Yine bir depremle karşı karşıyayız. Yaşadığımız coğrafyanın deprem kuşağı üzerinde olduğu gerçeği bir kez daha kendini gösterdi. Deprem, Maraş merkezli olmakla birlikte başta Türkiye’nin güneyi, Türkiye Kürdistanı ve Suriye ve de Rojava’yı doğrudan etkiledi. Geride on binlerce ölü, yüzbinlerce yaralı bıraktı.
Yaşanan felaketin bu kadar kapsamlı olması beraberinde üzerinde söz söylemeyi gereksiz kılıyor. Bunun nedeni elbette “deprem üzerinden siyaset yapmama” gibi apolitik ve can kayıplarının bu kadar yüksek olmasının gerçek sorumlularını saklamaya hizmet eden söylem tutturmak değil. Yaşadığımız koşullarda insan kalmanın, halktan yana bir vicdana ve sınıfsal tavra sahip olmanın sonucu. Ve elbette görevlerimizi layıkıyla yerine getirememenin ve böylelikle on binlerce insanın göz göre göre katledilmesini engelleyememenin ağır sorumluluğu.
Taammüden işlenen bir toplu katliam söz konusu. Bu koşullarda yaşananlar üzerine bir iki çift kelam etmek dahi insana zül geliyor. Ancak yine de halka karşı duyulan sorumluluk gereği, tarihe not düşmek gerek.
Yaşananın cumhuriyetin yüzyıllık tarihinde en fazla kayıplı katliamlarından biri olması, meselenin önemini daha da artırmaktadır. Halkımıza yaşatılan bu katliamın boyutu nedeniyle tartışmalar belli bir süre daha yapılacaktır. Sonra gündemden düşecek ve bir sonraki toplu katliama kadar “unutulacaktır.”
Deprem sonrasında ortaya çıkan toplu katliam gerçeği bir kez daha TC devlet aygıtının sınıfsal niteliğini göstermiş durumdadır. “Devlet nerede?” sorusunun yanıtı tam da buradadır: Devlet görevi başındadır! Deprem öncesinde, depreme uygun konutlar inşa etmek yerine rant ve yağmayla servetlerine servet katmak; deprem sonrasında ise enkaz başlarında can kurtarmak yerine yeni bir inşaat faaliyeti için sıra beklemek!
Deprem ve bu doğa olayının bir toplu katliama dönüşmesi tam da TC devletinin fıtratına uygundur. Deprem sonrasında özellikle bilinen belli merkezlerden dezenformasyona başvurulması, başta sığınmacılar olmak üzere belli kesimlerin hedef gösterilmesi “müesses nizam”ın bekası adına yapılmaktadır.
Mesele AKP-MHP ile sınırlı değildir. Bakmayın şimdi “saha”da olan CHP’lilerin söylemlerine. Deprem sonrasında “hesap sormak”tan bahseden ve “yeni bir düzen” çağrısı yapan CHP de bu katliamda rol sahibidir. Toplu katliamın bu düzeyde olmasının nedenlerinden biri olan deprem bölgesinde “imar barışı”na CHP’nin de oy verdiği unutulmamalıdır. Mesele CHP’nin birkaç milletvekilliğiyle sınırlı değildir. CHP, 2018 öncesinde seçim bildirgesinde “imar affı” vaadinde bulunmuştur. Dolayısıyla yaşanan katliamdan iktidarıyla muhalefetiyle bir bütün hakim sınıf partileri ve onların üzerinde yükseldikleri düzen gerçekliği sorumludur.
Bu nedenle “Deprem değil kapitalizm öldürür” söylemi kendi başına doğru olsa bile gerçeği tam olarak ifade etmemektedir. Japonya’da da kapitalizm vardır. Elbette orada da insanlar ölmektedir. Ancak coğrafyamızda, hakim sınıfların bu düzeyde pervasız olması, göstere göstere toplu katliam gerçekleştirmeleri devrimci demokratik muhalefetin durumuyla ilgilidir.
Bu katliam gerçekliği karşısında çuvaldızı kendimize batırmamız gerekmektedir. Deprem sonrasında devrimcilerin dayanışmayı örgütlemeleri son derece kıymetlidir ve kesinlikle küçümsenmelidir. Ancak halkımızla dayanışmaktan öte halkımızın bu türden katliamlara maruz kalmaması önceliğimiz olmalıdır. Devlet devletliğini yapıyor. Kendi fıtratına uygun davranıyor. Devrimcilerin de bu gerçeğe uygun davranması gerekir.
Devletin halka yönelik saldırılarına ve bu türden katliamlarına karşı Birleşik Mücadele Güçleri tam da bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmış durumdadır.
Şimdi kayıplarımızı gömme, yaralarımızı sarma ve önümüze bakma zamanıdır. Şimdi “Hesap soracağız” söyleminin lafta kalmaması için çalışmalarımızı yoğunlaştırma, örgütlenmemizi güçlendirme zamanıdır.
Şimdi tam da bu toplu katliam koşullarında bir özeleştiri vermenin zamanıdır. Yıllarca “Halkın yaralarını sarmaz Ankara” dedik ve düzene karşı mücadele ettik. Ancak görülmektedir ki, bu yetmemektedir. Halk katledilmeye, sömürülmeye devam etmektedir. Bu noktada devrimci görevlerimize daha fazla yoğunlaşmaya, halk kitleleriyle sadece deprem sonrasında değil öncesinde ilişkilenmeye ihtiyaç vardır. Halkımıza dayatılan bu toplu katliam ve sömürü düzeninden kurtuluşun yolu buradan geçmektedir.