anılan CHP’nin 2002 seçimlerinin ardından Erdoğan’ın başbakan olması uğruna nasıl fedakarca ‘demokrasi mücadelesi’ verdiğini unutmak mümkün mü? Kemal Kılıçdaroğlu CHP’si de 2016’da dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanarak bugünkü ‘av sahası’nın oluşmasına en büyük katkıyı sağlamış olmadı mı? Bu iki tarihin de 2010 referandumuna alternatif ‘milatlar’ olarak ele alınmaması için hiçbir neden görünmüyor. Doğru olan, milatlarla uğraşmak yerine bir an önce doğru tavrı göstermek olsa gerek. ‘Faşizme karşı birleşemeyenler faşizmin zindanlarında birleşirler’ sözünün tarihsel haklılığını bir kez daha ispatlamanın hiç gereği yok.
‘Dil kesme’ tehdidi bir gündem saptırma çabası olarak da algılandı. Bu bakışa göre, ekonomik krize çözüm üretmekte aciz kalan siyasal iktidar, bu hamleyle kamuoyunun dikkatini başka yöne çekmeye çalıştı ve başarılı oldu. Bu saptama, Erdoğan’ın niyetinin doğru bir okuması olabilir ama bu gündem sapmasıyla ekonomik kriz kadar ölümcül bir tehlike görünür hale gelmiş demektir. Yoksulluk ve yoksunluk, tarihin her çağında ve her toplumda birbiriyle iç içe var olmuştur; refah ve özgürlük de öyle. Hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan insanların ve toplumların, daha yoğun sömürüye ve yoksulluğa mahkum oldukları görülür. Dünya demokrasi endeksi ile dünya refah endeksinin neredeyse birebir örtüşmesi rastlantı olmasa gerekir. Demokratik haklar arttıkça üretimin, refahın ve adil gelir dağılımının da yükseliş kaydettiği görülür ve bunun tersi de doğrudur. Dil koparma tehdidi, yarım simitle doyma ve düşük sıcaklıkta ısınma çağrılarıyla eşzamanlıdır. Hak ve özgürlüklere yönelen anti-demokratik saldırı, toplumun yaşam standartlarını hedef alan ekonomik saldırının hem önkoşulu hem de sonucudur. Dogmatik bir bakışla gündem saptırma olarak etiketlenen ‘Sezen Aksu vakası,’ aslında ülke gündeminin ta kendisidir.
Devletin en üst katından icra edilen siyasal İslamcı nefret söyleminin kadını hedef alıyor olması üzerine kadınlar konuşacaktır. Sözün bize düşen kısmının özü ise Murathan Mungan tarafından zaten söylenmiş bulunuyor: ‘Sezen’in dilinin de, sözünün de, sesinin de hepimizde hakkı var. Hafızanın adaleti herkesi hak ettiği biçimde hatırlar. Gerisi güncelin argosu, çaresizlerin gürültüsü…’