Tutuklanma gerekçelerinin salt barış istemek olmadığını ifade eden HDK Eş Sözcüsü Onur Hamzaoğlu, devletin hesaplaşamadığı durumları da hesaba katmasından kaynaklandığını söyledi.
Türkiye kamuoyunun özellikle Kocaeli Dilovası’nda sanayinin çevre ve insan sağlığına verdiği zarar üzerine yürüttüğü araştırmalarıyla yakından tanıdığı bir isim olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü ve Barış Akademisyeni Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Türkiye’nin Efrin’e dönük operasyonuna karşı yapılan basın toplantısı sonrası HDK, HDP, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) temsilcileri ile birlikte 9 Şubat’ta gözaltına alındı. 17 Şubat’ta çıkarıldıkları mahkemede Prof. Hamzaoğlu ve ESP Genel Başkan Yardımcısı Fadime Çelebi hakkında tutuklama kararı verildi. “Halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme” ve “Örgüt propagandası yapmak” suçlamaları yöneltilen Hamzaoğlu ve Çelebi, 5 ay süren tutukluluklarının ardından 19 Temmuz’da görülen davanın ilk duruşmasında tahliye edildi.
Mücadeleye devam etme kararlılığıyla cezaevi çıkışı sonrası soluğu Taksim’de bulunan HDK merkezinde alan Hamzaoğlu, tutuklanma gerekçelerinden Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal atmosfere kadar pek çok konuda Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Necla Demir ve Muhammet Doğru’nun sorularını yanıtladı.
Efrin operasyonuna karşı yaptınız basın toplantısı sonrası yapılan operasyonla tutuklandınız ve hemen ardından seçim sürecine girildi. Öncelikle tutuklanma gerekçenizi nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye halklarının büyük bir çoğunluğu Suriye’nin kuzeyinde yer alan Efrin’den habersizdi. İlk kez Aralık 2017 itibariyle “Türkiye’nin beka sorunu ortaya çıkıyor ve biz operasyon düşünüyoruz” deyip açıklandığında Türkiye’de insanlar o zaman fark ettiler orada Efrin olduğunu. Efrin, Türkiye’de bir beka sorunu yaratıyor üzerinden gündeme geldi. 20 Ocak’ta Efrin operasyonu gündeme geldi. 11 Şubat’ta da “savaştayız”. Mart ayında ise Diyarbakır AKP kongresinde ‘Efrin’in fethi yakın’ diye gündeme geldi. En son da “Efrin sayesinde partinin bir kısım metal yorgunluğunu aşabildik” diye gündeme geldi. TTB “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” demiş. Benim de içinde olduğum 170 kişilik bir grup, “Efrin’e operasyon yanlıştır. Yanlışın sebebi de eğer barış ortadan kaldırılırsa ölümler ve sakatlanmalar olacak ve oradaki insanlar yeniden sorun yaşayacaklar” dedik. 18 Mart’ta Efrin’e girilir girilmez talan edildi, yağmalandı. Halklar göç etmek ve iç savaşın bir parçası haline gelmek zorunda kaldılar. Böyle bir atmosfer doğdu Efrin’le beraber. İnsanlık adına kötü son ortaya çıkmadan önce öngörülerimizle dedik ki; savaş ölüm getiriyor ve bu olmamalı. İşgal girişimidir, bunlar yapılmamalıdır. Derdimiz barışın bozulmaması ve insanların ölmemesidir. Bu durum hala geçerliliğini koruyor.
Tutuklanma gerekçelerinizden biri de bu ülkede en fazla dillendirilen “barış” diyebilir miyiz?
Tutuklanma gerekçem salt barıştır diyemeyiz. Tabi ki başlangıçta bu operasyonu barış meselesi ile ilişkilendirmek gerekir ama salt o yönüyle olsaydı 16 kişinin 16’sının da gözaltına alınması, aynı işlemin yapılması gerekirdi. Bu yapılmadığına göre farklılıklar var. Tabi ki o dönemde Efrin konusuyla ilişkilendirilen herkesle ilgili olarak bir şekilde şiddetin faklı farklı araçlarının kullanılması tam da söylediğiniz perspektifi içeriyor.
Efrin konusunu “biz size bu şekilde ele aldırtmayız, biz devlet olarak karar verdik” dediler. 12 kişi için yakalama kararı çıkarmışlardı. O sabah 8 kişi gözaltına alındı. O bakımdan devletin daha önceki durumlarda hesaplaşamadıklarının da hesaba kattığını görmek gerekir.
HDK’nin bileşenleriyle birlikte izlediği siyasete ilişkin hedef gösterilmeler uzun süredir devam ediyor. Sizce bu kadar saldırı neden?
HDK, bir toplumsal mücadele ve dayanışma zemini, alanı ve doğrudan doğruya siyasi bir aktör olmaktan öte toplumsal muhalefetin derlenip toparlanması, toplumsal muhalefetin varlığının nesnel nedenlere oturtulması ve bunun üzerinden üretilmesi ve geleceğinin kurgusunun yapılacağı bir zemin. Bu anlamıyla HDK’nin de pek çok siyaset alanı gibi doğrudan doğruya sisteme entegre olmayacağı konusunda emin oldukları için bu yapılanmaları dışlamak, kamuoyunda itibarsızlaştırmak istiyorlar. 2011’de HDK’de hem emeğin hem de Kürt sorununun birlikte çözülmesinin ele alınmasının gerekli olduğu ve bunun da çözülebilirliği itibariyle toplumda bir beklentinin, bir öne çıkışın var olduğu görülmüştü. Tam da işlevsel olması gerektiği dönemde bir gerekçeyle olabildiğince nasıl üzerinden geçeriz, nasıl sönümlendirebiliriz, baskı altına alırız denemelerinden bir tanesini yaşamış olduk. Şunu herkes biliyor ki kişilere kayan bir faaliyetten bahsetmiyoruz, Türkiye halklarından bahsediyoruz. Bu halklar içinde sadece Kürtler veya Türkler yok. Herkes var. HDK bu anlamıyla bir harçtır.
Seçim sürecini ve gelişmeleri cezaevinde takip ettiniz. Seçim günü ve sonrasında ortaya çıkan siyasal tabloya dair neler söylemek istersiniz?
Uyarının az olduğu bir yerde çok daha yalın, tozu alınmış ortamlarda zihin daha farklı işliyor. O bakımdan günlük hayatta hala daha tozlanmadı zihnim. Şimdiden bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Ama şunu söyleyeyim. 1,5 milyondan az bir oy farkıyla sistemin değişmesine müsaade etmiş olduk. Ben bunu kabul edilebilir bulmuyorum. Ama tabi ki baskın seçimdi ve de bunun adil olmadığı süreç yaşandı. Bunu asla görmezden gelemeyiz, ama buna rağmen kapasitemizi yansıtan bir sonuç değildi bu. Türkiye halklarının siyasal, zihinsel birikimi ve kapasitesini yansıtan sonuç değildir. O bakımdan kendime yönelik de öfkem fazla.
Türkiye 2 yıl sonra kaldırılan, ancak Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile OHAL’in kalıcılaştırılacağı yeni bir siyasal rejime geçiş yaptı. Bu durumun topluma ve toplumsal muhalefete yansıması nasıl olur?
Ortaya çıkan tabloyu “değiştirebiliriz, vazgeçmiyoruz” üzerinden görmek gerekir. İşte bu değiştirebiliyoruzu güçlendirmemiz ve hayata geçirdiğimizi göstermemiz lazım. Yoksa bunun arkası bundan bir adım sonrası doğru adım atılmazsa ciddi bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk olacak. Türkiye halklarının hala umudunu koruduğunu ve bunun büyük bir coşkuyu da beraberinde getirdiğini görmemiz gerektiğinin altını çizmek isterim. Bu olmayanı söylemek değil, bunu gördük. Ama yeterince ciddiye almadık. Bu sürece hak ettiği değeri ve emeği veremedik. Koşullara rağmen bunu gerçekleştirmek konusunda biraz el ve ayak tutulmuş oldu, ben de dahil. Bundan sonrası için sokaklar, meydanlar kaldığı yerden devam ettirilebilmelidir. Bu dönemde bir araya gelebilmiş kurumlar bundan sonrası için de bir araya gelmeli. Seçim sürecinde oldu artık bitti demek biraz önce söylediğim gibi bu umudu çökertmek demektir.
Yeni mücadele yol ve yöntemlerini tartışan HDP’nin bundan sonra yürüteceği muhalefet çizgisi sizce nasıl olmalı?
2012 referandumundan sonra yasama organı ile ilgili ciddi kaygılarımız vardı. Fiilen yasama organı işlevselleştirilmişti. Günümüz itibariyle Meclis tümüyle sistem dışında bir Meclis. O bakımdan Meclisi koruyabilmek adına işlemlere önem vermek gerekebilir. Ama bugünkü yasal ortam ve Meclisin içindeki sayısal durum, yani AKP-MHP’nin bir aradalığı seçim sonrası sürebildiği kadar boyutuyla Meclisi tümüyle işlevsiz hale getirilmiş durumda. Toplumsal muhalefetin yeri ve yurdu, seçim sürecinde çıkılan yerlerin her bir yeridir. Bu sokaklardır, meydanlardır ama yetmez. Uzun zamandan beri boş verdiğimiz kapı vurma, zil seslerini unuttuk. Kapalı kapıların zilini çalmayı, ‘kimse var mı biz geldik, biz buyuz şunun için geldik’ demeyi unuttuk. Yeniden bunlara dönmek gerekiyor. Eğer bunu yapabilirsek gelecek dönemin ‘değiştirebiliriz’ini gerçekleşme şansını hala koruyoruz demektir.
HDP dışında CHP, İYİ Parti ve diğer muhalefet partilerinin seçim sürecinde yürüttüğü siyaseti yeterli buluyor musunuz?
Esasında onlar dışında kapsayıcı bir muhalefet olmanın önü açılmıştır. Halkların önemli bir kısmı tam da 24 Haziran sürecinde siyasal aidiyetlerine rağmen, başka bir tutum almaları gerektiğinde alabileceklerini gösterdiler. Bence bu üzerinde çalışmaya, düşünmeye ve bunun hangi koşullarda ortaya çıktığını ve devam edip edemeyeceğini tartışmaya ihtiyaç var.
Cezaevinde günleriniz nasıl geçiyordu? En çok neyi özlediniz?
En çok sizleri, dostlarımı özledim. Ortalama bir yurttaşım ben. Aklı da, olanakları da, yedikleri ve içtikleri de ortalama olan bir yurttaşım. O bakımdan dostlarımın, sevdiklerimin, çalışma ortamımın dışında özel bir şeyi özledim hiç demedim. Aklıma da gelmedi açıkçası. Ama şöyle bir yönü var tabi. Cezaevinde her sabah yeni bir gün. Yeni bir gün derken şunun altını çizmek istiyorum. Bir önceki günle bağlantısı olmadan kurgulanıp planlanmış. Dolayısıyla insanı sadece o gün var eden bir kurgusu var. Ben bunu erken fark ettim ve dışarıdayken nasıl çalışıyorsam, bütün çalışma ortamımı oraya taşıyabildim. Arkadaşlarımı, avukatlarımı, dostlarımı, herkesi çok yordum bu anlamıyla. Çünkü kolay değildi. Kitap sayısı sınırlıydı. Onlar kitapların fotokopilerini, UNİCEF, BM raporlarının fotokopilerini çekip getiriyorlardı. Bu yolu öğrenmek ve ona göre orayı ayarlamak gerekiyordu. Hepsi onları yordu. Ama ben de o bağlamda üretebildim, yazabildim, düşünebildim, çalışabildim.
Mücadele yürüttüğünüz HDK’desiniz yine. Bundan sonraki plan ve programınız ne yönde olacak?
HDK 8’inci Genel Kurulu’nda esasında biz pek çok şeyi öngörmüştük ve demiştik ki önce HDK kurumsallaşacak. Eksiğimiz büyük. Merkezi anlamda organlarımız, yapılarımız işleyecek. Birincisi buydu. İkincisi de yerellerdeki varlığımızla ilgili sorunlarımızı çözmek. Orada daha nitelikli var olmak meselesiyle ilgili adımlar atmaktı ve seçilmiş bazı illerde, bürolarla bu işi başlatabilmekti. Ben bunları yapmaya devam etmemizin önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla HDK için değişmiş hiçbir şey yok. Seçim dönemi geldiğinde ara verebiliriz bu işe, çünkü biz toplumsal alanız, siyasal alan değiliz. Ve bileşenlerimizin var olduğu siyasal alanlarla ilgili her bir birey ya da kurum çalışmasını devam edebilir. Ama biz şimdi kaldığımız yerden yaz ayının sıcaklığı, rehavetidir demeden hem kurumsallaşmak adına hem de yerellerdeki varlığımızı pekiştirmek ve bürolar üzerinden çalışmalarımızı kalıcılaştırmak adına kaldığımız yerden devam edeceğiz.