Halepçe Soykırımı’nın 32’nci yılındayız. 1988’de Irak diktatörü Saddam Hüseyin ve yönetim mekanizması, 16 Mart 1988’de Halepçe’de kullandığı kimyasal silahla binlerce Kürdü katletti.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’un verilerine göre 6.357 kişi zehirlenerek ve yanarak öldü, 14.765 kişi ağır derecede yaralandı. Kullanılan kimyasal gazın etkisiyle günümüze kadar 43.753 kişinin ölümüne 61.200 kişinin de sakat kalmasına sebebiyet verdiği tespitinde bulunuyor.
Saddam ve Baas teşkilatı, Kürtlere karşı soykırımını bölge ulus devletlerin ve küresel kapitalist güçlerin alabildiğine hoşgörüsü ve kayırıcı destekleri sayesinde gerçekleştirdi.
Saddam, 1986 yılında Kürt halkına karşı başlattığı Enfal hareketini 1988 yılında doruk noktasına çıkardı. Saddam’ın kuzeni Ali Hasan Al Macid (Lakabı kimyasal Ali) Enfal hareketini bizzat yürüttü. Saldırıyı; kara hareketleri, havadan bombalamalar, yerleşim alanlarını sistemli bir şekilde yıkma, toplu göçertmeler, idam mangaları ve kimyasal silah kullanımıyla yürüttü. Binlerce köy yakılıp yıkıldı. 182 bin insan katledildi dünyanın gözleri önünde.
Halepçe geride bıraktığımız yüzyılın başlangıcından günümüze kadar Kürt halkı üzerinde yürütülen katliam ve soykırım uygulamalarının doruk noktasıdır. Kürt halkına karşı barbarlığın üst noktasıdır. Saddam’ın buna girişmesi, buna cesaret etmesi küresel güçler ile Kürdistan’ı sömürgeleştiren ulus devletler arasındaki Kürt halkına karşı olan ittifakın (“Kötülüğün ittifakı”) oluşturduğu imkana sırtını dayamakla mümkün oldu.
Saddam’a soykırım yapma cesaretini veren bir diğer etken ise geçen yüzyılın başından bu yana Kürt halkına yönelik toplu imhaları gerçekleştirenlerin uluslararası alanda ve iç hukukta herhangi bir cezaya maruz kalmamalarının kendisine verdiği cesarettir. Zilan, Dersim ve 1925, Halepçe’nin öncüleri olan toplu imhalardır. Yine 1990’lardaki faili meçhuller, toplu infazlar, binlerce köyü yakıp yıkmaları ve günümüzde Rojava’ya yapılanlara baktığımızda geçen yüzyılın başında günümüze kadar soykırım mekaniğini Kürt halkı üzerinde sistemli bir biçimde işletildiğidir.
Şimdiye kadar Kürt halkının bedeni üstünde kaç katliam geliştirdiler? İnsan saymaktan ve hatırlamaktan zorlanıyor, bunalıyor ve travma geçiriyor.
İngiltere’nin geçen yüzyılın başında Kürt halkına ve Kürdistan’a yönelik ortaya koyduğu çizgiye taraflar bağlı kalmışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel kapitalist hegemonyanın öncülüğünü üstlenen ABD’de aynı konsept çerçevesinde hareket etmiş ve İngiltere’nin Kürt sorunun da çerçevesini çizdiği politikanın sürdürücüsü olmuştur. ABD; İran ve Irak devletlerinin Kürt karşıtı politikalarına uzun dönem destek sunmuştur ve öncülüğünü yaptığı Batı blokunu da aynı çizgide tutmuştur.
Türkiye’nin NATO’ya girmesinden bu yana Kürt karşıtı politikada NATO’nun ve uluslararası sistemin yüksek düzeyde desteğine her zaman sahip olmuştur. Avrupa’nın başını çeken Almanya, 12 Eylül Cuntası olmak üzere daha sonraki tüm Türkiye iktidarlarının Kürt karşıtı politikalarını desteklemiş, Avrupa içinde Türkiye’nin Kürt halkına karşı yıkıcı politikalarına en çok kol kanat geren ülke olmuştur. Nasıl ki İttihat Terakki’nin Ermeni halkına karşı politikasına gözü kara biçimde destek sunmuşsa Alman devleti aynı çizgiyi bu sefer de Kürt halkına yönelik sürdürüyor.
Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının başını hep Türkiye çekti. Türkiye; Şark Islahat Planı, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sükun kanunları temelinde kurduğu konsept ve çeşitli dönemlerde geliştirdiği imha harekatları, inkar ve asimilasyon uygulamalarıyla çözümsüzlük politikasını daha da derinleştirdi.
Türkiye aynı zamanda Kürt sorunun da çözümsüzlük politikasını İran, Irak ve Suriye’ye de taşıdı. Ve bu ülkeler de Türkiye’nin Kürt karşıtı politikalarının etkisi altında kaldılar. Türkiye bu ülkelerin Kürtlere yönelik olumlu bir yönelime girmemeleri için üzerlerinde sürekli baskı oluşturmaya çalıştı ve ciddi etkisi de oldu. Türkiye’nin günümüzde de temel politikası yine Kürt karşıtlığı üzerinedir. Irak Kürdistan’ındaki referandumuna yönelik tavır, yine Rojava’ya yönelik giriştiği işgal, yakın dönem uygulamalarıdır.
Türkiye, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun veya uluslararası alanda Kürt sorununun çözümüne yönelik her gelişmenin mutlaka karşısına kendini konumlandırıyor. Türkiye’de devlet Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinde tekçi, milliyetçi, militarist ve faşizan bir politika geliştirme tutumu içinde oldu hep. Siyaseti, toplumu ve kurumları bu temelde şekillendirme hedefiyle hareket etti. Diğer ülkeler de Kürt meselesinde göz ucuyla hep Türkiye’yi takip ettiler, Türkiye’nin çözümsüzlük politikasının bir parçası oldular. Kürtlere karşı kurulan ahlaksız ve vicdansız çark Kürt halkı üzerinde büyük yıkımlara yol açtı, maalesef çark işlemeye devam ediyor. Çarkı işletme görevine şimdi de AKP iktidarı soyunmuş bulunuyor. Bir gerçek daha var o da Kürt halkının adalet ve özgürlük mücadelesinin aralıksız sürdüğüdür. Kurulan çarka boyun eğmediğidir, eğmeyeceğidir.