Bu yazının yazıldığı saatlerde (4 Ağustos Pazar gecesi) henüz herhangi bir somut müdahale olmadıysa da an itibariyle Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalesi son derece ciddi bir riske dönüşmüş durumda. Nitekim bunu bizzat Türkiye’nin tek karar merciine dönüşmüş olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından duyduk. Meselenin sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını, başta ABD ve Rusya olmak üzere birçok uluslararası aktörün içinde yer aldığı daha büyük bir politik konfigürasyon içerisinde cereyan ettiği aşikâr fakat söz konusu ülke politik rasyonalitesini neredeyse tamamen kaybeden Türkiye olunca işin nereye evrileceğini öngörmek imkânsız.
Ülke içi otoriterleşmenin günden güne daha da despotik bir karaktere büründüğü, ekonomik krizin derinleşerek eşitsizlikleri büyüttüğü ve ülke içindeki toplumsal kutuplaşmanın bizzat iktidardaki hükümet eliyle sürekli kışkırtıldığı bir ortamda; Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik bu askeri müdahale girişiminin en temelde oradaki özerk yönetimin temel bileşenlerinden birisi olan Kürtlere ve onların kazanımlarına yönelik olduğu artık apaçık bir gerçeklik. Uluslararası Koalisyon’un da desteği ile İslam Devleti’nin selefi yıkıcılığına yönelik amansız bir mücadele veren ve bütün çabası egemenlik sahasındaki halkların savaştan etkilenmemelerine dayanan özerk yönetimin Türkiye’ye tehdit oluşturduğu algısının hiçbir maddi gerçeklik temeline dayanmadığı en açık bir şekilde teşhir edilmelidir. Bu belirsizlik buhranında en başta Türkiye’deki toplumsal muhalefet bileşenleri olmak üzere, olası bir askeri müdahalenin önlenmesi için son derece ciddi bir toplumsal seferberliğe ihtiyaç var. Her şeyden önce bu seferberliğin meşruiyetinin tartışılmaz bir niteliğe sahip olduğunu ortaya koymakla başlamak gerekiyor. Kuzey-Doğu Suriye’deki özerk yönetimden bugüne kadar Türkiye’nin yasal sınırlarına yönelik en ufak bir yönelim olmadığı gibi, Türkiye ile barış temelli bir diyalog arayışı da özerk yönetimin ilk günden beri temel önceliği olmuştur. Bunun Türkiye halklarına ve dünya kamuoyuna etkili bir şekilde duyurulması elzem.
Kuzey-Doğu Suriye’deki devrim, özellikle Türkiye Kürtlerinin yirminci yüzyıla yayılan mücadelesinin yarattığı tarihsel mirasa dayansa da, esas olarak ulusal bağımsızlığa yönelik vurguyu sınıf, kimlik, toplumsal cinsiyet ve toplumsal ekoloji bağlamlarına da genişleten bir sosyal harekete dönüşme serüveninin nihai güncel gerçekleşme ufku oldu.
Devrim, kendisini sadece Kürtlerin ulusal özlemlerinin gerçekleştirilmesi ile sınırlandırmayan, tam aksine aynı coğrafyayı birlikte paylaştıkları Arap, Süryani, Ermeni, Çerkes vd birçok etnik ve dini kimlikten topluluklarla birlikte, bir arada yaşamayı esas alan bir demokratik federal/konfederal egemenlik biçimi inşa etti. Böylece devrimin uzun yirminci yüzyıla damgasını vuran (büyük oranda Fransız Devrimi sonrası kurulan ulus-devletlerin ulusçuluk anlayışından az çok etkilenen) klasik ulusal kurtuluşçu mücadelenin, 21.yy’in yeni toplumsal mücadele repertuvarlarından da beslenen ve bu doğrultuda yeni bir gelecek ufkunu önüne hedef koyan eşitlikçi ve özgürlükçü bir bağlamı oluştu. Bunun en sembolik ifadesi devrimin ilk yıllarında hepimizin diline yerleşen – ve halen de kurtulmakta zorlandığımız Rojava yani “Batı Kürdistan” ifadesinin yerini Kuzey-Doğu Suriye Federasyonu’na bırakması oldu.
“Arap Baharı” dalgasının sıçradığı Suriye’nin Kuzeydoğunda fitili 19 Temmuz 2012’de ateşlenen bu siyasi devrimin bir “oluş” içerisinde kendisini günden güne toplumsal bir devrimin zemini olarak inşası; 21. yy’ın şafağında Ortadoğu’daki siyasal, toplumsal ve ideolojik çölleşmenin ortasında serpilen bir vahayı temsil ediyor. Milliyetçiliğe dayalı bir ulus anlatısını reddeden, onun yerine farklılıkların kendi renkleriyle devrime katıldığı bir çokluk anlayışı etrafında örgütlenen özerk yönetim, aynı zamanda kapitalist moderniteye meydan okuyan cüretkâr bir demokratik modernite perspektifini de kendi toplumsal devrim inşasının temel çıkış noktası olarak benimsedi. Bugün sadece kendi egemenlik sahasındaki başka bir dünya imkânıyla sınanmasının yanı sıra dünyadaki toplumsal mücadele öznelerine de ilham olan Kuzey-Doğu Suriye’deki devrimin ulus-devletlerin despotik şiddetinden ve emperyalist Düvel-i Muazzama’nın “ıslah edici” tazyiklerinden korunması hem Türkiye hem de dünyadaki bütün eşitlikçi toplumsal muhalefetlerin en büyük sorumluluğu.