PAKRAT ESTUKYAN
Farklı disiplinlerden bilim insanlarının üzerinde ortaklaştıkları öngörü, adeta Orwellvari bir kehanet olarak yaşanmaya başlandı. İklimbilimciler, çevrebilimciler, gıda ve tarım uzmanları, sosyologlar veya siyaset bilimciler 21. yüzyılın bir göçler çağı olacağı öngörüsünü ısrarla vurguladılar.
Küresel kapitalizmin inanılmaz bir kâr dürtüsüyle doğayı ve onun kaynaklarını sömürme çabası sonunda ekosistemi yok edecek, insanlar açlıktan ölmek veya göç etmek ikilemi ile karşı karşıya kalacaktı.
Küresel ısınma anlamında bir veya iki derece artışın yol açabileceği kuraklığın, çölleşmenin ve bunlara bağlı olarak gıdaya ulaşımda karşılaşılan zorlukların kaçınılmaz olarak savaşlara yol açacağı bekleniyor.
Yaşam pratiklerini doğru değerlendirdiğimizde, ilk bakışta geleceğe dair uzak bir zamanı ima ettiği sanılan bu kehanetlerin ön belirtilerinin çoktan yaşanmaya başladığını görmemiz mümkün.
Yeryüzünün yoksul ülkelerinden kaçma çabası, coğrafi olarak güney yarıküreden kuzeye, doğudan batıya bir göç rotasını da ortaya koyuyor.
Şairin ‘Akrep gibisin’ diyerek tanımladığı büyük insanlık, başkalarının belirlediği kaderini yaşarken, bir yandan da daha büyük açmazların öznesi olma yolunda ilerliyor. Şimdi süreç Hantington’un ‘medeniyetler çatışması’ beklentisini yaşamaya doğru evirilmiş gibi.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısının arka planında ABD’nin ve Batı bloğunun saldırgan savaş aygıtı NATO’nun yayılma emelleri olduğunu sağır sultan da biliyor. Ancak genellikle bilemediğimiz gerçek, sermaye ideologlarının ‘ortak savunma örgütü’ makyajıyla şirin göstermeye çalıştıkları askeri paktların küresel barışın en önemli tehdidi oldukları gerçeği.
Siyasetin en önemli enstrümanlarından biri de demagojidir. O yüzden ülkeler askeri organizasyonlarını her zaman ‘savunma’ kavramıyla ifade ederler. En saldırgan ülke olan ABD dâhil olmak üzere, her ülkenin bir savunma bakanlığı vardır. Kıtalararası menzile sahip füzelerle savunma arasındaki bağıntıyı açıklamak mümkün değildir oysa. Keza her ülkenin kendinden menkul ‘beka’ sorunları vardır. Küresel tehdit oluşturan ülkeler nükleer güç stoklarını sürekli olarak tahkim ederken, bir başka ülkenin nükleer enerji santrali inşası hasımları için beka sorunu olarak algılanmakta.
Bu son derece çarpık ve bulanık, sancılı ortamda en yalın gerçeklik ise, BM ve bağlı kuruluşların yayınladıkları göç raporları. Ukrayna saldırısının ardından bir buçuk aylık sürede ülkesini terk edenlerin sayısı 4 milyona dayanmış halde. İç göçleri, yani çatışma bölgelerinden nispeten daha güvenli olarak değerlendirilen bölgelere yönelik akını da hesaplarsak, ülke nüfusunun çok önemli bir oranının yerinden- yurdundan edildiğini söylemek mümkün. İhtimaldir ki savaştan hemen önce bile böyle bir sonuç hiçbir Ukraynalının aklından dahi geçmemiş olsun. Ne yazık ki dünyada hiçbir ülke benzeri tehditlerin hedefi olmaktan uzak değil. Değil, zira küresel kapitalizmin çıkarları ülkelerle sınırlı değil. Onun hedefinde tüm dünyayı, bir bütün olarak insanlığı kontrol etme dürtüsü yatıyor.
Ancak yine ne yazık ki bu gerçeklik çoğunluk için bilince çıkmış değil. Büyük insanlık topyekûn kendisine yönelik tehlikeyi görmek yerine ten rengine, dini inancına, diline göre insanları sınıflandırmakla meşgul.
Korkarım bir kez daha şairin “Söylemeye dilim varmıyor, ama kabahatin çoğu senin canım kardeşim” dizelerini haklı çıkaracak bir çabanın içinde olalım.