Ahmet Güneş
Michel Foucault denilince akla en önde gelen, onun bir “düşünce tarihçisi” olduğudur. Çalışmalarını her zaman bu sorumlulukla ya da bu ‘meslekle’ sürdürmüştür. İktidar mefhumu üzerine çözümlemeleri, özne kavramı hakkında araştırmaları ile kendi döneminde çokça referans gösterilmiş ve bugün dahi düşünceleri üzerine tartışmalar yürütülmektedir.
Geçtiğimiz Haziran ayında Söylem ve Hakikat adlı çalışması Kerem Eksen ve Murat Erşen çevirisi ile Ayrıntı Yayınları tarafından okura sunuldu. Ferda Keskin ile Güçlü Ateşoğlu’nun yayıma hazırladığı bu kitabın edisyonunu ise Henri-Paul Fruchaud ve Daniele Lorenzini düzenlemiş. Foucault yazdığı kitaplar kadar üniversitelerde yaptığı konuşmalarla da sürekli içerikler üretmiş, sıradan sanılan düşünceleri masaya yatırmıştır. Bu kitap da onun 1982 ile 1983 yıllarında Grenoble Üniversitesi ile Berkeley California Üniversitesi’nde verdiği bir dizi seminerden oluşuyor.
‘Parrhesia’ kavramı ve sorunsallaşması
Bu kitapta Foucault “Parrhesia” kavramını ele alıp inşa ediyor ve sorunsallaştırıyor. Yunanca bir sözcük olan parrhesia “her şeyi söyleme” anlamına geliyor. Aslında diğer taraftan da parrhesiayı “açıksözlülük, doğruyu söyleme, hakikat cesareti ve konuşma özgürlüğü” olarak da okuyabiliriz. Günümüz dünyasında parrhesiayı kullanmak sadece cesaret değil aynı zamanda bedel de istiyor.
Antik Yunan ve Latin metinlerden referanslar veren Foucault, parrhesia kavramının yazılı metinlerdeki anlamına ve ayrıcalığına değiniyor. O dönemlerde kimin bu kavramı kullanacağı tartışmalarını ve kullanılan metinleri örnek veren Foucault, sonraki zamanlarda bu kavramın yani hakikati söylemenin nasıl bir ayrıcalık haline geldiğini ve bu hakikati söylemenin neden sorun haline geldiğini izaha girişiyor. Mitolojiye, Sokrates’e ve Euripides’in oyunlarında hakikati söyleme hakkına atıfta bulunan Foucault, bu metinler içinde ve arasında yolculukta Seneca’ya kadar uzanıyor.
Biliyoruz ki hakikati söylemek her zaman kolay olmamıştır ve hakikati dile getirenlerin neleri göze aldığını tarihten binlerce örneğini biliyoruz. Bu metinde ise hakikati söylemenin yani gerçeği söylemenin nerede başladığı değil, neden sorun haline getirildiği ve Hıristiyanlığa dek uzanan bir geçmişinin olması. Foucault parrhesiayı bir yerde şu şekilde formüle ediyor: “Parrhesia bir anlamda “aşağından” gelip “yukarı” yönelir. Bu nedenle bir Yunan, bir çocuğu eleştiren bir öğretmen ya da bir babanın parrhesia kullandığını söylemeyecektir. Ancak bir filozof bir tiranı eleştirdiğinde, bir vatandaş bir çoğunluğu eleştirdiğinde ya da bir öğrenci öğretmenini eleştirdiğinde parrhesia kullanılmış olabilir.”
Ödev olarak gerçeği söylemek
Aslında hakikati söylemenin bir dönem bir tür ödev olarak görüldüğünü belirtebiliriz. Bu ödev halen de devam ediyor. Nitekim günümüzde gerçeği söylemenin özgürlüğü ile her türlü bedeli göze alanların varlığı, belki de bu mirasın ne olursa olsun devam ettiğinin göstergesidir. Foucault’ya göre, dürüst olmayı elden bırakmadan hakikatle belirli bir ilişki kurmak, aynı zamanda tehlike yoluyla kişinin kendi hayatıyla bağ kurması, eleştiri ile de kendisi ve diğer insanlarla ilişkilenmesi olarak özgür bir şekilde bir ödevi yerine getirme etkinliği olarak sözel bir etkinlik türüdür parrhesia. O halde doğal bir etkinlik olduğu için hiçbir biçime sığmaz. İşte bu hiçbir yere sığmamanın özgül hali belirli bir ahlaki kuraldır da.
Yunan edebiyatının ilk örneklerinden olan Euripides’in tragedyalarında geçen diyalogları aktaran Foucault, aslında ifade özgürlüğünün ne kadar hayati olduğunun altını çizer. Özgürce konuşma hakkının belirli bir sınıf tarafından bir hak olarak görüldüğü çağa atıfta bulunarak metinlerde geçen bu ifadenin daha sonra nasıl sorunsallaştırıldığını araştıran Foucault, sonraki bölümlerde hakikati söyleme hakkının bir sınıf tarafından değil belirli şartlara ya da deneyime sahip insanlar tarafından dile getirildiğini ortaya çıkarıyor. Diğer taraftan verilen örneklerle birtakım çıkarlar için insanların hakikati söylemekten çekinmesinin ölümcül sonuçlarını da ıskalamadan aktarıyor.
Özellikle ifade özgürlüğünün günümüzde dijital medya ile nasıl bir hale geldiği, hakikatin çıkarlar uğruna örtbas edildiği veya yasaklarla engellenip çarpıtıldığına çokça şahit oluyoruz. Örneğin Twitter üzerinden eleştiri hakkını kullanan insanların hapse atılmasından WikiLeaks belgelerinde yer alan savaş suçlarını ortaya çıkaran Julian Assange’a kadar hakikatleri özgürce söylemekten çekinmeyenlere şahit olmuşken, bu kitap bize bu konularda zihin açıcı perspektifler veriyor. İnsanlık tarihi kadar eski olan hakikati söyleme hakkının düşüncede belirmesini ve tarihçesini Foucault gibi bir filozoftan öğrenmek için iyi bir kaynak. İyi okumalar.