Hamas’ın İsrail’e karşı saldırısına birçok kimse akıl erdiremiyor. İsrail’in muazzam savaş potansiyeli karşısında Hamas’ın attığı adım birçok yorumcuya bir “intihar eylemi” gibi göründü. Kimisi de bu eylemin İsrail’in “yenilmezlik” imajını yıktığını iddia etti. Bu yorumcular ABD’nin NATO’ya alma hamlesiyle Ukrayna’yı Rusya’yla savaşa sürüklemesine de akıl erdiremediler. Ben her iki görüşe katılmıyorum. ABD’nin NATO hamlesini de İran’ın Hamas hamlesini de Üçüncü Dünya Savaşı bağlamında ele almak gerekir. Kişisel görüşüm aşağıdadır.
Savaşın bu aşamasında ABD Ukrayna’yı NATO’ya alma manevrasıyla, zaten Ukrayna’ya karşı adım adım işgal politikası izleyen Rusya’yı, bir bakıma zamanından önce savaş macerasına mecbur etti ve hemen arkasından Rusya’yı ciddi biçimde zayıflatan bir dizi ekonomik ve askeri önlemlerle dolaylı yoldan savaşa, hiçbir zarar görmeden tüm NATO ülkeleriyle birlikte katıldı.
Buna karşılık Rusya büyük ölçüde tecrit oldu. Böylece Ukrayna savaşı öncesi Suriye’de inisiyatif almışken, burada savunmaya geçti. Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında etkili bir rol oynama imkanını büyük ölçüde kaybetti.
Rusya’nın stratejik müttefiki Çin ise, şu ana kadar ekonomik yayılma dışında hiçbir konuda askeri inisiyatif almadı. Çin Kore savaşından bu yana, kimi sınır çatışmaları dışında hiçbir ülkeyle savaşmadı. Bu stratejik çizgiyi caydırıcı askeri gücüne ve ABD’nin hegemonyasını tehdit eden büyük ekonomik potansiyeline dayanarak sürdüreceğe benzemekte. Bu stratejik çizgi, Üçüncü Dünya Savaşı’na doğrudan dahil olan müttefiki Rusya ve İran gibi ülkeler açısından hiç kuşkusuz yeterli desteğin verilmemesi anlamına geliyor.
Özetle Rusya Ukrayna savaşı nedeniyle, Çin ise kendi kıtasal çıkarı yüzünden etkili olmayınca Üçüncü Dünya Savaşı’nda ABD ve NATO inisiyatifi elinde tutuyor. Türkiye’nin adım adım ABD’ye yanaşması da bu inisiyatifi güçlendiriyor.
İsrail-Hamas savaşına bu pencereden bakıyorum. Ve İran’ın Hamas’ı “intihar” gibi görünen son hamleye teşvik etmesini İsrail’le sınırlı mevzi bir adım olarak görmüyorum.
Hamas ve arkasındaki İran ABD’ ve AB’ye karşı tereddütlü bir tutum alan Rusya ve Çin’i daha net bir tutum almaya zorlayan stratejik bir adım atmış bulunuyor. Irak ve Suriye’nin, Rus askeri güçlerinin bulunduğu Ermenistan’ın başına gelenlerden aldıkları dersle, özellikle ABD’nin Ortadoğu’da “salam politikası” izlediğini, hedefteki devletleri dilim dilim “sıraya” koyduklarını ve şimdi “sıranın” İran’a geldiğini gördüler. İsrail’e “beklediği” fırsatı bilerek verdiler. Netenyahu’nun “Ortadoğu değişecektir” demesi, ve İran’ı hedef göstermesi bu fırsatın İsrail tarafından nasıl değerlendirileceğini gösterdi bile. ABD ve İngiltere İsrail’e yardım bahanesiyle daha şimdiden iki “uçak gemisini” ve hava kuvvetlerini Doğu Akdeniz’e sevketti. Suriye limanlarındaki Rus deniz üssü tehdit altına girdi. Böylece Hamas’ın attığı adım sonrasında, Rusya ve Çin çok daha etkili bir şekilde duruma müdahale etmedikleri takdirde, Ortadoğu’da, dolayısı ile Kuzey’inden başlayarak Afrika’da, Kafkasya’da ve giderek Uzak Doğu’da kaybetme “tehlikesiyle” yüz yüze geldiler. Ya duruma etkili bir şekilde müdahale edecekler ya da çok büyük stratejik kayıplara uğrayacaklar. Hamas’ın saldırısından sonra Rusya ve Çin İran tarafından karar vermeye zorlandı. Verecekleri karar Üçüncü Dünya Savaşı’nı ya tehlikeli bir aşamaya sıçratacak, ya da Rusya ve Çin savaşta ciddi mevzi kaybedecek. Hamas eylemi onları işte bu ikilemle baş başa bıraktı.
Hamas’a “attırılan” bu adım aynı zamanda, Çin ve Rusya’nın yanısıra, İsrail’le uzlaşan Müslüman Arap devletlerini de harekete geçmeye zorlama amacını güdüyor. Geçtiğimiz gün Suudi Arabistan’ın, düşman saydığı İran’la iletişime geçmesi atılan adımın etkisini gösterme bakımından önemlidir. İran’ın yakın zamanda Sünni Arap devletlerinin topraklarında ciddi sorunlar yaratan Şii güçler aracılığı ile bu devletleri İsrail’e karşı yeni yönelimler almaya diplomatik ya da askeri yollarla zorlarsa şaşırmayalım.
Üçüncü Dünya Savaşı’nda kaotik tehlikelerle dolu yeni bir aşamanın eşiğindeyiz diye düşünüyorum.
Bu aşamada, birbirlerine tatlı-sert atıp tutsalar da İsrail ve Türkiye’nin stratejik hedeflerinin ortak olduğunu görüyoruz: İran hedeftedir.
İsrail İran’a karşı harekete geçmeden önce burnunun dibindeki İran’ı, yani Hamas ve Hizbullah’ı devreden çıkartmayı hedefliyor. Savaş Lübnan’a sıçrayabilir.
Türkiye’nin Azerbaycan’la birlikte Azerbaycan’ı Nahçıvan’dan yalıtlayan Ermenistan “dilini” delmek amacıyla yeni bir “koridor” açma kararı İran’ın jeostratejik imkanlarını yok etmeyi amaçlıyor. İran bu karara şiddetle karşı çıktı. Türkiye’nin bu kararla İran’ı hedeflediği görülüyor. İşte bu nedenle Türkiye de, tıpkı İsrail gibi bu hedefe yönelmeden önce Rojava’yı, Medya Savunma Alanları’nı ve İran’la iyi ilişkiler içindeki YNK bölgesini devreden çıkarmayı hedefliyor. Ve Şii Arapların etkin olduğu Irak da büyük ihtimalle bu hedefin kapsamındadır.
ABD Türkiye’nin Rojava’ya saldırılarına karşı, geçtiğimiz gün bu saldırıların “ABD’nin güvenliğini olağanüstü tehdit ettiğini” açıkladı. Bu açıklamayı doğru yorumlamak için ABD’nin Kürdistan’la ilgili stratejisini hatırlamak gerekir. Türkiye “Kürdistansız Ortadoğu” stratejisi izlerken, ABD “PKK’siz bir Kürdistan” stratejisi izlemekte. Bu nedenle TC’nin Rojava’yı yok etmesine karşı çıkmakta, buna karşılık Irak’ta TC’nin PKK’ye karşı yürüttüğü savaşa destek vermektedir. ABD, Türkiye’nin YNK’ye karşı giderek sertleşen tutumunu da İran’a karşı ortak planları ve KDP’yle olan ittifakı gereği onaylayacaktır.
İran Hamas’ı görünüşte “intihar” gibi algılanan bu adımı atmaya teşvik ederek, aslında İsrail’e değil, müttefiki Rusya ve Çin’e karşı, onları harekete geçmeye zorlayan stratejik bir adım atmış oldu. Tıpkı ABD’nin Ukrayna hamlesi de AB ülkelerini harekete geçmeye zorlaması gibi…
Bu durumda Üçüncü Yol stratejisi hayati önem kazanmıştır.
Kürt özgürlük hareketi durumun ciddiyetini çok iyi biliyor. O nedenle ihtiyatlı ve soğukkanlı bir tutum alıyor. Üçüncü Yol’u İsrail ve Hamas’ın yöntemlerini eleştirmekten ibaret sananlar yanlış yapar. Bu, durumun ciddiyeti ve tehlikenin büyüklüğü karşısında takınılan ihtiyatlı tutumdur.
Üçüncü Yol’un derin anlamını basitleştirmemek gerekiyor. KÖH’nin tutumu sıradan bir tarafsızlık konumu değildir. Ben KÖH’nin Üçüncü Yol stratejisinin özetle bu sorunda şu temel saptamalara dayandığını düşünüyorum: Savaşın her iki tarafında emperyalist güçlerin varlığını görmek “Üçüncü Yol” demektir. Bu nedenle Üçüncü yol “savaşan taraflardan birini haklı, diğerini haksız görmemektir, savaşın her iki taraf açısından da haksız olduğunu, eğer direniyorlarsa yalnızca halkların haklı olduğunu görmektir.” Buna karşılık Üçüncü Yol “ne o, ne bu” demek de değildir. Devrimci sürecin yararlanabileceği her fırsattan yararlanmak, devrimci sürecin çıkarları gereği, savaşan şu ya da bu tarafla mümkün olan taktik ittifaklar yapabilme esnekliğidir. KÖH’nin bu esnekliğe sahip olduğu açıktır.