Başta hasta tutuklular olmak üzere tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala, Demirtaş ve Yüksekdağ hakkında verdiği kararların uygulanması bir mihenk taşı olacaktır. Bu süreçlerin etkin bir takip edeni yoksa Bakanlar Komitesi o zaman yalnızca karar almakla yetinir ve uygulayıcı olmaz
Av. Erdal Doğan
Bilinler bilir, unutanlar veya bilmeyenler için ise tekrar hatırlatmak gerekirse: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi büyükelçiler seviyesinde geçtiğimiz 5-7 Haziran’da AİHM hükümlerine üye ülkelerin uymasını denetlemek adına tekrar toplantılar yapmış ve kararlar almıştı. Aldığı bu kararlar konusunda yaptığı açıklamada da; Osman Kavala’nın eylül ayına kadar serbest bırakılmaması halinde Türkiye için üyelikten ihraç da dahil olmak üzere bütün seçenekleri gözden geçireceğini, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ Şenoğlu içinse Kavala’da olduğu gibi ihraç süreci başlatabileceği uyarısında bulunmuşlardı.
Daha önce Kavala ile ilgili “ihlal süreci” başlatan ve AİHM’den aldığı ihlal sürecinin devamıyla ilgili mütalaanın ardından Osman Kavala’nın serbest bırakılması için Türkiye’ye uyarılarını yineleyen Bakanlar Komitesi son kararında, Ankara’ya yönelik ihtarını biraz sertleştirmişti.
Avrupa Konseyi Sekreteryası’na Kavala kararına uyulmaması konusunda Türkiye’ye karşı alınacak önlemlerle ilgili seçenekler konusunda ise 12 Temmuz’daki toplantıya kadar hazırlık yapılacağı belirtilen açıklamada, eğer eylül ayına kadar Kavala’nın serbest bırakılmaması halinde bu önerilerin masaya yatırılacağı da aktarılmıştı.
Kararda, aynı zamanda Avrupa Konseyi organlarından ve üye ülkelerden Kavala’nın serbest bırakılması için Türkiye nezdinde temaslarını sürdürmeleri de istenmişti.
Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ Şenoğlu ile ilgili de daha önce Kavala’da olduğu gibi eski HDP Eş Başkanlarının davasında da Türkiye aleyhine “ihlal süreci” başlatılabileceği uyarısında bulunmuş ve yine eylül ayındaki toplantıda bu iki eski eşbaşkanın serbest bırakılmaması halinde Türkiye aleyhine alınacak önlemlerin gözden geçirileceği vurgulanmıştı.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin Demirtaş ile ilgili hükmünün gecikmesinden de “derin üzüntü duyulduğu”nun altı çizilmişti.
Bu açıklamalardan yaklaşık bir ay geçmek üzere fakat Yeşil Sol Parti, HDP, DBP yöneticilerinin bu konuda ne Ankara’da ne Strasbourg’da ne de Brüksel’de bu kararlara bir an önce uyulmasına dair ciddi bir faaliyet yürütülmediği ne yazık ki görülmekte. Halbuki konu çok can alıcıdır.
Ülke hapishane oldu
Halktan kopmuş, seçim öncesi ve sürecinde çok ciddi hatalar yapmış parti ve ittifak bileşenlerinin yapılan yanlışlardan dersler çıkarılacağına, halka yöneleceğine dair söylemlerin* pratik samimiyeti bekleniyorsa da yukarıdaki bu kararlarının uygulanması için çok daha acil hukuki ve siyasi takibin aralıksız sürdürülmesi önem taşımaktadır. Nedeni de hukuksuzluk cehenneminde bu gecikmiş kararların hayata geçirilmesi, cezaevlerindeki ve cezaevi dışındaki bir büyük mahpushaneye çevrilen ülkede yaşayan halklar için de bir hukuki pencere açılmasına sebep olacaktır. Sonrasında daha güvenceli bir hukuka ulaşmak için tüm kapıları ardına kadar açmaya belki büyük bir manivela olacaktır. Ülke hapishaneleri tıka basa siyasi düşünceleri ve faaliyetleri nedeniyle dolu. Bu dolulukla dünyada belli bir siyasi düşünceden dolayı cezaevinde en çok mahpusu olan ülke konumundayız. Öyle ki mahpus sayısı bakımından tarihinin en yoğun dönemi yaşanmakta. Toplam kapasitesi 291 bin 592 kişi olan 400 hapishanede 1 Haziran 2023 itibariyle 357 bin 572 mahpus bulunuyor. Bu sayı; Bitlis, Rize, Amasya, Siirt, Bolu, Nevşehir, Yalova gibi 27 ilin her birinin ayrı ayrı nüfusundan çok daha fazla. Ayrıca bu haliyle Türkiye, cezaevlerinde en çok mahpus tutan ülke bakımından nüfusa oranla Avrupa’da Rusya’dan sonra 2., dünyada ise 6. sırada yer almaktadır. Türkiye’de her 238 kişiden birinin cezaevinde. Çözüm sürecinin yürütüldüğü 2014 yılında mahpus sayısı 158 bindi. Buna rağmen onlarca hapishane yapımı durmaksızın devam etmekte ve gelecek 2024 yılı sonu mahpus sayısını çok ciddi biçimde artırma hesapları yapılmaktadır.
Sürgün, infaz yakma, yasak…
Bu tabloya cezaevlerindeki sürgün, yasak, kötü muamele, disiplin cezaları ve hak gaspları gibi hak ihlâlleri yanında son halka olarak da koşullu salıverme şartları oluşmasına rağmen keyfi bahanelerle infazı yakılan siyasi mahpusların tahliyelerin önüne geçilmektedir. Tahliyeleri engelleme gerekçeleri arasında ise: “az sayıda kitap okuma, cezaevi imamıyla görüşmeme, pişman olduğunu beyan etmeme, içeride iken üniversite bitirmeme, kurum personeline kayıtsız kalma…” gibi bu absürt keyfi değerlendirmelerle tahliyelerin engellemesi ile işkenceye dönüşmüştür.
Mesela son zamanlarda kamuoyuna da yansıyan örneklerden Bolu Cezaevi ve Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde bulunan siyasi tutuklular, “Suyu tasarruflu kullanmamak”, “Manevi etkinliklere katılmamak”, “Kütüphaneden kitap almamak”, “halay çekme”, “elektrik faturasının yüksekliği”, “görüşte selamlaşma” ve “fazla kitap okuma” gibi gerekçelerle koşullu tahliye hakkı doğmasına rağmen tahliye edilmiyor.
Hasta mahpusların durumu ise cezaevlerinde en hayati konu. İHD’ye göre 604’ü ağır olmak üzere cezaevlerinde toplam 1605 hasta tutuklu ve hükümlü bulunmakta ve son 17 yılda ise 3 bin 500 hasta tutuklunun yaşamını yitirmiş olmasıdır. Sadece geçen sene cezaevlerinde 34’ü şüpheli, 39’u ise hasta tutuklu olmak üzere 73 kişi yaşamını yitirmiştir.
Davaların takibi
Hiçbir dönemde Kürt siyasi hareketinden kaç kişinin cezaevinde olduğu resmi olarak açıklanmış değil. Dönem dönem tahliyeler olsa da yeni tutuklamalarla bu rakamın her zaman 10 bin ile 15 bin arasında gidip geldiği belirtiliyor.
Cezaevleri; kendisi gibi düşünmeyenleri rehin tutma veya intikam alma aparatlarına dönüşmüş durumda.
Başta hasta tutuklular olmak üzere tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması için yukarıda Osman Kavala, Demirtaş ve Yüksekdağ hakkında verilen kararların uygulanması bir mihenk taşı olacaktır. Hukuka kapısını, penceresini kapatmış Türkiye’de mevcut rejimin tüm odalarına hukuku sokmak, yerleştirmek, bu kararların uygulanması için takibi bu yüzden önemlidir. Yoksa bu süreçlerin etkin bir takip edeni yoksa Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi o zaman yalnızca karar almakla yetinmekle kalır ve esaslı takipçisi, uygulamacısı olmaz. Mahpushanede siyasi rehin tutulan tüm mahpuslara ve ailelerine iyi bayramlar dilerim.
*Kısa bir not: Yeşil Sol Parti/HDP, DBP aylar geçmesine rağmen çok ciddi bir eleştiri mekanizmasından henüz geçmiş değil. O yüzden ‘kurullarımız değerlendirmesini yaptı ve eleştirileri kaydettik’ söylemi o yüzden pek muteber değil. Aynı şekilde bu söylemler arasında tekrar seçilmiş olup parti yöneticiliği koltuğuna yerleşenlerin kullandıkları dile, söylemlerine bakıldığında şu güne kadar yapılmış olan ne eleştirileri ne de halkı hiç anlamadıkları görülmektedir. Artık özünden kopmuş bir “özeleştiri” söylemine eşlik eden hep aynı şablon, üstenci akıl dayatan dil ve bu dile yine eşlik eden bir mağduriyet söylemi ardından da siyasi ajitasyon ve propagandalarla anlaşılıyor ki mevcut seçim yenilgisinden hiç mi hiç ders çıkarılmamış. En büyük metropollerin bile en yerelleştiği günümüzde yereli küçümseyen, parti meclisi kararlarını uygulamayarak, kendi merkezi oligarklarını kuran, çatı kurumlarını çalışmalara dahil etmeyen, ortaklaştırmayan, ben yaptım oldu ne de olsa hesabı sorulmaz, unutulur diyen aklın ve iradenin; halka ve kendisine karşı dara durması gerekirken statükocu dilden politikaya devam etmesi ülke halklarına ve inançlarına büyük bir ayıptır. O yüzden halka acilen hukukla gitmek lazımdır. Halkın yıllardır omuzladığı zulme karşı vicdani hukuku ile.