Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması talebiyle AYM’de açılan dava sürüyor. Her an kapatılma ve TBMM’deki temsilcilerinin “siyasi yasaklı” durumuna düşmesi olasılığını eleyecek bir önlem olarak HDP 14 Mayıs seçimlerine Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’yle (Yeşil Sol Parti) girdi. Seçilen vekiller (HDP’nin iki Eş Genel Başkanı dışında) TBMM’de Yeşil Sol’u temsilen yer alıyor ama HDP üyelerinin kaydı halen HDP’de.
Beri yandan 2018 seçimlerinde TBMM’ye HDP listelerinden girmiş MYK üyelerinin çoğu yeniden seçilmediler ama medyada HDP adına Yeşil Sol’un seçim pratiklerini, stratejilerini değerlendirmeye devam ediyorlar. Konular önemli, varılan sonuçlar tartışmaya değer, ama özneler, baş döndürücü, şaşırtıcı yer değiştirmelerle, bir orada bir burada zuhur ederken aidiyetler ve sorumluluklar dışarıdan -hatta içeriden de- bakanların gözünde birbirine karışıyor. Gidişatın sadeleşmesi, iki hukukluluğa bir an önce son verilmesi gerekliliği çok açık.
Gerçi, bu, esasen biçimsel gerekliliklerin ötesinde HDP ve Yeşil Sol, 14 Mayıs seçimlerinin sonuçlarının da kuvvetle hissettirdiği tarihsel ve politik nedenler dolayısıyla önemli kurumsal ve politik kararlar almanın arifesinde. Bu bağlamda, Yeşil Sol Parti Meclisi’ndeki son tartışmalar sırasında “HDP’nin ilk kurulduğu dönemdeki temel paradigmaya uygun bir yeniden inşa ihtiyacı” kuvvetle telaffuz edildi. HDP ve Yeşil Sol Parti Meclislerinin ortak toplantısından çıkan sonuç bildirgesinde de “yeni dönemde kolektif ve toplumsallaşan siyaset aklını yine birlikte üretmenin yollarını inşa” hedefi dile getirildi.
Sonunda hangi yeni örgütsel biçim(ler), politik doğrultular ve mücadele hedefleri belirlenirse belirlensin, kat edilen -ve edilemeyen- mesafeleri ölçmek ve halkların demokratik geleceğine doğru ilerlemek için başa dönerek, HDP’nin kuruluş varsayımlarının da elden geçirilmesinin gerekliliğinde ortaklaşıldığı görülüyor. Bu haftadan başlayarak, bu tartışmaya birbirini izleyecek üç (ya da dört) yazıyla katkıda bulunmaya çalışacağım. Bunların bir bölümü, aslında daha önce, “yeniden kuruluş” tartışmaları henüz gündemimizde kendisini böylesine yakıcı bir biçimde hissettirmemişken parti literatüründe yer almış ya da sınırlı bir okur kitlesi önünde ifade edilmişti. Ancak, işaret ettikleri ve kayıt altına aldıkları olgular dolayısıyla bugün tartışmamızın arka planını aydınlatmakta katkıları olacağını umuyorum.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), yalnızca Halkların Demokratik Partisi değildir; kendisinden daha fazla bir şeydir. Bu, bir bakıma HDP’nin kuruluş paradigmasının çok merkezli kurgusunun kaçınılmaz bir sonucudur. Ama zaman içinde o kurgunun -kurumsal yapılarının değilse de- birçok unsurunun işlevlerinin fiilen HDP’ye devri veya HDP’nin üstüne kalmış olması dolayısıyla da böyledir.
Sonradan HDP olarak cisimleşen yeni tipte bir politik kuruluş ihtiyacı, 2011 Genel Seçimleri’nde “Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku”nun başarısının toplumsal muhalefet arasında uyandırdığı canlanmanın ardından Öcalan’ın ortaya attığı geniş bir barış ve özgürlük cephesi inşasının imkanlarını tartışan öneriler bağlamında gündeme gelmişti.
Öcalan 6 Temmuz 2011’de avukatlarıyla yaptığı ve Fırat Haber Ajansı’nca yayınlanan görüşmede o gün “Çatı Partisi” olarak tanımladığı yapıyı ve kuruluş sürecini -“özgür basın”a yansıdığı kadarıyla- şöyle tasavvur ediyordu:
“[…] daha önce söylediğim gibi Türkiye 20-25 bölgeye ayrılabilir. Örneğin Karadeniz bölgesi Doğu, Orta, Batı diye üç bölgeye ayrılabilir. İstanbul bir bölge olabilir. Ege üç bölge olabilir ve diğer yerler de sosyal, ekonomik ve kültürel durumlarına göre böyle bölgelere ayırabilirler. Örneğin Kürdistan’ı yedi bölgeye ayırabilirler. Bu şekilde Türkiye’yi 20-25 bölgeye ayırabilirler. Bundan kastım yerelliktir. Yerellik esas alınmalıdır. Mesela iki-üç vilayet birleşerek kendi yerel konferanslarını yapabilir. Yapılan bu yerel konferanslarda o yerlerden olan, orada oturan[lardan] her bir bölge için 20-25 delege seçilebilir […] Bu şekilde yaklaşık 400 kişi yerelden seçimle, seçilerek belirlenebilir. Diğer 100 kişi de uzman kişilerden, akademisyenlerden, sivil toplum örgütlerinden, sendikalardan ve diğer kesimlerden belirlenebilir. Bu şekilde 500 kişilik bir Kongre oluşturulabilir. Bu oluşturulacak Çatı Partisi sadece Kongre olmaz veya sadece parti şeklinde de olmaz. Hem Kongre hem de Parti şeklinde yarı-Kongre biçiminde olabilir.”
“[…] Aynı zamanda yasal mevzuata göre hukuken var olabilmesi için ve hukuki varlığının kabullenilmesi için de Demokratik Ulus Kongre-Partisi şeklinde parti olarak kurulabilir. Bu şekilde hukuken varlığı da olur. Gerçi anayasa ve diğer yasalar da değişecektir. Ancak şimdilik bu şekilde hukuken de var olur.
“Bu Kongre-Partinin aynı zamanda 100 kişilik bir de Kongre-Parti Meclisi olur. Bu yüz kişi, 500 kişilik Kongre üyeleri arasından seçilir. Demokratik Ulus Kongre-Parti Meclisi oluştuktan sonra üç ayda bir toplanır. Ve çalışmalarını bu şekilde devam ettirir. Ayrıca bu Kongre-Partinin 25 kişilik bir de Yürütmesi olur. Bu 25 kişilik yürütme, Konsey şeklinde işleyebilir. Bu Kongre-Partinin başkanlığı da zaten Genel Başkan-Eşbaşkanlık şeklinde olur. Muhtemelen eş başkanlıklar da şu anki parlamenterlerden seçilir. Ancak BDP’nin eş başkanları, Kongre-Parti’nin eş başkanları olmazlar, onlardan farklı kişiler eş başkan olurlar. BDP varlığını devam ettirir. Ancak Çatı Partisi’ne seçilecek eş başkanları BDP’nin eş başkanları olmaz, seçilen iki parlamenter olur. Bu şekilde Demokratik Ulus Bloku oluşturulur. Bu blokta tüm sol-sosyalist çevrelerin olması gerekir. Zaten üç sol-sosyalist adayı da seçildi. Seçilen üç kişi şimdilik yeterli sayılabilir. Benim için Türk Solu, Kürt Solu gibi bir ayrım yoktur, Kürt-Türk ayrımı da yoktur. Benim için esas olan Demokratik Ulus Bloku’dur. Ben bunu esas alırım. Beni ilgilendiren budur.
“Şayet söylediğim şekilde Demokratik Ulus Bloku inşa edilirse Sol, müthiş bir başarı sağlar. Bir sonraki seçimlerde en az yüzde yirmi oy alabilirler. Bu blok o zaman Türkiye’nin en güçlü üç blokundan biri olur. […] Tüm sosyalist çevreler olmalı, hiçbir sol-sosyalist çevre Çatı Partisi’nin dışında bırakılmamalıdır. Hatta liberal özgürlükçüler de olabilir. Buna inansınlar, bu yönde çalışmalarını yürütsünler. Tüm bu çalışmalara hızlı bir şekilde başlanabilir. Sanırım Ekim’e kadar Demokratik Ulus Kongre-Partisi çalışmalarını tamamlarlar.”
Öcalan aynı görüşmede Kürt Ulusal Konferansı’nın başlı başına bir süreç olarak tasarlanması düşüncesiyle de şunları önermişti:
“Ulusal konferans içinde ve bünyesinde bir parlamento oluşturulmalıdır. Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi bu çalışmaları yapabilirler. İkisine de selamlarımı iletiyorum. Daha önce söylediğim savaş ve barış ilkesiyle diğer temel ilke ve pratik öneriler üzerinden konferans çalışmaları yapılabilir. Ulusal Konferansın yapacağı en önemli hususlardan biri parlamento kurmaktır. Zaten KNK var, ancak bu kurulacak parlamento KNK’nin yeniden yapılandırılması şeklinde olabilir. Hatta Filistin’deki FKÖ modeli örnek alınarak bir parlamento oluşturulabilir. Daimi meclis şeklinde olur. Ulusal konferansın yapacağı en önemli ikinci şey de bu parlamentonun bir yürütme organını oluşturmaktır. Hatta buna gölge kabine de diyebiliriz. Bu şekilde parlamentonun da bir yürütmesi olmuş olur. Ulusal konferansın yapacağı üçüncü ve en önemli şeylerden biri de silahlı güçlerin koordinesidir. Barzani’nin silahlı güçleri veya Irak Kürt federasyonu silahlı birlikleri ve diğer silahlı güçlerin koordinesi sağlanmalıdır. KCK’nin temsilcisi de ulusal konferansta yer almalı ve KCK kendi temsilcileriyle kendisini temsil etmelidir.”
_____________________________
Haftaya: Halkların demokratik geleceği -II
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve HDP