Saddam’ın gerçekleştirdiği Halepçe Katiamı’nı dünyaya duyuran gazeteci Ramazan Öztürk ile konuştuk. Öztürk, o dönem oluşturduğu arşivinden fotoğrafları gazetemiz için ilk defa paylaştı
Gülcan Dereli / Hasan Akbaba
Halepçe tarihin en büyük Kürt katliamlarından biri. Üzerine ağıtlar yakıldı, belgeseller çekildi. Her anıldığında yaşanan acı bir kez daha yaşandı. Yakılan ağıtlar her dinlediğinde gözlerden yaşlar durmadı. Tarih boyunca Kürtler yaşadıkları coğrafyada soykırım ve katliamlara maruz kaldı ancak halk olarak yaşama olan inancından asla vazgeçmedi, toprağın derinlerine kök salmış varlığı tüm felaketlere inat filiz vermeye, boy verip serpilmeye devam etti. Saddam Hüseyin’in 16 Mart 1988’de Halepçe’de düzenlediği kimyasal saldırısının izleri hala duruyor. Enfal adlı harekat çerçevesinde 180 bini aşkın Kürt katledildi. Tek seferde yaşanan en büyük katliam Halepçe’de gerçekleşti. Bugün Halepçe Katliamı’nın yıldönümü. Biz de gazete olarak Halepçe’de yaşananlara tanıklık etmiş ve hafızalardan silinmeyen o fotoğrafları çeken gazeteci Ramazan Öztürk ile tanıklığını konuştuk.
- O süreci anlatır mısınız? Nelere tanıklık ettiniz, neler yaşadınız?
O dönemle bu dönem arasında çok bir fark yok aslında. Sadece yöntemlerde bir farklılık var ama bakış açısı, mantık, amaç aynı. O dönemde de Ortadoğu karışıktı, İran-Irak Savaşı ve iki ülkenin de aynı zamanda Kürtlerle savaşı vardı, bugün de öyle.
O dönemde: Amerika ve Avrupa Saddam’ı destekliyordu. Komşu ülkelerin de kimi korkudan kimi de Kürt meselesi nedeniyle çıkarlarını korumak amacıyla destek veriyordu. Saddam için Kürtler ne kadar tehlikeli görünüyorlarsa, o ülkeler için de öyleydi. Kürtler bu coğrafyada tarih boyunca hep sakıncalı bir halk olarak görüldüğü için bakış açısı farklı değildi. Dünyanın diğer ülkelerine baktığımızda ise sessizdiler, sağırdılar, kördüler. O dönemde Türkiye hem İran’la hem Saddam’la ilişkilerini dengede tutmaya çalışıyordu. Çünkü Türkiye savaşta olan bu iki ülke için de önemliydi, karşılıklı menfaatler söz konusuydu.
Sıkışık durumlarda Türkiye onların dünyaya açılan kapısıydı. Batı dünyası, Saddam’a her türlü silah desteği verdiği gibi kimyasal üretiminde de sürdürdü. Gerekli olan hammaddeyi sattı. Teknik konularda ve insan gücü anlamında
da yardım etti. Bu konuda BM adına hazırlanmış bir rapor var. Orada hangi ülkenin hangi konuda ne miktarda yardım ettiği belirtiliyor. Körfez Savaşı’ndan sonra da dediler ki kimyasal silahlara ve üreten fabrikalara rastlanmadı. Gidin işinize, bunu Ay’dan gelenler mi attı? Kimyasal silah üreten fabrikanın fotoğrafını çeken İran asıllı İngiliz vatandaşı bir gazeteci, bu yüzden casuslukla suçlanıp idam edildi. Saddam yönetiminin benim hakkımda da verdiği idam kararları var, biri Halepçe öncesi, Mam Celal ve Barzani’nin mücadelesini yerinde izleyip onlarla yaptığım röportajlar ve yazdığım haberler içindi. O tarihte kimyasal ve napalm bombalarının kullanıldığına tanık olmuştum. Dinç Bilgin’in sahibi olduğu dönemdeki Sabah gazetesinde bunları yazarken, Irak’ın o dönemin Ankara Büyükelçisi El Tikriti beni aradı. Kimyasal silahlardan bahsetmemem karşılığında Irak devletinin açık çekini teklif etmişti. Bu konuşma gazetenin Yazı İşleri Müdürü Selahattin Duman’ın odasında olmuştu. Teklifi ret ettiğimde ise, büyükelçi “sen daha çok gençsin, geleceğini düşünmelisin, ne olacağı belli olmaz” diyerek dolaylı bir tehditte bulunmuştu. Sonuçta dünyanın sessizliği Saddam’ı cesaretlendirdi. Önceden planladığı Enfal operasyonunu başlattı. Bu çerçevede hiç tereddüt etmeden Halepçe’ye kimyasal atılmasını onayladı. Hedef Kürtleri bir soykırımla yok etmekti. Enfal Harekâtı kapsamında 182 bin Kürt insanı kayıp. Bu insanlar buharlaşmadıklarına göre öldürülüp yeraltına, toplu mezarlara gömüldüler. Köyleri, kasabaları buldozerlerle yerle bir edip, üzerini toprakla kapattılar sonra da gazetecileri davet edip ‘gelin bakın buralarda köy yok, gördüğünüz gibi hepsi boş arazi’ diye bize yutturmaya çalıştılar. Sonraki yıllarda toplu mezarların bazıları ortaya çıktı ama çoğunun yeri hala bilinmiyor.
Dolayısıyla Halepçe Katliamı bir defada on binlerce insanı öldürüp bir soykırım yapmaktı. Saddam’ın ordusu İran karşısında zor durumdaydı. Halepçe İran sınırına yakın bir şehir. Bir anlamda Kürtlerden arındırılıp tampon bölge haline getirmek hedefleniyordu. Kimyasal Ali lakaplı Ali Hasan El Micid bu operasyonu yönetti. Saddam’ın yeğenidir aynı zamanda. Maalesef 6 bine yakın insan öldü. Onbinlercesi yaralandı. Bir diğer acı yanı da kimyasaldan etkilenen insanlarda hastalık 5-10 yıl sonra da ortaya çıkabiliyor. Beş çeşit kimyasal kullanıldığı için etkilenen kişide farklı hastalıklara yol açıyor. Bu insanlar da zaman içinde hayatını kaybediyor. Saddam sadece Halepçe’de değil İran-Irak savaşında da kimyasal silahlar kullandı. Irak sınırlarına yakın bütün şehirlere kimyasal attı. İran o dönem bu konuyu BM’ye defalarca getirdi ama her defasında kulak ardı edildi. Çünkü BM’nin güçlü ülkeleri, İran İslam rejiminin yıkılması umuduyla Saddam’ı destekliyordu. Bugün İran’da kayıtlı 100 bin kimyasal mağduru insan var ve zaman içinde ölüyorlar.
- Halepçe için şimdiye kadar en büyük Kürt katliamı diyebilir miyiz?
Toplu halde tek seferde olduğu için diyebiliriz ama Enfal’ı bütünüyle ele alırsan onun bir parçasıdır Halepçe. Aslında bir soykırımdır. Neden soykırım diyorum, çünkü kimyasaldan etkilenmiş kadın-erkek birçok insan kısır, çocukları olmuyor.
- Genelde nasıl hastalıklar oluyor?
Daha çok ciğerleri tükeniyor insanların. Bu yüzden nefes almakta zorlanıyorlar. Bu da diğer organlarını olumsuz etkiliyor ve sonuç ölüm. Gözlerde ve derideki hastalık da zaman geçtikçe ağırlaşıyor ve o insanların da yaşamları zehir oluyor. Bu konuyu ele alan bir belgesel çekimi için İran’da röportajlar yapıyordum. 35 yaşlarında henüz 17 yaşında iken cephede bulunan bir askerdi bu kişi. Konuşurken fenalaştı, hastaneye, yoğun bakıma kaldırıldı ve 10 gün sonra öldü. Şimdi gelelim Irak Kürdistanı’na. Halepçe, Duceyde ve İnap şehirlerinde kimyasaldan etkilenmiş binlerce insan var. Yılda bir kez İran’dan gelen doktorlar kayıtlı hastaları kontrol ediyor. Düşünebiliyor musunuz senede bir kez doktorlar geliyor. Bu konuda Kürt yönetimini eleştiriyorum. Milyonlarca dolarlık AVM’ler, 7 yıldızlı oteller, lüks binalar yaptılar ama tam teşekküllü bir hastane yapamadılar. Kimyasal gazların atıldıktan sonra etkisi 2 saat kadar sürüyor ama bıraktığı izler insanın hayatından hiç silinmiyor. Yani ne fiziksel ne de ruhsal anlamda kurtulamıyorsunuz. İşte savaşlar bunun için kötüdür. Savaşlar yıllarca sürebilir ama bir gün mutlaka bitiyor. Ancak insan yaşamında nesiller boyu devam ediyor. Savaşın yıkımları üzerine ne kadar kitap yazılırsa yine de anlatılmayan acıları vardır. Bağdat’ta Gaziler köyü var. Hepsi savaş mağduru. Ayağını kolunu kaybetmiş insanlar. Bakıyorsunuz 6 yaşında bir çocuk tekerlekli sandalyeye mahkum babasını gezdiriyor. Bu çocuğun geleceğini düşünebiliyor musunuz? Ruh halini. Savaşın izleri silinmiyor. 108 ülkede belgesel yaptım bunların çoğu ya savaşın ya da iç karışıklığın olduğu ülkelerdi. Şimdiye kadar kimseden “savaş iyidir” lafını duymadım. İran’da röportaj yapmak için gittiğim rehabilitasyon merkezinde kolunu bacağını kaybetmiş çok sayıda savaş gazisi vardı. Birine sordum “savaşı kim kazandı?” Cevabı bir hayli düşündürücüydü: “Savaşı kimin kazandığını bilmiyorum ama kaybeden benim, bacaklarım yok işte.” Kaldı ki Halepçe Katliamı, bu fotoğraflara rağmen dünya kamuoyunda yeterli ilgiyi görmedi. Avrupa ülkeleri, komşu ülkeler yeterli tepkiyi göstermedi. Türkiye’deki gazeteler, Sabah gazetesi dışında, iki sütun yazıyla gördü.
- Şimdi basını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye’de yaşananların yansıtılmasıyla benzerlik mesela? Değişen bir şey yok. Hatta şimdi Türkiye basını kalmadı diyebilirim. Habercilik öldü. Tarafsız habercilik suç sayılıyor artık. Suriye’de yaşananlar hangi gözle ne kadar Türkiye kamuoyuna verilebiliyor? Gözler yine bağlı, kulaklarda pamuk var, diller lal. Herkes işine geldiği taraftan bakıyor. Gazeteciliğin evrensel ahlak ilkelleri; o da ne… İşin ironik yanı da Halepçe’den 10 ay kadar sonra Saddam Kuveyt’i işgal ettiğinde dünya kamuoyunun gündemine oturdu. Sanki Halepçe’ye kimyasal yeni atılmıştı. Sanki Saddam’ın ne kadar tehlikeli bir diktatör olduğu yeni fark edilmişti. Batılı ülkelerin siyasetçileri, basını her gün Halepçe’yi dillendirip Saddam rejiminin ne kadar tehlikeli olduğundan dem vuruyorlardı. Türkiye basını da buna dâhildir. O gün dünya bu ikiyüzlülüğü yapmasaydı, gerekli tepki verilseydi, sonraki yıllarda Bosna’da, Kosova’da katliamlar olmayacaktı. Bunların hepsine gazeteci olarak gittim, gördüm. Onlara zamanında beklenen tepki verilseydi bugün Suriye’deki savaş bu kadar körüklenmez ve bugüne gelinmez, bu kadar insan ölmez ve bu kadar insan yerinden, yurdundan, ölümden beter bir durumun içine sokulmazdı. Batılı ve Ortadoğu’daki devletler, aralarındaki hesaplaşmayı bugün Suriye’de taşeron örgütler üzerinden görüyor, tıpkı Lübnan’da olduğu gibi. Yani başkalarının savaşı yaşanıyor Suriye’de. Her örgütün arkasında da başka bir devlet var. Ben onca yıl savaş bölgelerinde yaşananlara tanıklık eden bir gazeteci olarak şunu öğrendim. Savaşalar zaten kirlidir. Eğer ülken işgal edilmemişse, haksız bir saldırı yoksa savaşlar bir cinayettir. Ben şuna inanıyorum savaşın kazananı da yoktur. İki taraf da en değerlilerini, insanın kaybediyor. Kimse, bir kesimi yok ederek ömrü billah makamında kalamıyor. Bir gün geliyor rüzgar tersine esiyor.
- Saddam gibi mi?
Evet. Saddam gibi, Kaddafi gibi, Hitler gibi.. Hepsinin sonu hüsranla bitti. Son olarak şunu eklemek istiyorum. Halepçe için sadece yılda bir kez ağlayarak anlayamayız. Bir geçmişi var, yıllardır uygulanan bir plan var. Geçmişi de objektif bir gözle değerlendirip anlamak gerekiyor. Öldürmekle ne Kürtler bitti, ne de Kürt meselesi bitti. Aksine daha da büyüyerek devam ediyor. Halepçe Katliamı’nı sadece yıldönümlerinde değil kalıcı belgeler oluşturarak halka anlatmak gerekiyor. Bu belgesel, film, kitaptır. Bugün dünyada Yahudi soykırımını bilmeyen var mı? Ama Halepçe’yi çok az kişi biliyor. Kürtlerin en büyük eksikliği kültüre önem vermemeleridir. Irak Kürdistanı yöneticileri etraflarını çeviren kraldan çok kralcılardan kurtulmalı. Bu gidişle tarih onları affetmeyecek. Gelecek nesiller hesap soracak. ‘Siz bu kadar parayı harcarken Halepçe için, kültürümüz için ne yaptınız’ diyecekler. Halepçe için hazırladığım proje hakkında görüşmek için 10 yıldır Mesut Barzani’ye ulaşamıyorum. Düşünebiliyor musunuz? Savaş zamanlarında defalarca görüştüğüm Barzani’ye…
Halepçe’ye 21 yıl sonra gidebildim
- Mam Celal yaşamını yitirdiğinde cenazesine gidebildiniz mi?
Gidemedim ne yazık ki.. Halepçe’ye de katliamdan sonra tam 21 yıl sonra gidebildim. Kürdistan’ın her tarafına defalarca gittim ama Halepçe’ye cesaret edemedim. Halepçe Katliamı’nın duygusallığı aşan etkisi var bende. Yıllardır savaş muhabirliği yapıyordum. Yine sivil, asker binlerce insanın ölüsünü görüyorum ama Halepçe bambaşkaydı.