IŞİD’i ilk kez Kobanê’de Kürtler durdurdu. Bu durum IŞİD’i yayılmacı hedefleri için kullanmak isteyen Türk egemen sınıflarını rahatsız etti. HDP MYK’ye verilen ‘cezalar’, ulaşılamayan yayılmacı hedeflerin faturasını HDP’ye kesme çabasıdır
Bülent Parmaksız*
22. Ağır Ceza Mahkemesi ve ona yön veren egemen siyasal iktidar, “Kobanê kumpas davası”nda verdiği “ceza” kararları ile tek tek kişileri değil, asıl olarak kimi siyasal hedefleri;
1.HDP fikriyatını ve programını,
2.Kürt siyasetinin “Türkiyelileşme” stratejisini,
3.Kürt halkı ve Kürt siyaseti ile ilişki içindeki Türk/Türkiyeli sosyalistleri,
4.Türk(iyeli) emekçi sınıflar ile Kürt emekçi sınıfların, emek eksenli siyasal bir çizgi etrafındaki stratejik ilişkilenmesini,
5.Türk yönetenlerin IŞİD’i araçsallaştırarak Irak ve Suriye’deki kimi yayılmacı hedeflerine ulaşmasını engelleyen Kürt siyasetini; cezalandırmak istedi.
1990’lı yıllarda Türk yönetenleri, Kürt siyasetinin, Kürtlerin kolektif ulusal haklarını esas alan, “Kürt merkezli” / “Bölge partisi” denilebilecek düzeydeki örgütlenmelerini eleştiriyor ve siyasal koşulların elverdiği her fırsatta onu zayıflatmaya çalışıyordu. O dönemde, “Kürt merkezli” bir siyasetin Kürtlerdeki “ayrılık” yanlısı eğilimleri güçlendireceği düşüncesinden hareketle, açık alandaki Kürt siyasetini “Türkiye merkezli” bir siyasal çizgiye zorlayarak, bu eğilimlerin yoğunluğunu seyreltmeye çalışıyordu.
Kürt siyaseti ise “İmralı Savunmaları” ardından çok köklü bir stratejik değişikliğe gitti ve “kendi kaderini tayin hakkı”nı “ayrılık” ekseninde kullanmaktan vazgeçerek kolektif kimlik haklarının anayasal güvenceye kavuşturulması şartıyla “kendi kaderini tayin hakkı”nı “birlikte/ortak yaşam” eksenindeki bir içerikle yeni bir program haline dönüştürdü. Siyaseten de bunu “Türkiyelileşme” kavramıyla ifade etti.
“Türkiyelileşme” siyaseti “Çatı Partisi”, “Demokrasi İçin Birlik Hareketi”, HDK ve 2010’lar sonrasında da HDP ile programlı somut bir faaliyete dönüştü. HDP esas olarak Türk(iyeli) sol/demokrat/sosyalist güçlerle Kürt siyasetinin, emek ekseninde bir program etrafında bir araya geldikleri stratejik bir ortaklık olarak kurulmuş oldu.
HDP çizgisi kuruluşundan çok kısa bir süre sonra Türkiye’nin en hızlı büyüyen partisi haline geldi ve Meclis aritmetiğini ciddi biçimde değiştirdi (AKP ilk defa o süreçte tek başına iktidar olma imkanını yitirdi). HDP ile Kürt siyaseti “Fırat’ın batısı”nda ilk kez bu düzeyde kabul gördü, Türkiyeli emekçi sınıflarla ilişkilendi ve Kürtlerin yönetenler karşısındaki “siyasal manevra ve pazarlık” kabiliyetini artırdı.
Aynı dönemde HDP, Türkiye sosyalist ve aydın hareketinde de -Gezi’den alınan gücün itkisiyle- bir canlanma yarattı, Meclis’te temsil imkânı sağladı ve çeşitli düzeylerde siyaseten bir araya gelişlere vesile oldu.
Kobanê Davası’nda rehin alınan ‘siyasetçiler’e verilen ‘cezalar’ın en büyük nedenlerinden biri bu. HDP’yi, HDP fikriyatını, ortak mücadele stratejisini ve ‘Türkiyelileşme’ siyasetini cezalandırmak…
“Türkiyelileşme” siyaseti, Kürt siyasetinin “bölge”ye sıkışmasını, ufkunun darlaşmasını ve tecrit edilerek gözlerden ırak bir şekilde yıpratılmasını engelledi ve siyaseten onu büyüttü. Bu büyüme Kürt siyasetinin Meclis’in en büyük muhalif partilerinden biri haline gelmesini sağladı ve bu onun Türk yönetenleri karşısındaki “pazarlık gücü”nü artırdı. HDP çizgisi en çok Kürt siyasetini büyüttü denilebilir. Kuşkusuz bu büyüme egemenleri çok rahatsız etti ve bundan dolayı HDP’ye saldırılar arttı, kapatma davası açıldı. Özellikle 14 Mayıs (2023) seçimlerinden sonra egemenler strateji değiştirdi ve 1990’larda söylediklerinin tersine HDP’yi “Bölge partisi”/ “Kürt Partisi” olmaya zorlamaya başladılar. Şayet HDP’yi “Bölge/Kürt Partisi” haline getirebilirlerse Kürt siyasetinin etki gücünün azalacağını ve dolayısıyla bu azalmayla birlikte Meclis siyasetindeki eski “pazarlık gücü”nü de yitireceğini hesapladılar. Öte yandan “bölge”ye sıkıştırılmış Kürt siyasetini tecrit ederek ona uygulanabilecek devlet şiddetini daha az görünür hale getirebileceklerinin de farkındaydılar. Ve ayrıca Kürt siyasetinin “Fırat’ın batısı”ndaki emek yanlısı toplumsal muhalif güçlerle bağını kesmeyi de hedeflediler, HDP’yi bölge partisi haline getirme projesiyle.
Böylesine çoklu hedefler nedeniyle HDP’ye şu an “Kürt Partisi” olmayı dayatıyorlar (Tıpkı İsrail’deki “Arap Partisi” gibi. Veya Lübnan’da kimliklere göre örgütlenen partiler gibi. Maruni Hıristiyan Parti; Şii Hizbullah; Dürzi “İlerici Sosyalist Parti” vs. “Sınıfsal” çıkarlara göre değil, tamamıyla “kimlikler” üzerine inşa edilmiş partiler tarzında. Orta ve uzun vadede halkları birbirine düşman hale getirecek kompartımanlar halinde örgütlenen arkaik parti modeli). “Kobanê Davası”nda rehin alınan “siyasetçiler”e verilen “cezalar”ın en büyük nedenlerinden biri bu. HDP’yi, HDP fikriyatını, ortak mücadele stratejisini ve “Türkiyelileşme” siyasetini cezalandırmak.
Kuşkusuz HDP’nin “Bölge” veya “Kürt Partisi” olmaya zorlanması egemenler açısından kimi riskleri de beraberinde getirebilir. En büyük risk Kürtlerde milliyetçi eğilimlerin artması olacaktır, egemenler açısından. Artan milliyetçilik de çoğu zaman “ayrılma eksenli” programları büyütebilir. Ayrıca dış dinamiklerin bu türden eğilimleri güçlendirmek isteyebilecekleri de çok güçlü bir olasılık.
Egemenler böylesi olası riskleri ise Kürt toplumunu ve Kürt siyasetini İslamize ederek nötralize etmeyi hedefliyorlar. Tıpkı Filistin’deki HAMAS örneğinde olduğu gibi. İslamize olmuş siyasal bir çizginin her türden uzlaşmaya açık olacağını defalarca tecrübe ettiler çünkü. Hüda-Par’ın siyaseten önünün açılması ve özellikle “Kürt illeri”ndeki tarikat örgütlenmelerinin teşvik edilmesinin esas nedeni “bölge”yi İslamize etmek, yükselmesi olası Kürt milliyetçiliğini İslamizasyonla soğurmaktan başka bir şey değil.
Mahkemede verilen “cezalar” ile ulaşılmak istenen asıl hedef belirli sayıdaki insanı cezalandırmak değil. Sınırlı sayıdaki Kürt siyasetçiyi cezalandırmak Kürt siyasetini; aynı şekilde dava dosyasındaki tutuklu bulunan Türk(iyeli) sosyalistleri cezalandırmak da (nicel anlamda) sol harekete bir zarar vermez. Murâd edilen hedef bambaşka. Açılan dava ve kişilere verilen “cezalar” üzerinden asıl olarak resmi ideoloji ve bir siyaset inşa ediliyor, topluma mesaj veriliyor. O mesaj da şu, Kürtlere verilen mesaj; a) “Türkiyelileşme” çizgisinden vazgeçin. Dolayısıyla HDP fikriyatından da… b) “Bölge”/ “Kürt Partisi” olun. Ufkunuz ve faaliyet alanınız bununla sınırlı kalsın. c) Demokratik, -emek yanlısı bir programdan vazgeçin. İslami referansları esas alan, uzlaşmacı, muhafazakâr bir parti olun. Sistemin sınırları içinde kalın. d) Yasal-parlamenterist mücadele biçimi dışındaki her türden meşru mücadele biçiminden uzak durun. e) Türkiyeli sol güçlerle ve emek yanlısı demokratik muhalefetle tüm bağlarınızı kesin. f) Uluslararası anlaşmalardan, evrensel birikimlerden ve kimi kazanımların somut bir ifadesi olan BM ve AB şartnameleri ve anlaşmalarından kaynaklı olarak elde edilmiş hakları kullanmayı talep etmeyin. Dış dinamiklerle ve Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu türünden uluslararası kurumlarla ilişkilenmeyin.
Verilen cezalarla Türkiyeli sosyalistlere, emekten yana olan demokratik güçlere ve Türk toplumuna da şu mesaj veriliyor: a) Kürtlerle, Kürt siyasetiyle ilişkilenmeyin. İlişkilendiğiniz taktirde resmi ideolojinin sınırları dışına çıkmış olursunuz ve bunun bir maliyeti olur. b) Kürt siyasetiyle ilişkilenmenin somut bir karşılığı olan HDP ile olan ilişkinizi kesin. c) Kürt meselesinin çözümü hususunda da resmi ideolojinin çizdiği sınırlar dahilinde hareket edin. Kürtlerin kolektif ulusal haklarını anayasal güvencelere kavuşturmayı hedefleyen ve emek eksenli / toplumcu / demokratik bir çözüm önerisini toplumsal bir seçenek haline getirmeyin.
* * *
Irak ve Suriye’de etki alanını sürekli büyüten IŞİD’i bölgede ilk kez Kobanê kent savunması ile birlikte Kürtler durdurdu. IŞİD’in gerileme süreci Kobanê’de başladı. Bu durum en çok IŞİD’i araşsallaştıran ve onu kimi siyasal hedefleri doğrultusunda kullanmak isteyen Türk egemen sınıflarını rahatsız etti. Çünkü IŞİD emperyal müdahalelerin rüzgarını arkasına alarak Irak ve Suriye’de merkezi otoritenin altını oymuş ve bölgeyi istikrarsızlaştırmıştı. Türk yönetenlerin aradıkları fırsat tam da buydu. Ortaya çıkan merkezi otorite boşluğunu ve meydana gelen istikrarsızlığı bahane ederek bölgeye müdahale etmenin hesapları içindeydi. Fakat Kürtlerin direnişi ve “IŞİD Karşıtı Uluslararası Koalisyon”un müdahalesi (siz onun emperyal güçlerin müdahale olarak anlayın), IŞİD’i durdurdu ve bir süre sonra da ele geçirdiği her yeri kaybetmeye başladı. Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olan enerji sorununu bölgeye yapacağı müdahale ile çözmeyi hedefleyen egemenler, IŞİD’in tasfiye edilmesi ile bu projelerini bir kez daha ertelemek zorunda kaldılar. Planlanan hedeflere ulaşmayı başaramayan egemenler, bundan dolayı HDP üzerinden Kürt siyasetini cezalandırmak istedi. Dolayısıyla HDP MYK’ye verilen “cezalar” ve açılan “kapatma” davası, ulaşılamayan yayılmacı hedeflerin faturasını HDP’ye kesme çabasının en temel nedenlerinden biridir.
Halbuki Kürtlerle hakkaniyetli bir ilişki kurulabilse ve onların kolektif haklarının anayasal güvencelere kavuşturulması sağlanabilse; toplumsal barışla birlikte enerji meselesi dahil birçok konu kolaylıkla çözülebilir. Ancak ben merkezci şovenist Türk milliyetçiliği kendisi dışındaki bütün halkları yok saydığı için ne içeride ne de dışarıda bölgesel bir sorun haline gelen Kürt meselesi ve ne de enerji sorunu çözülemiyor. Onlarca yıl içinde bütün bölgeye yayılan çatışmalı süreç tam da bu nedenlerden dolayı sürgit devam etmektedir.
Türk ve Kürt halkları arasındaki bağlar her geçen gün zayıflıyor. HDP; iki halk arasında kalan -neredeyse- son bağdır. Bu bağa zarar vermemek gerekiyor. HDP üzerindeki baskılar, esas olarak Türk ve Kürt halkları arasındaki bağları baltalıyor
Türk ve Kürt halkları arasındaki bağlar her geçen gün zayıflıyor. HDP; iki halk arasında kalan -neredeyse- son bağdır. Bu bağa zarar vermemek gerekiyor. HDP üzerindeki baskılar, verilen “cezalar” ve kapatma davası sadece HDP’yi değil, esas olarak Türk ve Kürt halkları arasındaki bağları tahrip ediyor. İki halkın birbirine karşı hissettiği güvensizliği besliyor. “Ortak yaşam” arzusunu baltalıyor.
Kuşkusuz her iki halk arasındaki eşit ve adaletli bir ilişkinin egemen sınıflar ve “Türk milliyetçileri” (!) eliyle kurulamayacağının farkındayız. Onlar, halkların çıkarlarını değil, esas olarak kendi sınıfsal çıkarlarını başa alıyorlar çünkü. Gerçek, kalıcı ve hakkaniyetli bir ilişki ve güçlü bir bağ ancak iki halkın emekçi sınıfları üzerinden kurulacaktır. Fakat buna rağmen Türk yönetenlerini ve şoven milliyetçilerini, iki halkın tarihsel ilişkileri konusunda sorumlu davranmaya, Kürtler ve HDP üzerinde uyguladıkları baskılara son vermeye çağırmaktan vazgeçmemek gerekiyor.
*HDP eski MYK üyesi Bülent Parmaksız’a Kobanê Kumpas Davası’nda 20 yıl 6 ay hapis cezası verildi.