Milyonlar deprem karşısında tek yürek olurken, dayanışma ağlarını ilmik ilmik örerken, iktidar HDP’nin Pazarcık Kriz Koordinasyonu Merkezi’nin bulunduğu Hasankoca Cemevi’ne kayyum atadı. OHAL ilanıyla iktidarın süreci tek elden yürütme planının olduğu sır değildi. Enkaz altında kalan iktidarını başka türlü ayakta tutmanın mümkün olmadığını en çok da kendileri biliyor. Günlerce deprem bölgelerine ulaşmakta yaşadıkları beceriksizliği, sivil dayanışma ağlarını hedef göstererek örtbas etmek istediler, olmadı. Kendi mahallesinde bile gözden düşmüş bir fukaraya seçim açıklaması yaptırarak gündem değiştirmeye çalıştılar, tutmadı. Gönüllülerin devletin önüne geçen örgütlenmesini devlete şirk koşmak olarak suçladılar, nafile. Yetmedi, insanların cansız bedenleri daha enkazların altındayken kendi sermayesine beton rantı ihale eden açıklamalarda bulunarak maskelerini düşürdüler.
Bu çaresizlik haliyle devleti ve kurumlarını aşan toplumsal dayanışma bilinci karşısında yine öğrenilmiş bir politikaya başvurdular. On gün boyunca sahada canhıraş çalışan ve yardımlarını kimsenin gözüne sokmayan HDP’lilerin Kriz Koordinasyonu’na kayyum atadılar. Farkındaysanız saray rejiminin son yıllardaki yönetim tekniğiyle yine karşı karşıyayız. Bu yönetim aklı, yıllardır Kürt halkını ve HDP’yi, Türkiye’nin geneline uygulamak istedikleri politikaların laboratuvarı olarak değerlendiriyor. Böylece Kürt halkına ve HDP’ye vurulan darbe, zamanla bütün ülkeye yayılan bir darbe sürecine dönüşüyor. Deprem sürecinin de bu şekilde seyredeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Bugün HDP Kriz Koordinasyonu’na atanan kayyum, yarın deprem bölgelerinde bulunan bütün kriz koordinasyonlarına, dayanışma ağlarına atanacaktır.
Peki, o halde ne yapmalıyız? Tek adam rejiminin bu toplum karşıtı politikalarını nasıl engelleyeceğiz? Öncelikle bazı gerçekleri görmek zorundayız. Son deprem de gösterdi ki halk, yaşanan yıkım ve zulüm karşısında daha güçlü bir sesle “Kral çıplak” diye haykırmaktadır. Günün sonunda bu çıplaklığı örtecek olan sarayın hamleleri değil, iktidarın salvoları karşısında ortak bir politika geliştiremeyecek olanlardır. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi, 6 Şubat depremi sonrasında da halkların kendiliğinden örgütlenme kapasitesinin oldukça yüksek olduğu bir kez daha görüldü. Bu toplumsal vicdana, itiraz kültürüne dayananlar, bu doğrultuda toplumsal politika geliştirenler kazanacaktır. Tersine, kitlelerdeki iktidar karşıtlığının büyümesine göre politika kuramayanlar yine kaybedecektir.
Unutmayalım ki karşımızda 15 Temmuz’da bile “Bu hareket bize Allah’ın büyük bir lütfudur” diyen ve her krizi, karşı darbe sürecine dönüştüren bir yapı var. Bir kez daha aynı hatalara düşmeyelim. On binlerce insanın hayatını kaybettiği ve milyonların büyük bir travma yaşadığı bugünlerin sonunda başımıza gelmiş en büyük felaket olan bu iktidara geçit vermeyelim. Deprem Kriz Koordinasyonu’na kayyum atanmasından saatler sonra insanların deprem duyarlılığını, televizyon ekranlarında “bağış” toplayarak sömüren bu köhnemiş siyasete artık dur diyelim. Yirmi yıldır yurttaşların ödediği deprem vergilerinin, kamu gelirlerinin nereye harcandığının hesabını vermeyen ve bu bağışları nereye, kimlere peşkeş çekeceğini bildiğimiz tiranlara artık yeter diyelim.
Dur demek için, yeter demek için işe nereden mi başlayalım? HDP’nin Kriz Koordinasyonu’na kayyum mu atandı, o vakit irili ufaklı bütün kriz koordinasyonlarını birleştirmekle işe başlayalım. “Senin koordinasyonun, benim dayanışmam” haline bir son verelim. Bilelim ki günün sonunda kayyum hepimize atanacak, darbe hepimize yapılacak. O halde kayyum gaspına, darbe girişimine karşı bugünden tedbir alalım. Önlüklerimizi çıkaralım, bayraklarımızı indirelim, amblemlerimizi sökelim; sen ben değil, biz olalım. Urfa’da gülen erkek siyasetçilerin karşısına Amed’de kederli parti liderlerinin fotoğrafıyla çıkalım. O gülücük ki krizden devşireceği rantın gülücüğüdür. O keder ki insan kalmakta ısrarın kederidir. Biliyoruz ve farkındayız, bugün deprem gerçeği karşısında iktidara öfke kusan partiler arasında da ciddi görüş farkları var ve olacak da. Ancak gün, farklılıkları da olsa bütün muhalefetin bir kez daha saray rejiminin, krizi darbeye dönüştürecek fırsatçılığına izin vermeme günüdür. O nedenle gün, iktidar için tuttuğumuz defteri açma günüdür.
Defterden ilk açacağımız sayfa, her şeyin tek adama bağlı olduğu, bürokratik oligarşiyi besleyen merkeziyetçiliktir. Deprem karşısındaki devlet çaresizliği, bir kez daha yerel yönetimlerin ve örgütlü toplumun önemini göstermiştir. Tabii ki bu durum, bir kez daha devlet ve iktidar kritiğini yapmamızı zorunlu kılıyor. Bu konu açıldığında Öcalan’ın yıllar öncesinden yaptığı önerileri es geçmeden olmaz. Öcalan’ın devletçi zihniyet karşısında özgürlük ve dayanışma zihniyetli demokratik özerklik önermesinin ne kadar hayati olduğunu bu deprem günlerinde bir kez daha hep birlikte düşünelim deriz. Her şeyi bürokrasiye boğan, hantallaşmış ve çürümüş merkeziyetçilik mi, toplumun kendi öz yönetiminin ifadesi olan yerellik ya da bir başka deyişle demokratik özerklik mi? Bu sorunun cevabını, depremin ilk anından itibaren öz örgütlenmesiyle devletin önüne geçen milyonların verdiğini düşünüyoruz. Bu vesileyle bir kez daha kahrolsun 15 Şubat Uluslararası Komplosu!