Neoliberal ekonomi politikalarının sonucu olan 6 Şubat depremleri memleketin üzerine çöküp yaşamlarımızı enkaz altında bırakan siyasi iktidarın aynası oldu. Gerçeğin aynasındaki o ifade ‘Kral Çıplak’ dedirten bir yansımanın an an somutlanmasını açığa çıkardı.
Rant ve yağma ekonomi-politiği üzerine kurulu iktidarlarını, ‘İnşaat Ya Resulallah’ amentüsü ile sürdürdüler. Memleketin her bir köşesini işgal, rant ve yağma pratiğiyle imara açıp betonlaştırdılar. İmar aflarıyla, çürük yapılara sağlam raporları yazdılar. Rant çetelerini ihya ederek halkın ölüm fermanını el birliğiyle imzaladılar.
Süreklileşen felaketler zinciri
Sermaye merkezli yürütülen devlet ve iktidar politikaları sonucu, doğal afeti toplumsal-siyasal bir enkaza, süreklileşen felaketler zincirine dönüştürdüler.
Halk, yıkılmış kentlerin ortasında bir devlet politikası olarak bir başınalığa ve kimsesizliğe sürgün edildi.
Velhasıl; depremin ilk dakikalarından itibaren milyonlarca insanın feryadı haline dönüşen ‘devlet nerede’ sorusundaki, devletin yokluğundan ziyade; devlet deprem bölgelerinde farklı görünme biçimleriyle mevcuttu.
Yerinden etme, göçe zorlama, insansızlaştırma, mülksüzleştirme politikalarıyla, sınıfsal ve iktisadi ilişkilerin yeniden inşası bağlamında inşaat şirketleri, cemaatler ve tarikatlar eliyle ve aracılığıyla farklı mevcudiyetlere bürünen devlet-sermaye stratejilerine tanıklık ettik.
Ne var ki, 6 Şubat depremleri, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı kırılmalar yarattı. ‘Devlet nerede’ sorusunun cevabı kitleler tarafından yaşayarak görüldü. O soyut devlet tanımlamasının cevabı, sezgisel bir duyumsama ile de olsa, bilinçlerde hiç olmadığı kadar somutlaştı.
Ezeli ve ebedi bir ‘felaket bilincinin’ suretiyle gündelik yaşamın olağan akışı haline getirilen korku duvarları yıkılıverdi. Toplumu kutuplaştırarak, sindirerek, sessizleştirerek ve güvensizleştirerek, kendi olma bilincini ve ortak yaşam iradesini zayıflattıkları halk gerçekliği o enkazın altından yeniden çıkageldi.
Halk dayanışması
2013 Gezi isyanıyla zuhur eden tarihsel kopuş yeni bir aşama kaydederek, halkın özneleşmesini güçlendiren yeni bir toplumsallığa içkin bir halk dayanışmasını açığa çıkardı.
Zira o enkazın altından başka bir toplumun mayasını bağrında taşıyan muazzam bir halklaşma filizlendi. Halktan halka akan dayanışma adeta bir halk hareketine dönüştü.
Üstelik, 2013 Gezi isyanından farklı olarak, sosyalist sol, mevcut krizine rağmen, gücünün ötesinde bir misyon edinerek, öncülük sorumluluğunu yerine getirdi. Sosyalist solun hemen her öznesi, bu olağanüstü süreçte halkın içinde, halkla birlikte nefes alıp vererek, halkla kaynaşıp bütünleşerek, dayanışmayı örgütlü bir güce dönüştürdü. Halk içindeki meşruiyetini arttırarak önümüzdeki kritik dönemde, önemli siyasal sonuçları olacak ciddi bir itibar kazandı, güven oluşturdu.
Siyasetin öznesi halktır
Olup bitenler halkın örgütlenmesinin bir tercih değil yaşamak için bir zorunluluk olduğu gerçeğini açığa çıkarırken, çok köklü bir değişimi zorunlu kılıyor. Yaşanan kırılma yeni bir demokratik halkçı yurtseverlik bilincinin temellerini atmış oldu. Bu kırılma halkçı bir kopuş potansiyeline dönüşme gücünü içinde taşıyor.
Sosyalistlerin kazandığı itibarı kurucu bir sorumlulukla, memleketi yeniden inşa edecek bir iddia ve iradenin yürüyüşü ile buluşturmalıyız. Halkın kendi kaderini eline alacağı bir özneleşme zemini yaratmalıyız.
Egemen siyasetin kodlarının dayattığı ‘birileri olarak birileri adına’ siyaset yapma tarzı sınırlarına gelip dayanmış olsa da siyaset hala vekalet istemek üzerinden yapılıyor. Karşı karşıya kaldığımız saray rejimi-restorasyon ikiliğinde, halkın sıkıştırılmak istendiği statükocu akıl, o vekalete dayanarak hareket ediyor. Hal böyle olunca egemen aklın arzu ettiği üzere halk siyasetin öznesi değil, seyircisi olarak, sessizce kenarda bekletiliyor.
Bu siyaset tarzını kökten değiştirmek için şimdi yeni bir dönemin kapıları aralandı. Zira depremle beraber açığa çıkan dayanışma, yeniden kendi gerçekliğine kavuştu. Öyle ki, dayanışma kavramı, neoliberal politikalarının çoklu taarruzları sonucu parçalanmış, iğdiş edilmiş, yurttaş ve toplum kavramlarından arındırılarak bireye ve edilgen nesneye indirgenmiş ve yıpranmış ve asli tanımından uzaklaştırılmış bir kavram olarak bugün karşımızda duruyor. Ancak deprem sürecinde, toplumu/toplulukları yan yana getirip, bir arada tutan toplumsal ve kamucu bir kavram ve de deneyim olarak yaşanan dayanışma süreci ile dayanışma, gerçek tanımına kavuştu. O yüzden de ortak bir yaşam potansiyelini güçlü bir şekilde ortaya koydu.
Şimdi, tam sırası
Açığa çıkan bu yeni zemine dayanarak, tam da şimdi, siyasetin merkezine halkın yerleşeceği özneleşme pratiklerini hayata geçirmeliyiz.
İçerisine girdiğimiz kritik seçim dönemi bu pratiklerin somutlaşmasının önemli bir aracı olabilir. Seçimleri, aritmetiğin ötesinde böylesi bir hedefle örgütlemeliyiz.
Olağanüstü gelişmelere gebe olan seçim dönemi sokak-sandık diyalektiği ile organize edilerek halkın kendi kaderini eline alma kaldıracına dönüştürülebilir.
Halkın öfkesi çok güçlü, ancak henüz hedefini arıyor. Bu özel an’a siyasal öznenin halkçı müdahalesi ile halk iktidarlaşması perspektifi yaşamın içinde bugünden somutlanabilir. Yeni bir toplumun inşasında ilerici bir sıçramanın koşulları yaratılabilir.
14 Mayıs bir son değil, bir başlangıç. Bu özel seçim dönemi, emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin, farklı kimliklerin, haklar ve inançların, doğanın bir kader planı olarak ilmek ilmek örülebilir. Hani sözüm ona onlar, karşı karşıya olduğumuz bu siyasal-toplumsal enkaza kader planı diyorlar ya. Egemenlerin kader planını bozuma uğratıp, halkların kendi kader planını devreye sokup kendi yaşamlarını tayin edecekleri yeni bir yaşamı kurabiliriz. Şimdi, tam sırası.