Yeni mezun karacı teğmenlerin, başlarında okul birincisi bir kadın teğmen olmak üzere, 2016’dan, yani darbe provokasyonundan beri bir bakıma yasaklı olan mezuniyet andını, kılıçlarını çekerek okumaları Özgür Özel’i ve tüm CHP’lileri heyecanlandırdı.
Okudukları and şöyle:
“Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Ne mutlu Türküm diyene!”
Geçerli and şu:
“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim.”
Erdoğan rejiminin bağrında kopan ve sürpriz olmayan bu hadisede elbette bizi heyecanlandıran hiçbir şey yok. Teğmenler ister Erdoğan’ın Başkomutanlığında olsun, ister kendi komutanlarının emrinde olsun, “ülkenin bütünlüğü”için aynı işleri yapacaklardır. Kılıçların şakırdaması karşısında, bir zamanlar 12 Mart darbesinin ertesi günü denildiği gibi, “Ordu kılıcını attı” filan demeyeceğiz. Ya da devrimci gençlik adına “destek” beyannameleri yayınlamayacağız. Olan biteni gayet soğukkanlı analiz etmeye çalışacağız. Biliyoruz ki, vaktiyle bu “cunta yanlısı” tutumun geleneklerinden gelen yeni kuşak devrimciler ve hala yaşayanlar devleti, onun ordusunu çok iyi tanıyor ve böyle “ordu gençlik el ele ya da ordu işçi el ele milli cephede” benzeri sloganları tepkiyle bile değil, alaycı gülümsemelerle karşılıyorlar. Çünkü onlar ve yeni neslin babaları bu gerçeği zindanlarda ve darağaçlarının altında öğrendiler. Kürtler ise “askeriye” dendiğinde yüz yıldır dağlara sığınmakta. Yine de ne olur ne olmaz diye olup bitenin devlet içi bir anlaşmazlık olduğunu, devlet içi anlaşmazlıklardan yararlanmasını bilemezsek, bu anlaşmazlığın hayırlara vesile olmayacağını altını çize çize hatırlatalım.
Analize gelirsek:
Önce işin biçimsel yanına bakalım. Teğmenlerin kılıç şakırdatarak resmi tören sonrası okudukları andda olmayan ve şu andaki geçerli and metninde yer alan en önemli cümle parçacığı şudur: “milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime…and içerim.”
Şu Arapçadan Türkçeye gelen “muhabbetle” kelimesini sanırım yüzlerce defa Erdoğan’ın ağzından duymuş olmalısınız. Ardından sıralanan “kanunlara, nizamlara ve amirlerime itaat” kelimeleri ise, vaktiyle kanun, nizam ve amir dinlemeyen Harbiye’yi “terbiye” etmek için and metnine yerleştirilmiş. “Vesayet rejimine” son vermek için çakma darbeden sonra Harbiye kapatılmış, Genelkurmay Savunma Bakanı’na bağlanmış, Ordu Komutanları da Genelkurmay’ın yetki alanından çıkarılmış, onlar da birbirinden izole edilerek aynı Savunma Bakanı’na bağlanmıştı. Bu Savunma Bakanı da, bildiğimiz bakan değil, Erdoğan’ın atadığı bir memur olmuştu. Mezuniyet yemini de bu memurlara itaat yemini olmuştur. “Vesayete son” formülü demokrasi için değil, orduyu mevcut iktidarın kayıtsız şartsız emrine almak ve onu da demokrasiye karşı kullanmak için uydurulmuş bir formül.
Ordunun sivil yönetime bağlanması, ülkede demokrasi varsa, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Demokrasi yoksa zaten ordunun kendisi sivil yönetime, sivil yönetimin kendisi de orduya sımsıkı bağlarla bağlıdır. Diktatör sivil halkının değil, ordunun başkomutanıdır.
Şimdi gelelim yeni kuşak teğmenlere. Bunlar ister Kemalist ya da nötr ailelerin çocukları olsunlar, ister cemaatçi ana babalardan gelme olsunlar, orduya yazıldıkları günden itibaren bir kendilerine öğretilen tarihe bakıyorlar, bir de şimdiki “başkomutanlarına”… Ellerinde akıllı telefonlar. Dünyada ve Türkiye’de ne olup bittiğinden haberliler. Namaz kılan da kılmayan da o yaşta büyük çoğunluğu ile “menfaat” peşinde değil de “kahraman ordularında şerefli bir subay” olmak için dirsek çürüttükleri için, mevcut “başkomutanın” emrinde olmaktan dolayı huzursuzlanıyorlar. Kimisi laik Atatürk’ü özlüyor, kimisi Atatürk’ün silah arkadaşı İslamcı Fevzi Çakmak gibi bir komutan arıyor. Kimisi de Kızılordu’ya karşı “Turan” için savaşan Enver paşayı rol-model olarak benimsiyor. Erdoğan nerede, Atatürk, Fevzi Çakmak ve Enver nerede. Durum içlerine sinmiyor. Bir de şu var: Bu çocuklar ister Nutuk okusunlar, ister Kur’an okusunlar dış politika, ekonomi ve diğer alanlarda Erdoğan’ın okuduğunu iddia ettiği, iki yıllık Sultanahmet İktisadı ve Ticari İlimler Akademisi’ni solda sıfır bırakacak bilgiyle donanmışlar. Adamın şahsına bakıyorlar, kılıçlarının kabzalarını parmakları morarırcasına sıkıyorlar. Hele bir de Başkomutanın huzuruna çıkan generallerinin, albaylarının kuburlarındaki tabancaların şarjörleri boşaltılınca bir tuhaf oluyorlar.
Teğmenlerin tepkisi ne Türk devletinin Üçüncü Dünya Savaşı’nda izlediği stratejiye karşıdır. Ne Başur’un işgaline, ne Kürdistan’da yasa dışı silahların kullanmasına, ne Türkiye’de demokrasinin yok edilmesine karşıdır. Teğmenler operet subayları olmaya karşıdır. Ne laiklikten ne de İslamcılıktan dolayı Deniz ve Hava ordu komutanı Orgenerallerin MHP ve Hizbulkontra uzantısı HüdaPar arasındaki içler acısı hallerine kızmıyorlar. Erdoğan’ın komutanlarını bu hallere düşürmesine bozuluyorlar. İçlerinde MHP’liler de var, Hizbulkontra kafasındakiler de. Kemalistler de. 12 Eylül darbesinden beri ordu “Türk-İslam Sentezi”nin ordusudur. Teğmenler Erdoğan’ın “Türklüğü” de “İslamiliği” de temsil ettiğinden şiddetli bir şekilde şüpheye düşmüşlerdir.
Teğmenlerin hepsi Başur Kürdistanı’nda “teröristlere” karşı savaşmaya can atmakta. “Ne mutlu Türküm diyene” diye haykırmakta. “Ben de mutlu bir Kürdüm” diyeni yok etmeye yeminliler. Misak-ı Milli’nin, Türk devletinin militarist ve emperyalist politikalarının “yılmaz savaşçılarıdır.” İşleri budur. Şair, ressam ya da gazeteci olsaydılar, çoğunluğu bizden yana olurdu.
Bu kadarı yeter.
Bundan sonrasına dikkat: Türkiye’nin NATO ile birlikte Üçüncü Dünya Savaşı’nda rol alması için “sivil alternatif” milli koalisyondur. Bloomberg’in ifade ettiği gibi tüm bölgedeki ülkeler arasında Türkiye ilk sırada “sosyal barut fıçısı” üstünde oturuyor. Bu ancak CHP’nin AKP’yle ortaklığı ile göğüslenebilir. CHP bütün Avrupalı sosyal demokratlar gibi, patlamayı yatıştıracak güçtür. Ama ya bu koalisyon kurulamazsa… Ya halkın tepkisi patlamaya dönüşürse… Ya Ege’yle Kürdistan arasında bir köprü kurulursa…
İşte o zaman şimdi kılıç şakırdatan teğmenler “yol göründü bize gaziler” diyerek, 1960 Nisanında olduğu gibi, Atatürk anıtlarına ya da bu defa Menderes’in ya da Türkeş’in anıt mezarlarına “Harbiyeli aldanmaz” yazılı çelenkler koymaya başlayacaktır. Erdoğan rejiminin sivil alternatifi CHP-AKP koalisyonuysa, bunun askeri alternatifi “darbedir.”
O halde Harbiyelilerin CHP’yi heyecanlandırmasına karşı biz de şehitlerimizin mezar taşlarına, “halklar aldanmaz” çelenkleri koyalım.